Yıl 1986-1987… O zamanlar henüz ortaokul birinci ya da ikinci sınıf talebesiyim. Elimizde iyi markaların taklidi olan veya Kupa marka basketbol topu ve ayağımızda da iyi markaların taklidi spor ayakkabılarımızla Karşıyaka’mızda ya liselerin bahçelerinde (Karşıyaka ya da Gazi), ya stadımızın beton panyalı potalarında, ya da Alaybey sahilindeki paten pistinin yanındaki potalarda kendimize abilerimizden yer bulabildiğimizce basketbol oynuyor ve sevdamız Karşıyaka’nın profesyonel basketbol takımıyla tarifsiz gururlanıyorduk.
Zaten kadrodaki yerli oyuncuların tamamı da Gazi ve Karşıyaka liselerinin potalarında oynayarak başlamışlardı bu işe… Kendimizi onlardan, onları bizlerden görüyorduk. Bu da yaşanan gururu misliyle katlıyordu. Sadece oyuncular değil koç da Karşıyaka’nın bağrından çıkmıştı. Ateş Özerk’in komutasındaki basketbol şubenin o sezon elde ettiği başarı, tamamı Karşıyakalılardan oluşan bir kurgunun başarısıydı. Belki de dünya tarihinde tek örnektir! Şimdi aradan geçen 37 yıla rağmen o kadroyu say deseniz yine sayabilirim.
Bir de 2014-2015 şampiyonluğumuz var tabi… Yine çok gururlandık, yine müthiş mutlu olduk… Dev bütçeli takımlar arasından sıyrılıp da elde edilen çok ama çok büyük bir başarıydı yine… Ama ne yalan söyleyeyim o kadronun size tamamını sayabilmeme imkan yok! Aradan geçen 8-9 yılda pek çoğunu unuttum gitti… Belki de o şampiyonlukta sahiplendiğim şey oyunculardan ziyade armamız, formamız, adımız olduğundandır…
Hal böyle olunca da insanoğlu böylesi bir başarının ardından da birilerini sahiplenme duygusuna kapılıyor işte… O şampiyonluk sonrası en çok sahiplenilen de koç Ufuk Sarıca oldu. Hatta öyle ki Karşıyakalılıkla yakından uzaktan ilgisi olmamasına rağmen adını parklara bile verdik. Hakkını yemeyelim ama, o da bu sevgiye karşılık vermeye çalıştı.
Fransız yazar Frederic Beigbeder’in ünlü bir kitabı vardır. Adı; ‘’Aşkın Ömrü Üç Yıldır’’ diye… Bizdeki Ufuk Sarıca sevdası ise bu süreyi de çoktan aştı. Haliyle de her iki taraf için de karşılıklı bir soğukluk girdi araya sanki! Özellikle de bu sene son haftalarda üst üste alınan başarısız sonuçlar ve yaşanan hayal kırıklıklarıyla taraftarlarda artık Ufuk Sarıca aleyhine, hatta istifa etmesi gereğini dile getirmeye başlayan eleştiriler baş gösterdi.
Ufuk Sarıca’nın da eski heyecanını ve inancını kaybettiğini gözlemliyorum. Bunda bir etken de belki de Mustafa Kemal Atatürk Kapalı Spor Salonundaki seyirci profilinin değişmesi de olabilir. Çünkü mütemadiyen maç sonu yaptığı açıklamalarında bir sonraki maçta seyircinin alışıldık Karşıyaka seyircisi olarak salonda bulunması yönünde mesajlar vermeye başladığını görüyorum. Mesajlar çoğu kez de yerini buluyor aslında. Sanki arası soğuyan iki sevgilinin arasını düzeltmeye çabalaması gibi… Sen bana bir adım at, ben sana on adım atarım misali… Ama her ilişkide olduğu gibi bir şeyler bittikten sonra artık eskisi gibi olamıyor hiçbir şey… Bu, işin duygusal boyutu tabii ki…
Teknik anlamda da çok ciddi sorunlar var!.. Türkiye’nin basketbolda Avrupa’da da başabaş mücadele etmeye başlayan bir ülke olmasının temellerini atanlardan Aydın Örs hocayı hatırlarsanız; Efes’te elde ettiği başarılarını çok sıkı savunma yapan bir takım kurgusuyla elde etmişti. Savunma, basketbolda kazanmaya götüren belki de en önemli etken! Maalesef Karşıyaka’nın özellikle bu sene savunmada çok yetersiz olduğunu hepimiz gözlemleyebiliyoruz.
