Yaprakların yere düşerek sonbaharı anımsatacağı tarih yaklaşırken yazın son günlerini fırsat bilip, bir sözümüzü daha yerine getirdik…
“Söz, yaz bitmeden geleceğim” demiştim…
Tanıdığım günden bu yana meslektaşlıktan da öte, kardeşlik seviyesindeki sevgi-saygı ilişkimiz olan, “İzmir Basını”nın kendisini her geçen gün geliştiren, bulunduğu yere tırnaklarıyla kazıya kazıya, mesleğine alın teri akıtarak gelen, medya dünyasının “güzel insan”larından Atilla Köprülüoğlu’nu görmek, sohbet etmek için Yeni Foça’daydık…
Aracımızı bıraktığımız otoparktan uzun olmayan bir yürüyüş sonrasında yine kucaklaştık, Karşıyakalı eskimeyen dostlardan Köfteci Mustafa (Ulubay) ile…
Mustafa’nın Atilla ile olan dostluğu bazılarını kıskandıracak cinsten… Ayrı renklerin aşığı olmalarına karşın, ortak noktaları o kadar çok ki… Bu da onların gerçek arkadaş, ağabey-kardeş ilişkisini perçinlemiş…
Yeni Foça günlerinde bu ikiliyi bir arada görmemek için kör olmanızın gerektiğini diğer dostlarımız iletiyordu… O nedenle de, Atilla ile buluşmamızda Mustafa Ulubay da olmazsa olmazdı… Üstelik o bizi evinde misafir etti…
Karşıyaka’dan sonra Yeni Foça’yı da benimseyen, uzun süredir de yaz-kış bu sahil kentinin burun ucunda severek oturan Mustafa Ulubay’ın elleriyle diktiği ağaçların gölgesinde, gözü gibi baktığı bahçesindeyiz…
Denizden esen rüzgârın olmayan saçlarımızı kaldırmaya çalışması bir yana, ağaç dalları arasından süzülen güneşin ısıtmaya çalıştığı vücudumuza serinlik vermesi sohbeti daha da derinleştiriyordu…
İkisi gazeteci, diğeri de spor yöneticisi üç spor adamı bir araya gelince konu ne olabilir ki; sporun dışında?
Biz de öyle yaptık…
Havadan sudan değil, İzmir ve Türk Sporu’ndan konuştuk.
Mustafa, Karşıyaka futbol takımının Kuşadası Tusan Oteldeki kamplarında yaşadığımız anıları anlatırken, adeta o günlere gittik… Yeniden yaşadık.
Gerçek arkadaşlık, kardeşlik, bağlılık, birlik ve beraberliğin bir takımda olması gereken her şeyin yaşandığı, ekip ruhunun yerleştiği dönemin Karşıyaka futbol takımının kamplarındaki anılar yazılsa inanın üniversitelerin spor bölümlerinde okutulacak kitap olur…
Aslında bu sadece Karşıyaka da değil, her takımda böyleydi…
Zaman zaman eskiler “Ah o günler…” dediklerinde haksız da değiller… Bugünkü futbola, takımlara, gündeme, futbolculara, teknik adamlara, başkanlara, yöneticilere baktığınızda ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Gazcı Erol, Pertev Molay, Gode Cengiz, Köfteci Erol, Gömlekçi Cavit, Mastika Ali, Doğan Emültay, Seyfi Talay, Erol Baş… Nurlar içinde yatsınlar. Mekânları cennet olsun…
Sabahattin Sakıpağa, Turgay Meto, Ekrem Güçsav’da da sağlıklı uzun ömürler…
Sohbetimizde başrolleri alan isimler oldular. Daha kimleri anmadık ki…
O günler, o futbolcu ve yöneticiler aranmasa hepsine haksızlık olur!
Yöneticilerden söz ederken, Mustafa Ulubay sosyal medyaya da yazdığı önerisini yineledi:
“Avniciğim… Bostanlıspor’da harika işler yapıyorsun. Senden rica etsem de yönetici kursları açıp, biraz da yönetici yetiştirseniz olmaz mı?”
Spor yöneticiliğinde yaptığımız iş, doğru bildiğimizden olsa gerek. Yapılması gerekeni yaptığımızı söylerken aklıma da Jean Paul Sartre’nin şu sözü geldi: “İnsan, yaptıklarından pişmanlık duymadan, devamlı bir şeyler yapabildiği sürece vardır.”
