En zoru, sevdiklerinin kaybedildiği an yazılanlardır…
Kelimeler dökülür dudaklarından, elin kalem tutar… Yazarsın ama nafile…
Eskiden olsa kağıt dayanmazdı… Yaz, karala, yırt… Tekrar; yaz, karala, yırt!
Bizim dönemimizin ikinci bölümünde daktilonun tuşları adeta ağlardı…
Ve şimdi de son model bilgisayarlar…
Şartlar, teknoloji, araç ve gereçler değişir ancak düşünceler hep aynı kalır…
Yaz bakalım… Yazabilirsen!..
Önce Yıldırım Uran ile üzüldük…
Sonra Turgut Uçar içimizi acıttı…
Ve şimdi de Şakir Kuruş…
Futbol dünyasında “iyilik timsali” üç isim birbiri ardına göçtü gitti…
Yıldırım Uran’la futbolculuğunun çömez zamanında başlamıştı, arkadaşlığımız… Son güne kadar da devam etti. Dostça sohbetleri sürdürdük.
En son Behiç Basatuğrul’un oğlu Yiğit’in düğününde aynı masada yan yana oturduk… Üç saat futbolun konuşmadığımız noktası kalmadı. Sonra ayrıldık…
Son görüşmemiz olmuştu…
İyi ki de konuşmuşuz… Konuşmak ne yana, sanki dertleştik…
Gitti…
Turgut Uçar’ın “Piliç” döneminde tanımıştım…
Erdi, Adnan, Turgut… Ayrılmaz üçlüydüler. Sık sık Hürriyet’e fotoğraf almaya gelirlerdi… Adnan yırtık. Erdi konuşur ama Turgut sessiz ve sakindi… Hep öyle kaldı…
Onunla da en son Bostanlı’da sohbet için oturduğu çerezcinin önünde görüştük, ayaküstü… “Ağabey gel bir çay içelim” dedi…
Bir iki gün sonra, hastaneye yattığı haberini aldık…
Sonra…
O da gitti…
Şakir Kuruş’un ayrı bir yeri var, yaşamımda…
İlk kez Akhisar’da karşılaştık; Türkiye Amatör Futbol Şampiyonası gruplarında… Akhisarspor’da kadroya giremeyen genç futbolcu ancak saha içinde olan bir muhabirdim…
İlk kez orada gördüm ve maç öncesi, maç sonrası iki kelam laf ettik…
Akhisar Şehir Stadı’nda ve Alsancak Stadı’nda oynanan Akhisarspor-Denizgücü maçları olaylı oldu… Gazetelerin spor sayfalarında manşete taşındı…
Akhisar’da yenmiştik ama Alsancak’ta sonuç bizim için hüsran oldu. Maçın kahramanı tek kelimeyle Şakir Kuruş’tu…
İzmir’de üniversite kazanıp Yeni Asır’ın efsane spor servisinde işe başlayınca da amatörleri takip edince Şakir Kuruş ile muhabbet koyulaştı…
Onu tanıdıkça daha çok sevdim, “spor aşkı”nı bırakın, insanlığına hayran kaldım…
Sonra Hürriyet’e transfer olup da; oluşturmaya başladığım spor servisine şef konumuna gelince de kendisine futbol maçlarından kritik yazdırmaya başladık.
Gel zaman, git zaman “müdür-yazar-teknik adam” ilişkisinden çok “ağabey-kardeş” gibiydik…
Son dönemlerde rahatsızdı. Ege Üniversitesi’ndeki ameliyatından sonra ziyaretine gittiğimde başucunda “Basketbol Adamları Derneği Spora Hizmet Ödülü” duruyordu.
“Gelemedim. Biliyorsun. Sıkıntılı dönemimdi. Törende benim adıma arkadaşlara vermişsin. Doktor Şaban Acarbay getirdi. Futbolcuya basketbol ödülü diye de takıldılar. Beni onlar futbolcu bilir. Ama sen basketbol, voleybol oynadığıma şahit oldun. Hatırlıyorum bir maçta 5 yıldız da vermiştin…”
Sonra birkaç kez bir araya geldik…
Vakit gece yarısına yaklaşıyordu ki, Hürriyet Gazetesi’nden öğrencim olan Dr. Metin Aydınoğlu’nun mesajı ile yıkıldım… Başıma ağrı girdi…
Şakir Ağabeyi kaybetmiştik…
İşte yazıya nokta koyduğum an…
Üç iyi insan peşpeşe gitti…
Yazıyı Yenigün’e yolladım. Sonra da Alsancak hocazade Camii’nin yolunu tutarak, Şakir Ağabey’e son görevimizi yaptık…
İçimiz kan ağlıyordu…
Karşıyaka’ya dönüşte telefon çaldı ve bir acı haber daha geldi: “Bülent Zeren’i kaybettik…”
Başımdan kaynar sular döküldü sanki… Yolda yürürken sendeledim…
Bir güzel dost daha göcüp gitmişti bu dünyadan…
Doktorumla hangi anıyı anlatayım bilemiyorum… Film şeridi gibi geçti saniyeler içinde, beynimin içinde…
Türk basketbolunun sembol isimlerinden Efe Aydan’ın belinden ameliyat olduğunda ziyaretine gitmiştim, Kent Hastanesi’ne…
Hastane koridorunda hastasının odasından çıkan Bülent Zeren ile karşılaşmıştık. “Hayrola?” dedi. Anlattım. “Gel Efe’ye birlikte gidelim” dedi.
Ziyaret sonrası “arabaya kadar sohbet edelim” dedi. Birlikte yürüdük ve hastane kapısından “Araban nerede, otoparkta mı?” diye sordu.
Dolmuşla geldiğimi söyleyince, “dur, dur… Dolmuşu bırak. Benim işim bitti. Bekle hemen geliyorum” diyerek tekrar içeriye girdi ve önlüğünü çıkarıp ceketini giymiş olarak yanıma geldi.
“Hiç zahmet etmeseydin” dedim, demesine de… Dinleyen kim?
“Karşıyaka’ya gitmek en güzeli, geç ön tarafa” diye seslendi…
Yol boyu konuştuk…
Spordan, havadan, sudan…
Sonra hastalığı döneminde konuştuk, “İyiyim. Atlatırım” demişti, ama atlatamadı…
Ve o da gitti…
Mekânları cennet olsun…
Unutulmayacaklar… Unutulmamalılar… Unutturulmamalılar…
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!