Acaba sık sık kendinize sorduğunuz oluyor mu: “Biz neden böyleyiz?”
“Kurmuşlar düzenini çomak sokmaya gerek mi var” diyeceğim de; söz konusu çocukların yaptığı spor olunca diyemiyor ve haksızlık karşısında haykırıyorum… İnanın bu konuda yalnız da değilim. Mücadelemde hiçbir zaman Don Kişot ve yardımcısı Sancho Panza gibi tek kalmayacağımı adım gibi biliyorum. Hatta çığlık büyüyünce, dev bir orduya dönüşeceğiz… Kesinlikle de ezip geçeceğiz…
Her seferinde “Ben yaptım oldu” mantığı artık değişmeli… Mutlaka da değiştirilmeli!..
Savundukları şu cümleye bakar mısınız?
“Biz zaten yarışacak sporcu bulamıyoruz…”
Bulamazsın kardeşim… İnsanları kaçırmak, elindeki fırsatı yok etmek ve “körler sağırlar birbirini ağırlar” mantığıyla yürümekte ısrar edersen daha çok yerinde sayarsın… Bulunanları da kaçırırsın!..
Bazen kendime de kızıyorum: “Bu yaştan sonra senin işin mi, yılların bozuk düzenini değiştirmek…”
Olmuyor. Birilerinin yaraya parmak basması, akan kanı durdurması gerekmez mi?.. Bu tip insanlara hep prim veriyoruz. Neden “gerçek sporsever”in yanında yer almayalım. Onu veya onlar gibileri tek başına bırakalım. Sporu “spor” için yapmayalım…
Bize yakışır mı?
Kesinlikle hayır!
Düşünün…
Kendisini yarışın heyecanına kaptırmış olan veli, oğluna “haydi koş” diye bağırınca hemen müdahale ediyorlar: “Bağıramazsın!.. Çekil git oradan!..”
Üslup, kibar değil. Kabaca… Uyarıdan çok, hakaret içeriyor…
Sonrası malum. Karşılıklı söz atışması…
Araya girenlerden birisi “boş ver” diyor. Bağrışanlardan sporcu velisi, kendisini yatıştırmaya çalışana dönüyor ve “Kusura bakmayın. Biraz önce aynı arkadaşla bağırıştınız. Size kızmıştım. Özür dilerim. Yerden göğe kadar haklıymışsınız…” diye sesleniyor.
Dünyanın gelişmiş ülkelerinde bu sporu, bunun gibi sporları izleyenler sporcularını sözle ve alkışla teşvik ederler. Bu kesinlikle de kurallara aykırı değildir. Elbette bazı branşlarda yasak vardır, tenis karşılaşması sırasında bağırmak, tezahürat yapmak, alkışlamak gibi… Ama bunda asla böyle bir şey yok! Hatta zaman zaman yanında bile koşarlar, tavşan atlet misali…
Neden sonra bağıran yetkili gelip de; “Kusura bakmayın. Haklısınız. Yanlış yaptım. Özür dilerim” diyorsa… O zaman ne yaparsınız? İnanın haklı olmaktan bıktım. Keşke ben haklı çıkacağıma herkes işini yapsa!
Yeri gelmişken diyorum ki; özür dileyecek hataları sporcuların yanında lütfen yapmayın…
Sonra bakıyorum da; bu özürler o denli fazlalaşmış; eklene eklene tespih haline gelmiş… Al eline “Ya sabır” çek çekebildiğin kadar!.. Oysaki “Sabrı öğrenmek de, sabır işidir.”
“Bu kadar önemli bir yarışma değil. Neden ince düşünüyorsunuz…” sözünü sık sık kullansalar derin bir of çekmez misiniz?
Onlara; Çin Atasözü cevap versin: “Küçük olaylar karşısında sabırlı olmazsan, büyük planları gerçekleştiremezsin.”
Aslında bazen akışına bırakmak gerekir; yaprakları, suyu, mevsimleri, olayları, insanları ve bekleyip görmek gerekir sonuçları… İşte biz yıllardır akışına bırakıp sonuçlarını gördüğümüzden o denli hassas bir hale gelmişiz, en ufak olayı bile büyük olarak algılıyor ve sporcunun alın terinin yerde kalmaması için savaş veriyoruz… Vermeye de devam edeceğiz… O küçücük sporcunun bir damla gözyaşının yere damlamasına asla izin vermeyiz! İçimiz yanar!
“Hayat bir günde mi bozuldu ki, bir günde düzelsin” diyeceğim ama önce sabretmesini öğrenmelisin...
