Yağmurlu havaları oldum olası çok severim. Yağmurun altında ıslanmak bazen huzur verir insana…
Yağmur diyoruz da…
Elbette yağmurun nasıl oluştuğunu bilmeyenimiz yoktur. “Yağmur suyu yeryüzünden yükselen buharın bulutlarda toplanarak su damlacıkları halinde yeryüzüne inmesidir.“
Bu su, düştüğü yerdeki çeşitli faktörler nedeniyle içilmez. Bunu bilim adamları ayrıntıları ile açıklıyorlar.
Bizim konumuzun çok dışında olan bu olaydan uzaklaşarak, yine dönelim mi, yağmurlu havalardaki gezmeye?
Islanarak dolaşmak keyifli olabilir ancak yağmur gerçekten kuraklığın giderilmesindeki bir numaralı etken. O nedenle de mevsiminde yeteri kadar yağmalı...
Dünyadaki iklim krizi unutulmamalı… Ülkemizde son dönemlerde yağmurun şekli afet olunca, alt yapının yetersizliği çeşitli imkânsızlıkları ve sonucu ağır olan su baskınlarını meydana getirdi. Sonuçta üzülenlerimiz de çok oldu!
İklim krizi, özellikle de afetin önlenmesi için o kadar çok formülleri var ama ne yazık ki işine gelmeyenlerin sayısı, azınlıkta kalan “alt yapı şart” diyenlerin çok üstünde olunca, tablo da kaçınılmaz sonla acı veriyor. Bu kafayla son dönemde yaşananlar ne son olacak, ne de son bulacak!
Öncelikle değişmesi gereken o kadar basit, ancak çok şey var…
Acılardan ders almalı… Kesinlikle almalı ve önlenmesi için de alınacak tedbirleri acilen yerine getirmeliyiz.
Bazen, çok çok uzaklara gitmenize gerek de kalmıyor… Yaşadığınız mahallede bile küçük bir sağanakta ıslanıyorsunuz ama alt yapınız sağlıklı olmadığı için hüzün kaplıyor içinizi…
Son hafta yağmurda şöyle bir dolaşayım dedim; demez olaydım…
Sokaklardaki su birikintileri…
Köşelerdeki gölcükler…
Kaldırımlardan akmayan su…
Yoldaki kanalette kalan çamur başta çeşitli çöpler, kanalizasyona ulaşamayan sular derken, su dolu bölgelerde uzun atlama, üç adım, aracın üzerine su sıçratmaması için atılan depar… Yükselen sudan kurtulabilmen için de sıçramakla, yüksek atlama!..
Hoppala!.. Yağmur keyfi yapalım derken, kendimi bir an da atletizm antrenmanında bulduk… Aynı anda tüm branşlar peş peşe… Yaşımız genç olsa neyse de… Allahtan ıslanmaktan korkmadığımız için yağmurda sporla geçiştirdik günümüzü…
Gezerken, bir zamanlar futbol oynanan, halkın sabahları yürüyüş yaptığı, gençlerin atletizm sporuyla tanıştığı, yelkencilerin malzemelerini hazırladığı, tenisçilerin raketlerinin tellerini kontrol ettiği şimdi yerinde yeller esen Karşıyaka Stadının yanından geçerken de yukarıda aktardığım atletizm sporunun bazı branşlarını da hatırladık!
Gülüyorsunuz değil mi?
Ne yazık ki bizi, ağlayacak halimize gülmeye alıştırdılar!
Hani bir söz vardır ya; Tilkiye “tavuk eti yer misin” demişler, “gülmekten söyleyemiyorum” cevabını vermiş…
Gülmek ve sana güvenenleri güldürmek…
Şimdi kime güveneceklerini, neye güleceklerini bilemiyorlar!