Yeri gelmişken şu Fransız atasözünü de kullanmak istiyorum: “Kişi ancak, yaparak yapabilir hale gelir.”
Biz de yapa yapa, yapabilir hale geldik! İşte o nedenle de, karşı tarafa güzel geliyorsa biz o güzel işleri yapmaya devam ediyoruz…
Aslında Mustafa Ulubay’ın önerisini üniversitelerin spor fakülteleri, Beden Eğitimi Spor Yüksek Okulları’nın akademisyenlerinin düşünmesi ve gündeme getirmesi gerekir. Günümüzde moda olan “uzaktan eğitim” ile çözülebilecek bir yöntem. “Eğitim almayan, sertifikası olmayan yöneticilik yapamaz” diye kural konmalı.
Akademisyenlerin yanı sıra Gençlik ve Spor Bakanlığının da bu konuya parmak basmasını öneriyorum.
Şimdi üniversitelerimizdeki akademisyen arkadaşlarımız çıkacak ve “Bizim okulumuzda, fakültemizde spor yöneticiliği bölümü var. Biz spor yöneticisi yetiştiriyoruz” diyecek.
Haklılar…
Bakın onlar kime spor yöneticisi yetiştiriyor.
Bu bölüm bir üniversitenin spor bilimleri fakültesinin resmi web sitesinden alındı:
“Spor Yöneticiliği bölümümüzde; spor endüstrisi, rekreasyon ve boş zamanların değerlendirilmesine yönelik hizmetler sunan organizasyonlarla birlikte, kamu ve özel sektördeki sporla ilgili kurumlara, okullara ve üniversitelere hizmet verebilecek kalifiye elemanları yetiştirmeyi amaç edinmiştir.
Spor Yöneticiliği bölümümüzden mezun olanlar; Gençlik ve Spor Müdürlüğü merkez ve taşra teşkilatının öğrenim ve uzmanlık alanlarına uygun hizmet birimlerinde, ülkemizin turistik otel, motel tesislerinde değişik düzeyde yönetici olarak, özel spor salonları kuruluşları ve işletmelerinde sağlıklı yaşam adıyla toplumsal yaşamımızda yer alan faaliyetlerin organizasyon ve uygulamalarında beş yüzden fazla işçi ve memur çalıştıran özel ve kamu kuruluşlarında ve yerel yönetimlerin ilgili kadrolarında yönetici olarak ve herhangi bir birikin sportif faaliyetlerinin organizasyon ve uygulamalarında profesyonel spor yöneticisi olarak görev alabileceklerdir. Bölümümüz, bu görevleri gerçekleştirecek nitelikteki spor yöneticilerini yetiştirirken, programında hukuk, işletme, yönetim ve organizasyon, iletişim, pazarlama gibi ders ve konulara yer vermektedir.”
Evet, bu bölümleri bitirenler yukarıda sözü edilen hedef yerlerde iş bulabilirlerse çalışıyorlar. Profesyonel iş olarak bunu yapıyorlar…
Biz bundan söz etmiyoruz.
Spor Kulübünde yöneticilik yapacak olanların eğitilmesini gündeme getiriyoruz…
Bugüne kadar Spor Bilimleri Fakülteleri ve Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okullarından (BESYO) mezun olan kaç kişi spor kulübünde amatör olarak kulüp yönetiyor?
Hangi biri amatör veya profesyonel spor kulübünde yöneticilik yaptı veya yapıyor?
Elbette yapan vardır ama inanın bu sayı iki elin parmağını bile geçmez…
Bu durumda önerimiz, kulüplerimize spor yöneticiliği yapacak olanların eğitilmesidir. Adı “Spor Kulübü Yöneticisi” olabilir.
Spor kulübü yöneticilerinin çoğunun iş insanı olduğu, işlerinin yoğunluğu nedeniyle de uzaktan eğitimle konu da çözüme ulaşır. Bugün dünyada bu tip eğitimlerin çok yaygın olduğu bilinmektedir.
Jim Rohn’un dediği gibi: “Yeteri kadar nedeniniz varsa, her şeyi yapabilirsiniz.”
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!