‘’Her sene başında basketbol federasyonunun fair-play kuralları için bir yazı veriliyormuş. Bu yazıda, bu seneki bütçemiz 70 milyon TL, bunun 50 milyonunu X firmayla sponsorluk yaparak alacağız. Bu form için kulüpten biri geldi bana. Sizin şirketlerden birini yazalım dediler. Ben de bir şirketimi yazdım. Gerekenler yapıldı ve form federasyona gitti. Bu belge Yaşar Ailesi’ne <İlker Başkan kendi şirketini basketbolda isim sponsoru yapmak istiyor. O yüzden yıllardır Pınar tarafından doldurulan belge İlker Başkan’ın şirketi adına dolduruldu> diye lanse edilmiş. Bunu onlardan öğrendim. Sonra araştırdım. Bu belge yıllardır Pınar adıyla düzenlenip gönderilmiş federasyona, bu sene benim şirketim yazılıp gönderilmiş. Bu olayı Pınar Grubu’na böyle anlattıkları için ilişkiler yara aldı.’’
Eski başkan İlker Ergüllü’nün ‘’ilk kez detaylı bir açıklama yapıyorum’’ diyerek Yenigün gazetesine verdiği röportajın bir kısmını alıntı yaparak bu yazıma giriş yaptım. Çünkü yukarıdaki paragraf merkezli olarak bazı dikkatimi çeken şeylerden bahsedeceğim…
Öncelikle bu açıklama sayesinde Pınar’ın neden sponsorluktan çekildiği konusu netliğe kavuşmuş oldu ve bu açıdan eski başkana teşekkürler. Tabi ki de onun bizlere yansıtmak istediği ile bizlerin anladığı farklı olarak netlik kazanmış da olabilir. İşte bu noktada okuyanların bakış açısı farkı devreye girecektir!
Röportajın tamamını bulup okuyun lütfen…
İyi niyetli bir bakış açısı ile yaklaşıldığında; eski başkanın Pınar yanısıra Yukatel ile de sponsorluk anlaşması yaparak kulübün gelirini arttırmaya yönelik çabaladığını, Mavişehir arazisi konusunda inanılmaz kafa yorup plan projeler yaptığını, sadece kendi cebinden kulüp için 105 milyon TL verdiğini ve kendisiyle birlikte bu rakama eşdeğer rakamları yola birlikte çıktığı kişilerin de vermeyi taahhüt ettiği halde kendisini yarı yolda bıraktıkları için sıfır borçlu bir kulüp olacakken olunamadığını, Yaşar Ailesi’ne kendisinin yanlış lanse edilmesi nedeniyle duyduğu üzüntüyü görüp eski başkan adına üzülmeye ve hatta ona karşı büyük bir sevgi-saygı duymaya başlanılabilir…
Bu röportaja kötü niyetli bir bakış açısı ile yaklaşıldığında ise; yazıma giriş yaptığım o röportajdan alıntı yapılan paragraf biraz ayrıntılı incelenip, değerlendirilip şöylesi sonuçlara da varılabilir: Bir kere paragrafın başında doldurulması gereken bir form’dan bahsediliyor ve bunun için kulüpten birinin gelip başkana o formda başkana ait şirketlerden birinin adını yazmayı teklif ettiği söyleniyor. Paragrafın sonlarına doğru ise konunun başkan tarafından sonradan araştırmasının yapıldığından bahsedip o formda yıllardır Pınar’ın adının yazıldığını öğrendiğini söyleyip bu sene benim şirketim yazılıp gönderilmiş deniliyor. Başlangıçta kulüpten biri geldi bana ve benim şirketlerden biri yazıldı denirken sonrasında benim şirketim yazılıp gönderilmiş’e dönüyor iş… Kendi içinde kendi kendisini yalanlayan bir açıklama adeta…
Böyle olunca da aynı açıklamada yer alan ve ‘’aslında aslı astarı yokken sanki ben kendi şirketimi sponsor yapmak istemişim gibi anlatılmış Yaşar Ailesi’ne’’ lafının samimiyetine inanabilmek mümkün mü peki?! Bu durumda Yaşar Ailesi’nin şöyle düşünüp de küsüp ayrılmış olması ihtimali çok mu uzak bir ihtimal; ‘’Besbelli ki bir deneme yapılmış, başka bir sponsor daha katılarak Pınar’ın hakimiyeti zayıflatılıp yanısıra da kendi şirketinin sponsorluğuna zemin çalışması yapılmış’’ diye düşünme ihtimallerinden bahsediyorum! Bu da, verilen bu röportaja gayet kötü niyetli ve fesatça olan yaklaşım olarak dile getirdiğim bir diğer düşünceydi…
Karar sizin…
Olan olmuş, yapan yapacağını iyi ya da kötü yapmış ve şu anda da yönetimsiz, sponsorsuz, borç batağında bir kulüp olarak hayatta kalma mücadelesi sürüyor. Son olarak Aralık ayı da bir şekilde kurtarıldı. İçlerinde eski başkanın da olduğu bir grup iş insanı (Hasan Denizkurdu, İlker Ergüllü, Mustafa Karabağlı, Azat Yeşil, Cenk Karace) ve yine Yaşar Holding’in desteği ile…
Peki ya Ocak, ondan sonra Şubat ve Mart, Nisan, Mayıs, ……. diye devam edecek olan süreçlerde neler yaşanacak?! Bu durumu bu şekilde günü kurtararak daha ne kadar idame ettirebileceğiz?!
Gönülden çabalayan, çıkarsızca kulüp için bir şeyler yapmaya çalışan herkesin Allah yardımcısı olsun, Allah yolumuzu açık etsin inşallah…
Yani anlaşılan o ki; işimiz Allah’a kaldı…
Bir diğer konu da Eric Mc Collum dışındaki yabancıların ve Thomas Akyazılı ile Ergi Tırpancı’nın maaşları yatmadığı için ihtarname çekmesi konusu…
Bu yaptıkları yüzünden bir kesim taraftar tarafından adeta aforoz ediliyorlar…
Bakın burda da iyi niyetli bakış-kötü niyetli bakış diyerek konuya girecek olursam; iyi niyetli baktığımızda ‘’her çalışanın, her emekçinin hakkı olan kazancı zamanında ve eksiksiz ödenmelidir, ödenmediği takdirde de o çalışanın yasal zeminde hakkını aramasına söz söylenmemelidir’’ diyebiliriz…
Kötü niyetli baktığımızda ise ‘’ihtarname çekenlerin canları cehenneme, Karşıyakamıza sadakatları yoksa defolup gitsinler, bu kadar da mı vefa duygusu olmaz, bu kadar da mı toleranssız olunur’’ şeklinde düşünülebilir…
Benim görüşüm ise şu; ‘’yıllardır alt yapı da alt yapı diyip duruyoruz, alt yapının önemini ve kimseye muhtaç olmamanın temel koşulu olduğunu söylüyoruz ama maalesef yıllardır da taşıma su ile değirmen döndürüp sonrasında ise o kişilerden kulübe bağlılık, fedakarlık, sabır gibi davranışlar bekliyoruz, madem ki uzun yıllardır tercih bu yönde, o zaman kimsenin de bu tarz kriz anlarında bu oyuncuların bu yaptıklarına kızmaya hakkı olmamalıdır’’ diyorum…
Sağlıcakla kalın!..
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!