Özel aracınızla Bursa üzerinden seyahat ettiğinizde, Uluabat Gölü kıyısında mola vererek nefeslendiğiniz oldu mu?
Birbirinden güzel ve özel iki yarımadayı şöyle bir gezelim derseniz; tarih, turizm, doğanın iç içe olduğunu göreceksiniz. Hele birisinde de mevsimine denk geldiğinizde leyleklerle tanışma şansına sahip olup, anılarınıza bunu da not edebileceksiniz.
Açlığınızı gidermek isteyecek olursanız da, gol kıyısında kahvaltı, öğle veya akşam gölden yakalanan sazan (kızılkanat), yılan balığı, turna balıklarından oluşan menü oldukça keyif verici… Mevsimine denk gelirseniz de Doğu Avrupa Kerevitini mutlaka denemelisiniz…
İsterseniz önce Uluabat Gölünden söz edelim…
Eski ismi Apolyont Gölü olup, Bursa ilinde büyük bir tatlı su gölüdür. Gerek plankton ve dip canlıları, gerekse sucul bitkileri, balık ve kuş popülasyonları açısından Türkiye'nin en zengin göllerinden birisidir. Nisan 1998’de T.C. Çevre Bakanlığı tarafından Ramsar Alanı olarak ilan edilerek, 4. Uluslararası Expo 2000 Konferansı'nda da “Uluslararası Yaşayan Göller Ağı”na dâhil edilmiştir.
Mustafakemalpaşa ve Kocasu çayları gölü besleyen ana kaynak olup, göl yüzeyine rastgele yayılan 11 adet ada bulunmaktadır. Bunların en küçüğü olan Heybeli Adası 0,25 ha (Hektar, sembolü ha. 10.000 m²ye eşit olan alan ölçü birimi. Hekto ve ar sözcüklerinin birleşiminden oluşmuştur ve 100 ar anlamına gelir), en büyüğü 190 ha ile Halilbey Adası’dır. Diğer adalar büyüklük sırasıyla sırasıyla Terzioğlu (Süleyman Efendi) Adası, Manastır (Nail Bey Adası, Mutlu Ada) Adası, Arif Molla (Molla Efendi Adası), Şeytan Adası, Büyük ve Küçük Kerevit Adaları, Bulut Adası, Kız Adası ve Heybeli Adası olarak adlandırılır. Uluabat Gölü üzerindeki bu adalar Jura kalkerinden oluşmuş olup, fırtınalı havalarda birer dalgakıran görevi yapmaktadır. Gölün kuzey kıyısında bulunan iki yarımadadan birinde Eskikaraağaç, diğerinde Gölyazı Mahalleleri (köyü) bulunur. Rakım 7 metredir.
Gölün kuzeyinde Eskikaraağaç, Gölyazı ve Kirmiktir, batısında Mustafakemalpaşa, doğusunda Akçalar, güneyinde Akçapınar, Fadıllı ve Furla yer alır. Gölün kuzey kıyıları oldukça girintili çıkıntılı bir yapıya sahiptir.
Göl kıyısındaki iki yarımadadan birisi Gölyazı’dır ki en bilineni de burasıdır. Üzerinde bir manastır, tarihi kalıntılar bulunur. Ama en önemlisi de Ağlayan Çınar’dır.
İsterseniz, Ağlayan Çınar’ın ne olduğundan söz edelim. 1998 yılında yaşı 725 olarak tescil edilen, bugün 730 yaşında olan Gölyazı Mahallesi'ndeki Ağlayan Çınar, Bursa'nın en yaşlı anıt ağaçlarından birisidir. Onun halk arasında bilinen öyküsü şöyledir:
Gölyazı'da yaşayan Rum kızı Eleni ile Mehmet'in, mübadele döneminde geçen hüzünlü aşk hikayesi aşıkların bu ağaç altında can vermeleri ile son bulur. Bu rivayet edildiğinden dolayı halk arasında Ağlayan Çınar olarak adlandırılan ağacın gövdesinde geniş bir kovuk bulunmaktadır.
Görülmesi gereken bir anıt ağaç… Hayran kalmamak elde değil…
Uluabat Gölü’nde sazan, yılan ve turna balığının yanı sıra çok sayıda kuş çeşidi yaşamaktadır. Hayat veren bu göl asla unutmadığım can almıştır ki, spor dünyasını adeta yasa boğmuştur…
Bursaspor tarihine acı bir hikâye olarak geçen bu olayın kahramanı Macar futbolcu Tulipan ve ailesidir.
