Öyle sanıyorum ki artık herkese bıkkınlık geldi coronavirüs yazısı okumaktan. İnsanlar tekrar spora dair, sanata dair, siyasete dair ve hatta belki de en çok magazine dair haberler görme beklentisindeler. Kendilerini manen yormayacak, dinlendirecek, keyif verecek ya da merak ettiği konularla ilgili merakını giderecek yazılar okumak isteği büyük bir çoğunluğun belki de doğal olarak ortak paydası haline gelmiş vaziyette.
Her canlı, doğası gereği kendisini daha rahat hissedeceği koşulları arar. Bu durum hayvanlarda da böyle, insanlarda da... Tabi ki de insanı hayvanlardan ayıran çok önemli bir fark var; düşünebilme, muhakeme yapabilme ve buna paralel olarak da olması muhtemel şeylere karşı öngörüde bulunabilme becerisi! Bu farkı yaratan niteliklerini kullanmaması halinde ise diğer canlılardan pek de bir farkı kalmayacaktır insanoğlunun da...
Hal böyleyken ben kendi adıma bıksanız da, sıkılsanız da, okumak istemeseniz de çevresini gözlemleyen, gözlemlerini ve edindiği bilgilerini harmanlayarak muhakeme yapabilen ve tüm bunların sonucunda da kendince öngörülerde bulunabilen birisi olarak gündemimden henüz coronavirüsü düşürmek niyetinde değilim! Erişebildiğim kadar çok kişiye erişmeyi sürdürme çabam, ta ki ‘’gerçekten’’ insanlar için bu tehdit ortadan kalkıncaya kadar sürecek...
Tırnak içinde ‘’gerçekten’’ dememin nedeni, insanların kısıtlamalara dair gevşetme kararları alındıktan sonraki gerçek ötesi davranışlarından kaynaklanıyor. Daha önce defalarca eleştirdiğim maske takmama ya da maskeyi adam gibi takmama konusu, çarşı-pazar-avm’lerde hiçbir sosyal mesafe kuralının takılmaması durumu gibi konular zaten umarsızlığın boyutu daha da arttırılarak sürüp gittiği gibi, geçenlerde okuduğum bir köşe yazısı da resmen bu durumun üzerine tüy diker nitelikteydi!
Hürriyet Gazetesi gibi Türk basınının amiral gemisi olarak nitelendirilen bir gazetenin en tepedeki adamı, yani genel yayın yönetmeni olan ve aynı zamanda en çok okunan köşe yazarlarından biri olan Ahmet Hakan’ın 4 Haziran tarihli köşe yazısında geçen bir ifadeydi bu yazımın başlığı olan ‘’şu saatten sonra’’... O yazısının bir bölümünde ‘’şu saatten sonra’’ dedikten sonra kullandığı ifadelerin bir kısmını aynen alıntılayacak olursam, şöyle;
-Beni kimse eve tıkamaz
-Bana kimse günde 12 sefer el yıkatamaz
-Bana kimse ‘’önümüzdeki iki hafta çok kritik’’ diyemez
-Beni kimse uçağa binmekten alıkoyamaz
-Bana kimse ‘’eve girer girmez elbiselerini çıkar’’ diyemez
-Beni kimse ‘’bulaş oranları’’ ile korkutamaz
Ve ben de diyorum ki;
-Şu saatten sonra şayet toplum böyle davranacaksa coronavirüs ile mücadelede yaşamını yitiren sağlık çalışanlarının iki cihanda elleri yakanızda olacaktır
-Şu saatten sonra kimse gelip de coronavirüs hastaları bakıldığı için diğer hastalıklara yönelik tedaviler aksatılıyor diye yakınamayacaktır
