Her insanın yaşamına dokunan bazı değerler vardır.
En değerli insan başkasına gülücükler ve iyi sözler saçan değil, kendi yolunda savaşmaktan asla vazgeçmeyen insandır.
O, senin öğretmenin, uzak yakın akraban, arkadaşın, ağabeyin veya hiç tanımadığın ancak sonrasında “canım benim” diyeceğin birisi de olabilir… İşte böylesine insanlarla her zaman gözü kapalı yola çıkılır…
Sıcak bir yaz günü…
Saat 06.00’da Akhisar’dan yola çıkan ilk otobüsle, saat 10.00 sıralarında İzmir garajındayım… Bornova’daki ağaçlı yol, Alsancak Garı’nın önünde trafik sıkışıklığı olmazsa yaklaşık 4 saatlik Akhisar-İzmir otobüs yolculuğundan sonra İzmir Garajı’ndayız… Şu günlerde Basmane’de çukur olarak bilinen yer, İzmir’de ilk gördüğüm otobüs garajı…
Belirlediğim, daha doğrusu bana öğretilen yoldan Kemeraltı’na giderek Kemeraltı Camiinin sokağındaki Ekspres Gazetesi’ne, sonra da milli kütüphane Caddesindeki Demokrat İzmir Gazetesi’ne okul defterimin sayfalarını kopararak yazdığım haberleri bırakacağım…
Ekspres Gazetesi’ne geldiğimde içeriye gireceğim ki; kapıda asker traşlı yakışıklı genç “nereye?” diye sorduğunda şaşırmak bir yana ürktüm… Üstelik de çok heyecanlandım…
“Şey… Akhisar’dan geliyorum. Haber getirdim” dediğimi hatırlıyorum ama inanın sesim titriyordu!..
Kapıdaki, adının daha sonra Ertuğrul (Kale) olduğunu öğrendiğim genç “Sen Avni Erboy’un oğlu musun?” diye sorduğunda bu kez sanki titreme gelmişti…
Kelimeler ağzımdan güçlükle çıkıyordu: “Hayır, Avni Erboy benim” dedim…
Bu cevap üzerine şaşırma sırası karşımdakine gelmişti… “Sen Avni Erboy musun?” biraz şaşkınlık ve biraz da inanmamış olacak ki, merakla bir daha sordu ve beni içeriye alarak, haber merkezine seslendi: “Beyler Avni Erboy geldi… O büyük haberler, bu küçük çocuktan!..”
Tanıyanlar “hoş geldin” derken, tanımayanlarla da tanıştırıldım…
O gün Ertuğrul Kale, öğle yemeğini birlikte yememizi önerdi ve yanımdan gazete binasından çıkıncaya kadar hiç ayrılmadı… Hep gazetecilikle ilgili bilgiler aktardı…
Askerliğini yaparken, izinli gününde bile gazetecilik mesleğini sürdüren, böylesine bir aşkla mesleğine bağlı olan Ertuğrul Kale ile daha sonra yollarımız Hürriyet’te çakıştı…
İyi ki; birlikte çalışmışız…
Hiç unutmuyorum; 18 Mayıs 1979… Evlendiğim tarih…
Derler ya; “Gök delindi…” Öylesine yağmur yağıyor…
Salonda nikâh şahitlerim; Yeni Asır Gazetesi’nin Genel Yayın Müdürü Cemil Devrim ile babamın kuzeni, Altay’ın kurucularından Talat Erboy’un oğlu Mehmet Erboy… Masada nikâh memurunun gelmesini beklerken, Akhisarlı büyüğüm, Hürriyet’te çalışan Atilla Çimen yanına sokularak “Ertuğrul Kale’nin çok selamı var. Toplantısı nedeniyle gelemedi. Ama seni düğün sonrası Hürriyet’e bekliyor. Çay içmeye değil, transfer etmeye” dedi.
Nur içinde yatsın Atilla ağabey… Güzel bir insan, iyi bir dost, arkadaş, ağabeydi…
Daha sonra anlamıştım ki o gecenin en güzel düğün hediyesi onun sözleriydi…
Söz verdiğim gibi, Yeni Asır’dan Hürriyet’e transferim gerçekleşti… Dolu dolu, gecesiyle gündüzüyle çoğu kez haftalık, yıllık izin kullanmadan 15 yıl burada geçti…
Allah rahmet eylesin İrfan Türksever’in matbaa müdürü olduğu dönemde girdiğim Hürriyet’te çalışmam mesleğimde ilerlememde büyük emeği olan Ertuğrul Kale ve rahmetli, asker arkadaşım da olan her zaman iyiliğini gördüğüm Nedim Demirağ ile sürdü…
Güzel arkadaşlık, ekip ruhu, kardeşlik, dostluk ve öğrenme-öğretme… Hürriyet’in büyüklüğünü çalıştığım o dönemlerde doya doya içime sindirmiştim!
Ertuğrul Kale, diğer çalıştığım matbaa müdürlerine göre daha aktif gazetecilik ruhunu içinde taşırken, hep üretiyordu… Halen de üretmeye devam ediyor!
