Covid-19; kendi steril, korunaklı dünyalarında güvende olduklarını zanneden küresel muktedirlerin de güvende olmadıklarını, bir ‘pandemi’nin kurbanı olabileceklerini açık bir şekilde ortaya koydu. “Doğayı ve insanı daha fazla sömürerek, savaş sanayine daha fazla kaynak ayırarak sermaye biriktirebilirsiniz ancak unutmayın ki, dokunulmaz değilsiniz” dedi sanki virüs. Eğer insanlığın bir geleceği varsa, bu ancak ortaklaşmayla, paylaşmayla ve öteki ile birlik olmakla sağlanabilir. Bunu da “büyük harflerle” yazdı, doğrusu. Hakkını yemeyelim.
Korona salgını, binlerce insanın gelişim sürecine ağırlığını koydu ve önümüzdeki yakın dönemde insanlar alışık oldukları davranışlarını değiştirmezlerse, korona virüsü can almaya devam edecek gibi. Çünkü her organizma gibi, gelişim sürecinde ilerlemeye çalışacaktır. İnsanın görevi ise bu süreci durdurmaktır. Ancak insanlığın bu beceriyi kazanması birdenbire olmuyor. Bu zaman zarfında her birey, kendi özellikleri ve olanaklarına bağlı olarak gelişiyor. İnsanın gelişimi belli bir sıraya, düzene bağlı. Özelikle biyolojik gelişiminde bunu görebiliyoruz. Kişilik gelişiminin de belli bir sıraya göre geliştiğini varsayan teoriler var.
Uzmanlar; dünyayı derinden etkileyen yeni corona virüsüne bağlı pandemi sonrasında yer kürede yeni bir yaşam algısının şekillenebileceğine ilişkin fikirler geliştiriyorlar. Sosyal izolasyonun da sanıldığı gibi kötü sonuçlar doğurmayabileceği düşünülüyor, insanların evlerine kapandığı süreçte yaşantılarını yeniden değerlendirmeye başladıkları ve üretken hale gelebilecekleri öne sürülüyor. Karantina döneminde insanların yeni kararlar almaya başladıkları, istemedikleri kişilerle ilişkilerini daha rahat sonlandırdıkları gözlemleniyor. Bazı insanların “marka eşyaya ihtiyacım yok” diyerek lüks tüketim alışkanlıklarından kurtulduğunu, bazılarının ise psikolojik sorunlarını bu süreçte tedavi etmeye çalıştığını söyleyen araştırmacılar, Covid-19’un sosyal mesafe önlemlerinin, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık gibi ‘ayrımcı’ yaklaşımların önüne geçtiğini vurguluyorlar.
Harvard Üniversitesi psikoloji bölümünden Dr. Susan David; yaşantımızın, inisiyatifimizin dışına çıktığı bu kriz günlerinin üzücü sonuçları olabilecekse de, stres ve travmalarla mücadele eden insanların bu süreçten gelişerek ve güçlenerek çıkacaklarını belirtiyor. Alışkanlıklarımız ile rutinimizin salgından ciddi şekilde etkileneceğini öngören uzman; normal zamanda bireylerin marka, terfi ya da statü beklentileri yüzünden kendileriyle bütünleşme imkanı da bulamadığına işaret ederek, esasen bizi sarsacak böylesi bir değişime ihtiyacımız olduğunu da vurguluyor. Gerçekten de, kendileriyle baş başa kalan insanların, bir zamanlar hayatlarında önemli olan alışkanlıklarını aşarak, insancıl ve naif yönlerini keşfetmeye başlayacakları söylenebilir, sanırım.
“İnsanlar, virüsün sevdiklerini etkilemesi nedeniyle yaşadıkları olaylardan ve tecrit atmosferinden kurtulmak için küçük eğlencelerin, küçük sevinçlerin peşine düşecek” diyorlar. Bu noktada pek çok alışkanlığın değişeceğini söyleyebiliriz. Örneğin, insanlar alışveriş dürtüsünü dizginleyecek. Günlük kahve ve sigara tüketme isteğinin yerini ise uzun yürüyüşler alacak. Kimbilir belki de her şeye yeniden başlayacağız, çatışmaların, eşitsizliğin, ayrımcılığın ve neo-liberal küreselleşmenin zararları apaçık ortada çünkü. Dünyanın daha adil bir düzende gelişebilmesi için ise bilime, akla ve toplumsal birlikteliklere ve en çok da birlikte hareket etmeye ihtiyaç var.
Sonuçta aldığımız ders şudur; sen güvende değilsen, ben de değilim.
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!