Resmi kayıtlara göre sayıları Türkiye genelinde 3 milyon 600 bin civarı, İzmir’de 120 bin civarı. Gerçek rakamın ise 10 milyon civarı olduğu söyleniyor. Evet, ülkemizdeki Suriyelilerden bahsediyorum… Diğer mültecileri ise hesaba katmıyorum. Onlarla da birlikte, dünyanın en fazla mülteci barındıran ülkesiyiz…
İlk başta, zor durumda kalan insanlara yardım amaçlı yapılan ve bizleri o kadar da rahatsız etmeyen bir durumdu. Savaştan kaçıyorlardı. Ailelerini korumak için… Sonradan gelinen nokta ise artık bizlerin hayatına son derece olumsuz etki eden bir durum haline geldi…
Yeterince işsizimiz yokmuş gibi, ucuz iş gücü olarak çalıştırılarak işsiz sayımızda daha da artışa neden oldular. Sağlık sistemimiz yeterince zorluk yaşamıyormuş gibi, giderlerini karşılamakta sağlık kurumları yeterince zorlanmıyormuş gibi, hastanelerimiz hasta yoğunluğundan yeterince şişkin değilmiş gibi bir de bu insanların yani ekstra milyonların ücretsiz olarak sağlık hizmetlerinden halen daha faydalanabiliyor oluşunun yarattığı sıkıntılar da ortada. Üstelik bunu hak edecek hiçbir hizmeti bu ülkeye vermemiş oldukları halde…
Sokaklarda, parklarda bağıra çağıra konuşup, kendi kültürlerini adeta zorla empoze etmeye çalışan bir tutum içerisinde bağırta bağırta Arapça müzikler açıp bizlerin yani bu ülke için canını vermiş ataların torunlarının bu ülke topraklarında kendini güvende hissedip huzurla dolaşmasına da mani oldular…
Geçenlerde gördüğüm bir manzara şöyleydi; beyaz bir Şahin otomobilin içerisinde şoför koltuğunda genç ve izbandut gibi bir adam, açmış Arapça müziğini ve arabasının camlarını sonuna kadar, mahallemizden geçiyordu… O esnada asıl dikkatimi çeken şey ise yan koltuğundan başlayıp arka camına kadar uzanan ve tüm koltuklarını kaplayan devasa bir Suriye bayrağı da yanında seriliydi…
Bu manzara bana şunu düşündürdü; o adamla herhangi birisi herhangi bir nedenle kavgaya tutuşacak olsa 10 kişiden 9’unu yere serebilecek kadar bir cüsseye sahipti ve bu adam vatan-millet sevgisini belli edebilmek için de gerek bayrağıyla gerekse açtığı müziğiyle bir nev-i gösteriş yapıyordu.
Bu iki unsuru birleştirince ise ortaya çıkan doğal sonuç yani akla gelen ilk düşünce ‘’be adam, madem ki ülkene bu kadar aşıksın, madem ki bu denli cüsseli iri yapılı güçlü ve kalıplısın, ne diye ülkene dönüp de ülkende dirlik düzenin sağlanması için savaşmıyor ne diye mücadele vermiyorsun?’’ düşüncesi oluyor haliyle…
Son zamanlarda zaten artık sanki bu kesimin nihai hedeflerinin şartlar uygun olunca ülkelerine dönmek olmadığı, nihai hedeflerinin ülkemizde kendi getto’larını oluşturarak kalıcı olmak olduğu görülüyor…
Kendilerine tepki göstermesi ihtimali olan kişilere karşı güvenliklerini birlikte ve kalabalık gruplar halinde yaşayarak sağlıyorlar. Bireysel olarak da yaptıkları bir yanlış olup da bunu gören olduğunda davranışları ‘’en iyi savunma saldırıdır’’ düşüncesinden hareketle olsa gerek son derce cüretkar son derece ofansif ve saldırgan oluyor…
Bunun birebir örneğini ben yaşadım. Üstelik de apartmanımın giriş kapısının önünde. Gece saat 11:00 civarydı sanırım. İcapçıydım ve hastaneden çağrılıp hastama bakıp (biten enerjimi şarj edip de ertesi güne tekrar çalışmaya hazır hale gelebilmek için) evime dönüyordum…
Ana caddeden apartman kapımın olduğu yöne doğru dönüş yaptığım esnada duvara yüzü dönük şekilde küçük abdestini yapmakta olan birisine denk geldim. Apartman giriş kapısının hemen 1-2 metre yanı ve oradan geçmesi muhtemel olan çocuklar, kadınlar ve ailelerin yoğun olduğu bir noktada, ışık alan ve karşısında da güvenlik kamerası olan bir yerdeydi yaşanan hadise…
Kendi kendime dedim ki; ‘’yürüyüp geç Serhan, başını belaya sokma’’ ve hemen yanından geçip kapıya yönelirken kulağıma doğru başını çevirip kalın ve çirkin bir ses tonuyla ‘’n’oooluuyoo’’ diyen veya demeye çalışıp da daha çok bir köpek ulumasını andıran bir ses duydum…
O noktada genlerimdeki Alaybeylilik birden bire devreye girdi (bunun ne demek olduğunu bilen bilir, bilmeyene de bilenler anlatıverir bi zahmet). Döndüm ve ‘’giriş kapıma işeyip bir de bana hesap mı soruyorsun?!’’ dedim…
Bana, Suriyeli olduğunu anlamamı sağlayan garip bir Türkçe ile ‘’acilim geldi (artık ne demekse) yapıyorum n’oluyo yani’’ falan diyerek üzerime doğru adım attı. Bana bir adım atana ben iki adım atarım, bu her anlamda böyledir ve ben de ona doğru iki adım atarak burun buruna geldiğim mesafeden kendisine durumu üstelemek yerine özür dilemesi gerektiğini anlattım. Bir ara özür diler gibi oldu, sonra tekrar tehditkar konuşur gibi oldu, yani zırvaladıkça zırvaladı ve ben de ya sabır çekip onu daha fazla dinlemeden evime girdim…
O andaki olasılıklar: Adam belinden bir bıçak çekip beni öldürebilirdi veya ben genetik alt yapım ile aldığım eğitimin kendi aralarında verdiği savaştan genetik alt yapımın galip gelmesine müsaade edip o şahsa zarar verip içeri girebilirdim. Bu sefer şansım yardım etti de bunlardan hiçbiri olmadı…
Tehlike resmen ve gerçek anlamda ‘’kapımıza dayanan tehlike’’ haline geldi yani sizin anlayacağınız. Benim kapıma dayandı işte!
Hiç başka dertlerimiz yokmuş gibi başımıza musallat olan bu Suriyeli sorununun daha da büyümeden ve kimsenin (ne onların ne de bizlerin) canı yanmadan ivedilikle çözülmesi gerektiği kanaatindeyim.
Sağlıcakla kalın!..
(Sayın Cemil Tugay iskelemize saatimizi geri istiyoruz + Girne caddesi girişindeki üzerinde Atatürk’ün de fotoğrafı olan saatin aylardır o şekilde bozuk halde durmasını da en başta Ata’mıza saygısızlık olarak görüp, onun da tekrar çalışır hale getirilmesini istiyoruz)
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!