Bilmen, siz biliyor musunuz? “Kiminle nerede ve nasıl dans edeceğin çok önemli” derler…
Ortamına göre söylenen bu değişmeceli anlamdaki cümle, bazen de argoda bir güç gösterisi gibi
önemli yer tutar... Ne var ki; lafın hangi anlamda söylendiğinden çok; kimin için olduğu, bir de nedeni önem taşır.
Bazı insanlar vardır. Ne zaman, ne yapacağı belli değildir. Bunlara arkanız asla dönülmez. Neden mi? Çünkü yüzünüze güler, arkadan acımasızca vurur!
Sizi gördüğünüzde sarılır, “Vay kardeşim benim…” der. Adeta gönlünüzü almakla kalmaz, sevgisini doruk noktasına ulaştırır… Yanından ayrıldığı veya siz ayrıldığınızda da arkanızdan “Öf, ne kadar sıkıcı. Çok yaramaz adam” lafını yapıştırır. Bu kelimeler en hafifi olur, bazen…
İşte bu ve bunun gibilere azami dikkat edin… Yangında kurtarılacak ilklerden kesinlikle değildir… İnsanoğlu olduğuna bakmadan gözü kapalı bırakın yansınlar!.. Şu acıma hissi ve af etme güdüsü ağır basmıyor mu? Kaybedilen hep bundan…
Bu tiplere nerede mi rastlarız?
Cırcır Böceği değildir ki, Ağustos ayında sabaha kadar ötsün… 4 mevsim 12 ay yaşamın olduğu her yerde görmek olası… Spordan tutun da, aklınıza gelecek tüm alanlarda türemişlerdir… Aynı hamam böcekleri misali… Ne zaman nereden çıkacakları belli değildir. Ama en gerçekçileri siyasetin tam içindedir… Hele hele “Beş parmağında beş marifet var” havasını atarak, her dönem de güçlünün yanında yer alıp, “yanardöner” olarak prim yapmaya çalışıyorsa vay halinize… Size “Kardeşim” ile başlayan cümleyle sarılıp sahte sevgi gösterisi yapıyorsa bilin ki, potansiyel tehlike…
İnsanoğlunun dilinde ayar yoktur. Önce söylerler sonra da güç durumda kalınca “Ay dilimi eşek arısı soksaydı da, söylemeseydim” derler... Bazen cıvataları gevşetip, düzene de ayak uydurmak için genelde de inkâr yolunu seçerler… “Vallahi sana demedim” de en büyük silahları olur… Ama iş işten geçmiştir...
Derler ya; “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye…”
Güç göstergesi çeşitli söylemler, icraatlar, laf salatasıyla olur… Gerçek er meydanındadır. Ortaya çıkar, gücünü gösterirsin… Gerisi palavra!
Attığın zaman mangalda kül bırakmayacaksan, erkek gibi “hodri meydan” diyerek güreş tutarsın… Veya varsa bir gocunduğun nokta, yüzüne haykırır hesabını sorarsın. Neymiş o hamamdaki kadınların yaptığı gibi dedikoduculuk… Koskoca adamlara yakışıyor mu? İnsan, sözünün de eri, kalıbının adamı olmalı. Bazen genç bir kız bile senden daha delikanlı gibi örnek oluyor…
Unutmayın, gerçek ne kadar acı olursa olsun, yalan kadar yaralayamaz insanı…
Covit-19 sürecinde uzun süre spordan uzak kaldık.
Sonrasında futbolda iki lig peş peşe başladı. Finişe doğru da gidiyor. Maçlar seyircisiz oynanınca da, “göz görmeyince gönül katlanır” derler ya… Aynen öyle gıybet kazanı fokur fokur kaynıyor… Şampiyonluk yarışına yorumlarıyla katılmayan hiçbir kimse, kişi, kurum kalmadı maşallah!..
Kedi erişemediği ciğere mundar dermiş…
Sokaklarda adım başı görmeye alıştığımız kedileri geçtim de, bizim insanımızda çok olmaya başladı böyle şeyler… At atabildiğin kadar…
Korona Virüsten sonra sokağa çıkıp da güneş mi geçti başlarına?..
Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray’ın durumu ortada… Trabzonspor yıllar sonra silkindi… Ya Başakşehir’e ne demeli?..
“Papatya Falı”nı bilirsiniz. “Seviyo, sevmiyo… Seviye, sevmiyo…” Şampiyonluk da bu misal, “Hakemler şunu yapacak, teşkilat bunu istiyor. Katar’a satılacak, Avrupa’ya pazarlanacak…”
İçi seni yakar, dışı beni…
Hiç mi yok; sahada bu şartlarda mücadele eden, ekmek parası için topun peşinde koşan futbolcuların akıttığı alın terine saygınız?
Sporun güzelliği masa başı değil, sahanın içindeki mücadele ile olur. Kazanmanın keyfi de yine aynı uğraşın sonucunda gelmelidir…
“Bana bir şey olmaz” diyerek maske takmayan, sosyal mesafe kuralına uymayan, ulu orta tükürenleri gördükten sonra “şampiyonu belirlediler bile. Sizin hiçbir şey bildiğiniz yok” diye ahkâm kesenlere kızmamak gerekir…
Biz böyleyiz işte…
Elbette bu bir genelleme değil. Tablonun üzerindeki resim. Bardağın dolu tarafı. Bir de boş tarafına bakmak lazım.
Burası gerçeklerle dopdolu. İnsancıl, sporu spor olarak yapan ve benimseyen gerçek spor insanlarıyla… Ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim” sözünü sonuna kadar savunan gençlerle, yaşlılarla, çocuklarla yürümeliyiz doğru bildiğimiz Atatürk’ün yolunda…
Futbol gerçekten çok zor bir spor. Oynayanları bırakın, yazanlar, çizenler, yorum yapanlar için de kolay iş değil.
Bizim ülkemizde herkes antrenör… Mustafa Denizli, Fatih Terim, Şenol Güneş onların yanında solda sıfır… “Bu sol beke konur mu? Onun yeri orası değil. Bu nasıl takım? Yedek kalacak oyuncu mu? Hocam daha çıkarmayacak mısın? Bu nasıl değişiklik. En son çıkacak adam…”
Hepimiz teknik direktörüz… Hem de UEFA’nın, FİFA’nın verdiği en büyük antrenör belgesinden de daha büyük belge sahibiymişiz gibi… Ahkâm kesmekte, iddia etmekte üstümüze yok!
Hakemlik mi? Cüneyt Çakır bile yanında solda sıfır… Ne ben söyleyeyim. Ne de siz anlatın… Hepimiz kuralları ezbere biliyoruz sanki de… Ama söylemlerimiz ne yazık ki gerçeklerle yüzleşiyor.
Bildiklerimiz bilmediklerimizin yanında bir hiç…
Konfüçyus’un dediği gibi: “Bildiğini bilenin arkasından gidiniz. Bildiğini bilmeyeni, uyandırınız. Bilmediğini bilene, öğretiniz. Bilmediğini bilmeyenden kaçınız.”
Bunu yapanlar her zaman kazanıyor. Sokrates’in çok sevdiğim bir sözü var: “Ben bilmediğimi bildiğim için, diğer insanlardan akıllıyım.”
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!