Bir diğer konu da iyi bir koçun vasat bir oyuncudan bile bir yıldız yaratabilme becerisi olması gereği… Bakınız bugünlerde Partizan’da Obradoviç’in kimselerin tanımadığı gencecik oyuncuları nasıl da bir yıldız yapıp parlattığına… Ufuk Sarıca ise ne yazık ki hamurunda basketbol mayası olan, yetenekli oyunculardan dahi bırakın istifade etmeyi, ya köreltiyor ya da faydalanmayı bilmiyor.
Yakın geçmişte Onuralp Bitim örneğini yaşamıştık. Şimdi de Daron Hilliard örneğini yaşıyoruz. Bazı taraftarlar ağır diyor, bazıları çöp diyor, bazıları derhal gönderilsin diyor şu anda… Ben bu görüşlerden sadece bir şartla bir tanesine katılıyorum; ‘’eğer böyle oynamaya devam edecekse’’ evet gönderilsin. Ama bana göre asla ne ağır, ne de çöp. Bu oyuncunun geçmiş kariyerine ve önceki takımlarındaki performanslarına lütfen bir göz atın…
Tenerife maçında bir pozisyonda ayağı kayıp top kaybı yaptıktan sonra Ufuk Sarıca hemen oyundan almakla kalmayıp maalesef arkadaşlarının yanında refüze ederek kendisini bench’teki koltuğundan da kaldırıp adeta kovaladı. Sonra da oyun sonunda kurtarıcı gibi sahaya sürüp yüksek performans bekledi. Bunun adına tam bir hayalcilik denebilir ancak…
Yanısıra; şu anda takımın her maçta toplamda düzenli, planlı kaç tane set hücumu yaptığına bakacak olursak bu açıdan da ciddi bir handikap olduğunu görebiliriz. Şahsi becerilerle birkaç maç kazanabilirsin, ama takım oyunuyla çok fazla…
Ben kendi adıma Avrupa’da bir kupa istiyorum. Ufuk Sarıca ile Avrupa’da farklı kupalarda iki kez final oynayıp kılpayı kaçırdık. Ufuk Sarıca ile geçen sene Türkiye Basketbol Süper liginde yine final oynadık. Bunlar tabi ki de küçümsenemeyecek başarılar ama tarih hiçbir zaman ikincileri yazmaz. Bu da bir gerçek…
Şu anda sezon ortasında bir teknik ekip değişikliğine gitmenin fayda sağlayacağını düşünmüyorum. Her ne kadar Ufuk Sarıca ile ilgili yukarıda da yazdıklarımdan anlaşıldığı üzere görüşlerim artık çok da olumlu olmasa da bu konuya aklı selimle yaklaşmak lazım. Taraftar Ufuk Sarıca’yı, Ufuk Sarıca tekrar Karşıyaka ve basketbol heyecanını kazanabilecek mi diye sezon sonuna kadar çabalamaya devam edip sezon sonuna gelindiğinde duruma göre en doğru pozisyonu almak bence olması gereken yaklaşım…
Söz konusu olan, şu ahir ömrümde diğer tarafa göçüp gitmeden önce Karşıyaka’mızın basketbolda bir de Avrupa kupası kazandığını görmekse, ben bir şeylerin düzelmesi için çabalamaya da, Fenerbahçe ve Tenerife hezimetlerini affetmeye de, sabretmeye de razıyım. Yeter ki sabrın sonu selamet olsun. Olmazsa da Karşıyaka Ufuk Sarıca olmadan da Karşıyaka’ydı, Ufuk Sarıca gider bir başkası gelir ve yine aynı Karşıyaka olarak kalmaya da devam eder…
Sağlıcakla kalın!..
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!