Unutamayacağım maçlardan birisidir, Bursa’daki Bursaspor-Altay Türkiye Kupası finali…
Hürriyet İzmir Spor Sorumlusu olarak çalıştığımız dönemde, maçı izlemeye gittiğimde baba dostu, Akhisarlı büyüğüm, ağabeyim Cavit Çağlar’ı ziyaret etmeden olmazdı... Kurduğu gazetenin hazırlıklarının yapıldığı binayı gezdirmişti. “İstediğin an gel. Burası senin” dediği halen kulaklarımda…
Gurur duydum, elbette…
Ama Bursa’dan meslekte çalışmak için daha sonra da aldığım birkaç teklif oldu, değerlendirmedim… Edenlere “Teşekkür” ettim…
Neyse…
Dolu statta final maçını izledik… Bursaspor’un Macar futbolcusu Tuylipan’ın mükemmel golü Altay’ın pes etmesine yetti… Kupayı kazanan Bursaspor oldu. Biz de, Altaylılar gibi boynu bükük döndük İzmir’e…
Anlatılanlara göre, kupayı Bursaspor’a getiren adam olarak bir anda daha da popüler hale gelen Macar futbolcu Mihaly Tulipan’dı. Bursa’ya geldiği günden o güne kadar eşi ve çocuğuyla çarşı, pazar gezmeleri yaptığı, bunu alışkanlık haline getirdiği, efendi ve cana yakınlığıyla Bursa esnafının da adeta sevgilisi olduğu söylenmişti…
Maçtan 10 gün sonra Ramazan Bayramı tatili nedeniyle futbolculara izin verildi. Tulipan Macaristan’a gitme yerine Bursa’da kalmayı yeğledi ve eşi ile çocuklarını alarak Uluabat Gölü kıyısına gitti. Tatil gününde eşi ve çocuklarıyla sandal gezisi için göle açıldı. Uluabat’ta mutlulukla gezerlerken bir anda hava bozdu. Fırtına koptu. Sandal alabora oldu. Köylülerin arama kurtarma çalışmaları sonuç vermedi ve Tulipan, eşi ve çocuğuyla birlikte Uluabat’ın sularında can verdi. Bursa ve Bursaspor camiası yasa boğuldu. 9 Haziran 1986’yı gösteriyordu tarih yaprakları…
İşte ne zaman bu gölü görsem, Bursaspor ile Türkiye Kupası Finalinde attığı gol ve gölün onu, eşini, çocuğunu alması aklıma geliyor…
Bursa tarihinden acı bir hikâye olan bu olay sonrası Bursaspor’un Avrupa Kupa Galipleri macerası kısa sürüp, Ajax’a 2 maçta da yenildi…
Yaşamın nerede ne zaman ve nasıl son bulacağını hiç kimse bilemez… Mutlu bir gün, hüsran ve acı ile de sonuçlanır…
O nedenle anılardan ders çıkarmak sporun dostluk, kardeşlik, sevgi ve saygı olduğunu unutmamak gerekir.
Aslında spordan yaşama çıkacak o kadar çok ders var ki, alabilene…
Bakın bugün sporda başarılı olanların hepsinde hırs, azim, yetenek kadar sabır ve çalışma söz konusu. Belli bir program dâhilinde çalışan, ileriyi görmeye özen gösteren ve ayağını yorganına göre uzatanların aksine, “Benim için çocuk oyuncağı” diyerek bir işi yüzüne gözüne bulaştıranlara o kadar çok şahit olduk...
Günümüzde, “Şampiyonluğa oynatacağım” derken, burnundan kıl aldırmayanlar, ligden düşürdüğü takımı yüz üstü, kulübü de ödenemeyecek boyutlarda borçla bırakıp sırra kadem basarlar… Daha sonra bırakın maçlara gelmesini, kulübün adını ağzına almayanları “Türk Sporu” unutmaz ama bıraktığı enkazın travmaları da kolay kolay gelecek yönetimler düzeltemezler.
İlk fırsatta suçu teknik heyet veya antrenöre atarak istifasını isteyen, işine son veren başkan ile varsa yönetimleri “Birinci Derece” suçlu olduğunu kabul etmelidir.
Hiçbir teknik adam kendiliğinden kulübe gelmez, takımın başına geçmez.
İşte burada teknik adam seçimi oldukça önemlidir. Takımın kimyasına uygunluğu, camiaya alışma süresi, geçmişindeki sportif başarıları ve yaşamı iyice incelenmeli, sonra da karar verilerek sözleşme 1+1’lerle yapılmalı…
“Ben aldım, 3-5 yıl sözleşme yaptım” mantığı çöküşte, enkazı da beraberinde getirir, geleceği ipotek altına alır…
Amerikalı yazar ve şair Heinrich Karl Bukowski’nin sözünü unutmayın: "İnsanların seni çok sevdiği zaman, onların işine en çok yaradığın zamandır."
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!