Yıllardır askerlerin yaptığı ve onların amansız mücadelesini izlemekten büyük keyif aldığım oryantiring sporuna korona virüslü günlerde “açık havada” ve “tabiatla baş başa” yapılması düşüncesinden çok, doğru adamı (Cengiz Altun) bulunca balıklamasına daldığımı itiraf etmeliyim… Hele, pırıl pırıl genç bir anne olan Büşra Altun gibi Türkiye Şampiyonunu antrenör-sporcuyu kulübüme (Bostanlıspor) kazandırınca mutlu oldum… Ardından bir de eşi Harun Altun çalıştırdığı gençlerle ekibe katılınca taşı gediğine koyayım: Keyfime diyecek yok!.. Ne derler bilirsiniz: Bundan iyisi Şam’da kayısı…
“Olmasa da hayatımızda lüks bir yaşam. Bizdeki keyif kimsede yoktur paşam!” İşte o hesap..
Mutlaka her sporun kendine has özellikleri, kuralları var. Oryantiring de de öyle. En önemlisi de haritası… Çözdün mü, koşmaktan çok yürüyerek kazanırsın. Yeter ki; aklını satrançta olduğu gibi kullan…
Kısa zamanda izlediğim birkaç yarış sonrası gördüğüm hatalar kadar, göremediğimiz güzellikler de var. Bu sporda da; felsefem olan “çözemediğim düğümü kesmeyi öğrendiğimden beri keyfim yerinde” sözünü yineledim...
O da bende kalsın…
Can Yücel’in şu sözünü hatırlayacak mısınız? “Hepimiz zirvede olmak isteriz ama asıl keyif, oraya tırmanırken yaşadıklarımızdır.”
Aynen öyle… Yeter ki, kazanmak hırsını yaşayacağına, yarışın keyfini çıkar… Başarılı olursan, hak edersen, nasıl olsa kazanırsın… Kazanırken de keyiflen… Yüzün gülsün.
Tüm sporlarda yaptığım gibi zirveye çıkarken, aldığım derslerle çok şeyler öğrenip, yorucu yolculuğumda bazen kavga ediyorum, bazen üzülüyor, çoğu kez seviniyor, geleceğin yıldızlarının bir güneş gibi parlayacağının ışığını hissettiğim an da zirvede olmak istiyorum…
Hep derim; kısa mesafede koşmam… Maratoncuyum!.. İlk metreler, ortası asla değil… Sonuna bakarım. İpi ilk göğüsleyen oldun mu?.. O an zirve senin… Ligin son haftasına kadar lidersin. Son maçı kaybet, şampiyonluk gitsin… Önemlisi; hep en önde geldiğin değil. Sonunda başardığın, kupayı kazandığındır!..
Oryantiring dedik, devam edelim…
Gönül verenleri gördüm… Yaşlı teyzem eski sporcu olarak izlemeye gelmiş… Heyecanına bakar mısınız?
Genç hakemler pür dikkat… Ama şaşkına döndüm, İzmir’de sadece 2 (yazıyla iki) bilgisayar hakemi olduğunu il temsilcisinden öğrendiğimde… Allah korusun ikisi aynı anda hastalansa veya mazeretli gelmese yarış iptal!.. “Neden?” diye sordum… Uzun zamandır kurs açılmıyormuş… Vay be!..
Son yarışmada 7 yaşından 14 yaşına kadar 3 grupta (10-12-14 yaş grubu) çocuklarımızı yarıştırdık. Hem ormanda (Sasalı) hem de şehir içinde (Bostanlı) 7-10 yaş grubu çocuklara yaptığınız haritayı daha basit hale getiremez miydiniz ki, çocuklarımız mahalle arasında, orman içinde kaybolma tehlikesi yaşamasın?
Amaç bu spora yeni sporcular kazandırmak, sporu sevdirmek, daha çok kitleye spor yaptırmak mı? Yoksa ağaçların etrafında, sokak aralarında gözü yaşlı dolap beygiri gibi döndürmek mi?..
Kusura bakmayın; çocuklarımıza spor yaptıracağız diye ağlatmanıza gönlümüz razı olmuyor… Olmaz da!..
Sonuçta onları orada görürsünüz, sonra arayın da bulasınız… Biz bir kez değil, ömür boyu yarıştırmanın peşindeyiz…
“Bütün dünyada bu spor böyle yapılır” diyenlere, Albert Einstein’in “Dünyada bir tane dahi çocuk mutsuz olduğu sürece, büyük icatlar ve ilerlemeler hiçtir” sözünü tekrarlamalarını öğütlerim.
Uzun lafın kısası, Fransız filozof, ortaçağ felsefesi bilgini ve tarihçisi Etienne Gilson’un dediği gibi yazıya noktayı koyayım: “Çocuğa küçük şeylerden zevk almasını öğreten, ona büyük bir servet bırakmış olur.”
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!