AEK, Galatasaray derken Telekom Bonn maçı ile sarsıldık.
Her maç kendi kahramanını yaratıyor. AEK maçında Kenan Sipahi başroldeydi. Her ne kadar üçlük atamama direnci sabit kalsa da savunma direnci üst seviyedeydi. Bir de yanına eklediği içeri penetreleri, sırtı dönük iken yaptığı reverse’leri ile sağladığı skor katkısı da olunca AEK maçının kahramanıydı.
Galatasaray maçında ise tabii ki Erick Mc Collum maçın yıldızıydı. Sadece attığı son saniye sayısı nedeniyle değil tabii ki de, ona gelinceye kadar verdiği skor ve assist katkısı nedeniyle de… Mc Collum bu sezon sadece kendine oynayıp takıma oyun kurmayacak mı acaba kaygılarımı tamamen sildi attı.
Telekom Bonn maçında ise bir kahraman çıkartamadık ve kaybettik. İşte zaten temel sorun da burada…
Bireysel olarak maçlarda bir kahraman çıkartabilirsek maç kazanıp, çıkartamazsak maç kaybetmemiz basketbolun, hatta genel olarak tüm takım sporlarının ruhuna aykırı bir durum!
Takım yeni. 12 yeni oyuncu var. Ufuk Sarıca’nın tabiriyle ‘’yolda büyüyen bir takım’’ olma düşüncemiz var. Bunların hepsi makul. Ama gerek kazandığımız maçlarda gerekse kaybettiğimiz son Telekom Bonn maçında takım olabilme yolunda azar azar da olsa aşama kaydedilmeye başlandığının bir işaretini göremedik maalesef.
Sadece Mc Collum ile en fazla kaç maç kazanabiliriz?!
Veya Kenan kaç maçta AEK maçındaki gibi olabilecek. Ve dahası üçlük yüzdelerini yükseltebilme ihtimali ne derecede olası?!
Kuzminskas çok önemli ve bu takım için gerekli bir oyuncu. Buna rağmen Kuzminskas’ın tek başına kurtarıcı rolünü üstleneceği performansları olabilecek mi veya olabilecekse kaç maçta olabilecek?!
Yani diyeceğim o ki; bir an önce takım olmalıyız. Bir oyun kurgusu içerisinde hareket etmeliyiz. Takımın zaten hala ciddi bir 5 numara sıkıntısı varken, yanı sıra kesinlikle alternatifi de olması gerekirken maalesef şu aşamada olmayan Jaylon Brown’ın bu vasat formuna mecbur kalınmışken tüm bu handikapları kapatabilmenin tek yolu birbiri ile uyumlu bir takım haline gelmek!..
Ayrıca, bu takımın başarı veya başarısızlıklarının baş sorumlusu da Ufuk Sarıca olacaktır. Bu yepyeni takımı kuran o çünkü. Böylesi bir sorumluluk altındayken Ufuk Sarıca’nın da formunu hep yüksek tutması gerekli.
Son üç maçta da aklıma taktik anlamda sorulması gereken şu soru geliyor mesela; ‘’neden yanlış ilk 5 tercihleri ile sahaya çıkılıp, ciddi bir skor farkına maruz kalıp, sonrasında önce o farkı eritmeye akabinde de (olursa eğer) maçı kazanmaya çabalayarak fuzuli enerji harcıyoruz?! En baştan en güçlü 5 ile sahada yer alarak hem skor anlamında hem de moral açısından geri düşmemek varken…’’ Gerçekten de bazı kararlarında Ufuk’u anlamakta güçlük çekiyorum.
Bir diğer takıldığım, hatta üzüldüğüm de diyebileceğim konu ise ‘’basketbol artık bu hale mi evrildi?’’ sorusunun cevabı. Yani gününde olup da üç sayılık atışlarda yüksek yüzdeli oynayan takımın her daim kazanacağı bir sistem…
Eskiden çok daha fazla top paylaşımları, çok daha fazla içerden kurulan oyunlar ve çok daha fazla spektaküler hareketler izlerdik ve o haliyle basketbol seyir keyfi de daha fazla olan bir spordu. Telekom Bonn maçında 22’de 4 üçlük oranıyla kazanmamız zaten mümkün olamazdı. Diyorum ya, yeni basketbol bu hale evrildi çünkü…
Madem öyle oldu, o zaman biz de takım olarak şartlara göre gereğini yapabilmeliydik o da ayrı bir konu. Ufuk Sarıca gibi faal oyunculuk hayatında kendisine yanılmıyorsam bir Bologna maçı sonrası ‘’bombacı’’ lakabı takılmış olan bir üç sayı canavarının çalıştırdığı takımın bu kadar düşük yüzdeli üç sayı kullanması ise tam bir ironi… Hocam, Kenan’dan başlayarak, her iki Brown’a da öğret şu işin sırrını Allah aşkına…
Sağlıcakla kalın!..
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!