-Şu saatten sonra kalkıp da, ‘’muhtemelen’’ virüsün hastalık yapıcı gücü ‘’sağlıklı ve genç bireylerde’’ azalmış olabileceğinden dolayı (bulaşma oranı veya hızı değil bu arada, sadece gücü) sayıları ciddi bir biçimde fazla olan asemptomatik taşıyıcıların neden olacağı 65 yaş üstü büyüklerimizde ve kronik hastalığı olanlarda olası ölümcül sonuçlar sonrasında hiç kimse bana ‘’yazık değil mi 65 yaş üstünün evlere bu kadar uzun süre tıkılması’’ diyemeyecektir
-Şu saatten sonra ‘’imam gaz çıkarırsa, cemaat ne yapmaz’’ lafının Ahmet Hakan sayesinde doğruluğunu bir kez daha anlamış olmanın verdiği huzursuzluğu anlatamam
Benim ‘’şu saatten sonra’’ larımla, Ahmet Hakan’ın ‘’şu saatten sonra’’ larının ulaşacağı kişi sayısında uçurumlar kadar fark olacağının bilincinde olsam da, Ahmet Hakan’ın tesir gücüyle benim tesir gücüm arasında da uçurumlar kadar fark olacağını biliyor olsam da yazmasaydım olmazdı diye düşünüyorum... Keşke Ahmet Hakan annesinin kendisine söylediği bir sözünü çeşitli yazılarında mütemadiyen dile getirirken, bu konuda yazarken de aklına getirseydi!
Annesi kendisine herhangi bir konuya dair bir şeyleri yapıp yapmaması yönünde nasihat verirken ‘’oğlum sen yapma, herkes yapar bir şey olmaz sen yaparsın olan yalnızca sana olur’’ dermiş. Diyorum ya keşke bu konuda da annesinin sözünü hatırlasaydı! Ve hatta bunu hatırlayıp, toplumun her bir bireyine de uyarlayarak bu yönde bir şeyler yazsaydı. Kimbilir belki o zaman ‘’önce can, sonra canan’’ zihniyetindeki bencillerin kendi tatlı canları için kaygılanıp doğru davranışlarda bulunmasına zemin hazırlayabilirdi. Bu vesileyle de risk grubundaki kişilerin can güvenliğine hizmet etmiş olurdu.
Ben günde 12 sefer ve gerekirse daha fazla el yıkamaya devam edeceğim, mecburiyetler haricinde keyif için sokağa çıkmamayı sürdüreceğim, uçağa da hala binmeyeceğim, kalabalıklardan da uzak duracağım, mesafemi koruyup maskemi düzgün şekilde takacağım, aileme dışarıdan virüs taşımamak için eve gelir gelmez elbiselerimi de çıkarmaya duşumu da almaya devam edeceğim ve kendi sağlıkçı çevremden aldığım verilerle ve sağlık bakanlığının açıkladığı verilerle ‘’bulaş oranları’’ takibimi sürdürüp çekinmem gerektiği süre kadar çekinmeye, hatta korkmaya, aynı zamanda da tedbir almaya devam edeceğim...
Tüm bunları yaptığım halde yine de bu virüse maruz kalabilirim. Çünkü benim bunları yapmam kendimden ziyade çevremi korumaya devam edecek ve aynı sorumlulukta olmayanların bu kadar fazla olması, Ahmet Hakan gibi çok okunan bir köşe yazarının da bunların yaptıklarına arka çıkması gibi nedenlerle her sorumlu birey sorumsuz bireylerin tehdidi altında kalmaya da devam edecektir.
Bakınız Karşıyaka sahiline, bakınız Karşıyaka çarşısına, bakınız Kordon’un haline, bakınız İstanbul Caddebostan’daki veya tüm Türkiye’nin şehirlerindeki merkezi yerlerin durumuna... Bunun adına neredeyse taammüden cinayete teşebbüs denir eyy 65 yaş üstünü, bağışıklığı düşük olanları, kronik rahatsızlıkları olanları düşünmeyen ve kendisini virüse meydan okuyan cengaverler zanneden maskesizler, mesafesizler, hijyeni gözetmeyenler ve bunlara çanak tutan açıklamalar yapan aydın geçinenler..!
Sağlıcakla kalın!..
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!