Bugün Karşıyaka Spor Kulübü’ne baktığımızda taraftarının gülüp gülmemek arasında bocaladığını görüyoruz…
Onların içinde fırtınaların koptuğu, sinirlenmemek için güldüğü en güzel konu “Karşıyaka Stadı…”
Aslında içleri acıyor da; konu açılıp “Stat yapılacak?” dendiğinde adeta sabırlarını sınıyorlar ve kendilerini zor tutuyorlar…
Şöyle bir yarayı deşecek olursak, İzmir’de “ilk yapılacak stat” olmasına karşın, tarihe “yapılamayan ilk stat” olarak geçti…
Karşıyakalıların içi kan ağlıyor da, çoğu insan inanın bu duruma bıyık altından gülüyor… Nasıl gülmesinler? Karşıyaka Stadı yapılacak dendiğinde Altay, Altınordu, Göztepe stat diye isyan etti… Üçü de stada kavuştu. Ya sen?
Nakarat aynı: “Ayrılık diye bir şey yok. Bu bizim yalanımız. Sevmek var, özlemek var, beklemek var…”
Sorarım “yapacağız” sözü verip de tutmayanlara. Acaba daha ne kadar beklenecek?
23 Kasım 2019 Cumartesi tarihli yazımda konuyu “Karşıyaka Stadı Hikayesi” başlığıyla yazmışım…
4 yıl daha geçmiş…
Sabır…
Stanislaw J. Lee’nin sözünün tam zamanı: "Sabrı öğrenmek de, sabır işidir."
Karşıyakalılar stadın yapılmasını daha ne kadar bekleyecek? Aynen 3. Ligden bir üst lige çıkılacağını beklemek gibi uzun sürerse, ne olacak?
Bakın Voltaire ne diyor: “İnsan beklemeyi, genellikle artık bekleyecek bir şeyi kalmadığı zaman öğrenir."
Bunu Karşıyakalılara sormamız gerekecek?
Bir de Karşıyaka Stadı’nın dili olsa da söylese: “Ben bunları hak etmedim. Burası spor mabedi. Korsan otopark, çöplük alan değil… Çocuklar cıvıldaşacak, koşturup spor için ter dökecek, gençler futbol oynayacakken şimdi martılar ile kargalar çöpte yiyecek kavgası yapıyor!.. Kurtarın beni bu durumdan!..”
Konuyu stada getirip de “Statla yatıp, statla kalkan” Karşıyakalıların yarasını deşmek istemedim. Benim de arzum bir an önce stadın yapılması.
Karşıyaka’da bırakın stadı, yapılacak bir futbol sahasına bile “Allah’ım Şükür” diyecek noktadayız.
Her zaman kürsüye çıkıp da attıklarında mangalda kül bırakmayanların, her dönemde tekrarladığı “Futbolumuzu amatör takımlarımız kurtaracak. Onlar futbolcu yetiştiren birer fabrika” diyenler, acaba haftada bir antrenman için buldukları futbol alanında, rakip takım ile yarı sahada çalıştıklarını biliyorlar mı? Yarı sahada prova, tam sahada maç yapma şansını bulabilen amatör futbolcuların hatırını ne zaman sordular acaba? Ama onlar her antrenmanda selam yolluyorlar. Haberiniz ola…
Sonra da diyorlar ki; futbolumuz neden yerinde sayıyor, geriye gidiyor…
Amatör spor kulüplerini yöneten başkan ve arkadaşlarının “birer kahraman” olduğunu her fırsatta anlatıyorum. Günümüzde amatör spor kulüplerini ayakta tutabilmek gerçekten çok zor. Hele futboldaki bürokrasi ve aktarma bedelleri onların bellerini büken en büyük etken. Geçtim; her gün zam yapılan zaruri ihtiyaçlarını, araç gereçleri ve spor malzemelerini…
Şartlar her geçen yıl daha da ağırlaşıyor…
Sadece futbol mu?
Diğer tüm branşlarda da durum hiç de iç acısı değil. Karşı tarafa sorarsan onlar her zaman haklı ve geçerli gerekçeleri oldukça fazla...
Ama sporun içinde yaşayan biri olarak özerk federasyonların son durumlarını gördükçe inanın Bolu Beyi’nin ünlü sözü aklımıza geliyor: “Tüfek çıktı, mertlik bozuldu…”
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!