Sıklıkla kullandığımız “İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır” diye klasik bir atasözümüzü bilmeyenimiz yoktur… Günümüzde bunu değiştirmek gerekiyor ki; çuvaldızı kendimize batırmalıyız!..
Neden mi?
Basın toplantıları, yemekler, kokteylleri takip eden bir gazeteci grubu var ama gazeteleri yok…
Üstelik nereye yazacakları belli değil.
Not almıyorlar, çünkü kalemleri yok.
Dinlemiyorlar çünkü ilgilenmiyorlar.
O zaman orada işleri ne?
Sizler benden fazlasını biliyorsunuz da…
Bakın;
“Bir gece Hoca’nın eşeğini çalmışlar. Eşeksiz, Nasreddin Hoca ne yapsın? Fukara, önüne gelene yalnızca bu adi hırsızlık vakasını değil, çalınan eşeğinin faziletlerini de anlatıp duruyormuş.
Kim yanar Hoca’nın eşeğine? Her ağızdan bir avaz:
Kış uykusuna mı yattın Hoca?
Kapıya niye parmaklık yapmadın?
Kapıyı kilitlemeyi mi unuttun yoksa?
Hoca dayanamamış: Bre, demiş, domuzdan yana mısınız, benden yana mısınız? Hırsızın hiç mi suçu yok?”
O zaman ne derler; “Davet edenlerin hiç mi suçu yok? Bir araştırın, kim ne yapıyor, nereye ne yazıyor? Üstelik de ne yapıyor?”
Yolla toplu davet mesajını gelen gelsin, gelmeyen gelmesin!..
Herkes işin kolayı ve kurnazlığında. Nasıl olsa torpil güçlü, maaş garanti…
Gazete çıkarıyorlar, belediyeler başta olmak üzere çeşitli kurum ve kuruluşlardan “reklam, hizmet bedeli” karşılığı “aylığa bağlanmış” para alıyorlar ama gazeteleri dağıtmak üzere matbaadan almıyorlar…
Dergi mi?
Reklam verenlere dağıtmak için renkli fotokopi bastırıp teknolojiden yararlanarak kapak yaptıranlar inanın şeytana bile pabucu ters giydirirler…
Attıklarında da mangalda kül bırakmıyorlar, en usta reklamcıları bile alt eden süslü kelimelerle biri bin yapıyorlar…
Bir de okumuş, unvan sahibi olmuşlar…
Öyle bir döneme girdik ki; 10 dolara domain al, 100 dolara site yaptır. Al sana çağdaş bir medya patronu!
Bakkal, bayi iadeden bıktığından gazeteyi satmaz olduğu gazetelere Fatiha okuduğumuz dönemde, ortalık medya patronu kaynıyor!..
Kaldırımların halk arasındaki adı “Yaya kaldırımı”dır. Ama gelin görün ki yayalar adını verdikleri yerden yürüyemezler. Bebek arabaları, engelli araçları da onlara ayrılan rampada kalır. Önü kapalıdır, geçemezler.
Bunlar yetmiyormuş gibi, kuryeler, motosikletler, elektrikli, klasik bisikletliler ve son dönemin modası scooterlerin de en çok kullandığı yer oldu, yaya kaldırımları…
Bir de park sorunumuz var… Bu benim yaşadığım kentte değil, ülkenin en büyük sorunu durumunda… Nereye giderseniz gidin arabanızı park edecek yer bulamazsınız. Otopark vardır ama fiyatlar uçmuştur…
Gelişi güzel park eden veya park edilemez alanlara araç koyanlar toplu taşım ve çöp toplama araçlarının görev yapmalarını da engeller… Toplu taşıma hizmeti gören belediye otobüsü “Park Yasak” olan köşeyi, hatalı park eden araç nedeniyle dönemez.
