Sezon içerisinde 3 defa yendiğimiz Galatasaray ile play off eşleşmemizi gördüğümde içimden eyvah demiştim. Çünkü nasıl olsa yine yeneriz düşüncesiyle rehavet olur mu diye…
Ancak Karşıyaka olarak play off’ların çok daha farklı bir havası olacağı gerçeği çok şükür ki görüldü ve oynanan karşılaşmalarda tüm oyuncular terinin son damlasına kadar mücadele verdi. Aynı mücadeleyi son maçta da vereceklerine dair de güven tazelediler böylelikle…
Ancak Galatasaray da çok iyi hazırlanmıştı. Belki karşımıza çıktıkları her maçı bu sezon kaybetmiş olmalarının verdiği hırsla, belki de play off’ların taşıdığı farklı anlamın önemini hissettikleri için…
Netice itibarı ile play off karşılaşmalarının en zevklilerini Karşıyaka-Galatasaray müsabakalarında izledik…
İlk maçta uzatma sonrası kaybedildi ve yazık oldu. Yazık oldu diyorum, zira daha oyunun başlarında en önemli silahlarımızdan Vito Brown’ın korkutucu düşüşüyle yaşadığı sakatlık sonrası oyundan çıkmasına rağmen, rebaundlardaki Karşıyaka adına inanılmaz negatif yöndeki farka rağmen, Dee Bost’un çok yüzdeli 3 sayılık atışlarına rağmen sadece yarım basket farkla kaybedilen bir oyun oldu.
Bu kayıp da olmayabilirdi; şayet Ufuk Sarıca’nın aldığı lüzumsuz teknik faul olmasaydı veya son topu kullanırken yaptığı bence büyük taktiksel hatası olmasaydı…
Tabii ki de ilk maçın kaybını Ufuk Sarıca’ya yüklemek haksızlık olacaktır, çünkü bu saydıklarım dışında oyun içerisinde gerçekten de yüksek bir performansla rakibin oyun ve oyuncu kurgusuna göre sahada hızlı refleks gösterip her defasında gereğini de yaptı.
Ama ne yazık ki basketbol öyle bir oyun ki, yapılan en ufak bir hatanın cezası anında kesiliyor. Daha az hata yapan da kazanıyor. Böylesi kritik ve 1 sayı gibi bir farkla kaybedilen oyunda da Ufuk Sarıca’nın son top konusunda aldığı karar ya da aldığı teknik faul de belirleyici olabiliyor.
Neyse ki ikinci maçta kusursuz bir yönetim sergileyerek bunu telafi ettİ. Yine, ikinci maçın tek kahramanı Ufuk Sarıca’ydı demek de, tıpkı ilk maçın kaybedilmesinin tek sorumlusu Ufuk Sarıca’ydı demek gibi yanlış bir hüküm olacaktır…
İkinci maçın diğer kahramanları ise (her ne kadar tüm oyuncular olsa da) sezon boyu çok az süre bulmalarına rağmen bu maçta kendilerine verilen (zaruriyetten de olsa) sorumluluklarını mükemmel bir şekilde yerine getiren Erdi Tırpancı ve öz evladımız Mert Celep’ti. Furkan Haltalı’nın verdiği başarılı mücadeden de bahsetmeden olmaz tabi.
Bunlar hem seriyi son maça taşımamız adına sevindiriciydi, hem de yerli oyuncuların şans verildiği takdirde aslında neler yapabileceklerinin de göstergesi olması adına ayrıca çok ama çok önemliydi.
Zaten kendilerine röportaj amaçlı uzatılan mikrofonlara söyledikleri tek cümle de onların neleri yapabileceklerine dair duydukları özgüvenlerinin ispatıydı; ‘’yerli oyuncular Türk basketbolunun geçmişi, bugünü ve geleceğidir’’…
Şimdi sırada çeyrek finalin son maçı var. Kendi evimizde yenemeyeceği takım olmayan Karşıyaka’nın bu son müsabakaya da aynı ciddiyetle, aynı eforla ve taktiksel anlamda da aynı konsantrasyonla çıkacağını umuyorum.
Basketbol bu, favorilerin değil daha az hata yapanın ve daha akıllı oynayanın kazandığı spor… Tıpkı satranç gibi, oyun içinde yapılan her hamlenin sonuca tesir ettiği bir spor… I love this game!
Sağlıcakla kalın!..
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!