Hiç unutmuyorum, fuar dönemine gireceğimiz günlerden birisinde haber toplantısını yönetirken “arkadaşlar fuar yaklaştı. Herkes klasik haberleri yapacak, İstanbul’a yollayacak. Biz değişik haberler, röportajlar yapalım. Bomba gibi patlasın!..” demişti.
Fikir tartışmasının sonunda bana döndü ve “Kolları sıva. Ekip kur ve tüm kadın assolistlerle spor magazin yap… Top sende!..”
O yıl fuarın altını üstüne getirmekle kalmadık, Ertuğrul Kale’nin dediği gibi bombaları peş peşe patlattık…
Şimdi aklıma gelenler…
Sibel Can’a Karşıyaka, Altınordu, Göztepe formaları giydirdik, “Acaba bana hangisi yakıştı?” dedirttik…
Nükhet Duru’yu havuzda yüzücü yaptık… Ajda Pekkan’a basketbol oynattık… Emel Sayın’ı judocu… Daha neler neler…
Benim için unutamayacağım zevkli bir fuar dönemi diyebilirim… Spor magazin iç içe haber bombardımanı… Elbette nur içinde yatsın Özkan Korkuter gibi bir magazin duayeninden feyz alırsak, sporcunun yaptığı ve yazdığı haber renkleniyordu…
Büyüklerimizden tebrik, alkış, takdir ve bol bol da prim geldi hem İzmir’den, hem de İstanbul’dan…
Ertuğrul Kale ile Hürriyet’ten ayrıldıktan sonra hiç kopmadık. Hep ağabey-kardeş gibiydik… Önce Ankara’da kendisini ziyarete gittim. Harika ağırlamıştı… Sonra İstanbul’a yerleşti. İstanbul seyahatlerimde fırsat buldukça zamanımın bir bölümünü onu görmek için ayırdım…
Ertuğrul Kale, Türkiye’nin PR’de sayılı isimlerinden Azade Başağa ile birlikte Ankara’da kurdukları Greenactive PR’yi sonra İstanbul’a taşıdı… Ünü yurt dışına taşan, inanılmaz harika işlere, projelere imza atan şirketin tanıtımında şunlar yazılı:
“Zorlukları ve acıyı sevmeyi bile öğrendik. Önemli olan zoru başarmaktı. Zoru başarmak imkânsızı da tanımaktı; hayatımızın en güzel anları zorlukları aştığımız anlar oldu...
Heyecan ve coşku; koşulsuz saygı.
Sevgiden kaynaklanan özen: Hayata pozitif bakıştı bizimki.
Mütevazı adımlarla; adanmışlık ruhu ile üstün profesyonelliğimiz, yaratıcılığımızla ve ürettiklerimize en son noktada kattığımız değerlerle fark yarattık, bugünlere geldik. Herkese teşekkür ediyoruz. 25. Yılımızı büyük bir onur, gurur ve büyük bir mutlulukla kutladık.”
Türkiye’nin ilk sosyal sorumluluk çevre projesi İzmir Kuş Cenneti Rama Cansuyu projesi ile Birleşmiş Milletler'den ödül alan ilk Türk Ajansı olan Greenactive PR, sosyal sorumluluk duyarlılığı ile topluma katkısı olan pek çok projeyi kurum olarak destekleyerek farklılığını ortaya koymanın onurunu da yaşıyor.
Biz gazetecilik ve spor yöneticiliğinde, Ertuğrul Kale ağabeyimiz de; PR alanında yola başarıyla devam ediyoruz.
Derler ya; önce “Adam…” Hem öyle, hem değil… “Adam gibi adam…”
Üstelik; kim ne derse desin, bugün ne iş yaparsa yapsın… O benim gözümde her zaman “gerçek gazeteci…”
Hayatta ve mesleğinde insanın onun gibi bir yol göstericisi, öğreticisi, arkadaşı, ağabeyi olmalı…
O nedenle kendimi şanslı sayıyorum…
Ertuğrul Kale İzmir Kahramanlar’da yetişen ve semtini her zaman dostlarına anlata anlata bitiremeyen ve nerede olursa olsun “İzmir hasreti” ile yanıp tutuştuğunu dile getiren bir Altaylı…
Önce “İnsan”, sonra “Gazeteci” diyebileceğimiz dost sevdalısı… Üstelik de vefalı…
Hiç unutmuyorum…
Altay’ın Avrupa Kupası için gittiği deplasman maçından İzmir’e dönüşünde bir hediye getirmişti… Onu saklıyor ve gözüm gibi bakıyorum…
Victoria dönemi Büyük Britanya'sının en başarılı ve ünlü yazarları arasına giren İrlandalı oyun yazarı, romancı, kısa öykücü ve şair Oscar Wilde’nin dediği gibi “Gerçek dostlar yıldızlar gibidir karanlık çökünce ortaya çıkarlar…”
Ertuğrul Kale işte böyle biri…
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!