Belediye otobüsü köşeyi dönemez. Ne var ki, onu engelleyen belli ki köşeyi çoktan dönmüştür…
Trafik felç olur ama hiç kimsenin umurunda değildir… Arkasındaki arabaların sürücüleri de basar kornoya… Al sana bir de “Gürültü kirliliği…”
Üstelik bazı duyarsız vatandaşlar da ne olduğunun farkında değildir. Oyun oynadığı telefonundan başını kaldırıp, sıkıntıdan kan ter içinde kalan emekçi şoföre bas bas bağırır: “Neden durdun, bas gaza be kardeşim!.. İşimiz var…”
Yollara yaya geçidi yapıldı, sarı sarı çizgiler çekildi. “Önce Yayalar” diye kocamam yazılar yazıldı. Cesaretin varsa, o işaretli alandan “Yol benim” diyerek elini kolunu sallaya sallaya, sağına soluna bakmadan geç bakalım!..
İnanın dikkat etmezseniz aracın altında kalırsınız…
Ne yaya üstünlüğünden söz ediyorsunuz. Bir geçin de, korna basana baktığınızda, üstelik küfür de yersiniz!
Geçenlerde Girne Caddesinde saydım, 13 araba durmadı… 14.sü yol verdi…
Böyle duyarlı vatandaşlara saygımız sonsuz…
Yayaya yanan kırmızı ışıkta durmak mı? Güldürmeyin beni. 25 saniye beklemeye sabrı olmayan bir toplum olduk…
Durduğunuzda gençler size takılıyor, “geç amca, geç…”
Bir de; siz siz olun; tek yönden giderken sık sık arkanıza da bakın ki; ezilmeyesiniz…
“Burası tek yön” diye uyarırsanız da alacağınız cevap bellidir: “Biliyorum…” Veya “Sana ne?”
“Park yapılmaz, yapılırsa çekilir” işaretinin altında tek sıra değil, çift sıra araçlar son dönemde moda oldu.
Örnek mi?
Bostanlı Şehitler Bulvarı ve kesiştiği sokaklar… Üstelik gece gelseniz, yaya bile geçemezsiniz!
Ne olacak; ne karışan var, ne de “kaldırın” diyen.
Arabanın önüne koydular mı ara ki bulasın, çıkmak için. Sahibini arayacaksın, mekan, mekan dolaşacaksın…
Acil işin, hele hastan varsa yandın…
Otobüs duraklarının içine kadar girmiş araçların altında mavi ile üstelik de büyük yazılmış: “Otobüs Durağı Park Yasak...”
Belediye esnafa sarı çizgi çizmiş. Uyarmış: “Burasını geçmeyin” diye…
Yok, çizgiyi geçmiyorlar, direk siliyorlar… Bir de kaldırıma attıkları masaların etrafını muşambayla kapatıyorlar… O zaman çizgiden eser de kalmıyor.
Malum kış geldi. Soğuk, yağmur, çamur… Esnaf da haklı!..
Eskiden kaldırım işgali vardı, şimdi sokaklara masalar taştı…
Kaldırıma araç park etmesin diye dikilen mini direkler söküldü mü, yenisini bekleme… Kalır öyle.
Ağaç kırıldığı, kesildiği an o alan çöplük olur bunu bilen de bilir… Hiçbir yetkilinin aklına yenisini dikmek gelmez; hayret!..
Tamam… Biz bırakalım bunları da sporumuza dönelim mi?
Dönelim dönmesine de; “Türk Futbolu”nda skandallar bitmek bilmiyor…
Süper Lig kulübü başkanı sahaya iniyor ve hakemi yumrukluyor. Bu yetmiyor yere düşen hakemi yanındakiler tekmeliyor…
Atıp tutanlar mangalda kül bırakmıyor ama kısa bir aradan sonra lig yeniden başlıyor…
Hoppala…
Bu kez de başkan takımı sahadan çekiyor!..
Franz Kafka’nın dediği gibi: “Şimdi bazı şeyleri suskunlukla geçiştireceğim.”
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!