Çiğli Hava Alanındayız…
O dönem Adnan Menderes Hava Limanı yapılmamış, gündemde bile yok. Gaziemir’deki alan kapalı olması nedeniyle Hürriyet Gazetesi adına görevli olarak İstanbul’a gideceğim…
Çiğli’deki havaalanı askeri alan. Bu nedenle konfordan çok güvenlik ön planda. Araçlar yolcuları nizamiye kapısında bırakıyor, yürüyerek bekleme alanı ve ardından da uçağa binmek üzere aprona (havaalanında, uçuş pistleri dışında kalan, uçakların genellikle yolcu indirip bindirdiği, yakıt vb. aldığı, park edilebildiği alan) gidiyorsunuz…
Uçaklar bugünkü gibi modern değil. Sabah ve akşam saatlerinde, bazen de belirli gün ve saatlerde İstanbul’a uçuş yapılıyor. Dönüş de aynı… İstanbul’a günü birlik gittiğimizde tercihimiz İzmir’den sabah 06.00 uçağıyla gidiş, 23.30 uçağıyla da dönüş… Aslında tercih değil, genelde tek alternatif…
Bazen özel ve yoğunluk olan günlerde ek seferler konuyor…
Sonraları sefer sayısı arttı ve Adnan Menderes Hava Limanı devreye girince de bugünlere kadar gelindi…
İstanbul’a gideceğim… Çok iyi hatırlıyorum. Hava serin ve rüzgârlı…
Gazetenin aracından indim, nizamiyedeki kontrol noktasından sonra içeriye girip uzun yolda uçağa doğru giderken, omuzumda bir el; “Günaydın” demesiyle irkildi…
Aaaa… Mustafa ağabey…
Mustafa Denizli ile burun burunaydık...
Şaşırdım… “Ağabey hayrola. Sen uçağa binmezsin” dedim de… Demez olaydım!
Bu arada açıklayayım. Mustafa Denizli’ye her zaman ağabey olarak hitap ettim. Çeşme’den kendisini Altay’a getiren, babamın kuzeni, o dönemin Altay Futbol Alt Yapı Başkanı Sıtkı Erboy’du.
Bunun yanı sıra Yeni Asır da mesleğe başladığım ilk çömezlik yıllarımdaki Altay muhabirliğim döneminde inanılmaz destek oldu…
Sırası gelmişken bir kez daha teşekkür ederim…
Mustafa Denizli o güne kadar tüm yabancı saha maçlarına otobüs veya özel araç ile gidiyordu. Bildiğim ve hatırladığım kadarıyla İlk kez uçacaktı. Birlikte yan yana koltuk numaralarını aldık ve birinci sırada, sol tarafta oturduk. Uçak kalkarken hafif sallamaz mı? Mustafa ağabeyi göreceksiniz… Hostesi çağırdı, durumu aktardı ve pilota mesaj yolladı… Birkaç dakika sonra Mustafa ağabey yerinden kalktı ve pilotun yanına gitmek üzere kokpite yöneldi… Uzun süre yerine dönmeyince hostese bu kez ben seslendim ve Mustafa ağabeyi sordum. Hostes, “Pilot Altaylıymış. Mustafa beyi iyi tanıyormuş. Durumu da bildiği için yanına aldı. Birlikte uçuyorlar” dedi…
Aradan yıllar geçti…
Mustafa Denizli İstanbul’a gitti, futbolculuk, antrenörlük derken Galatasaray’da unutulmaz başarılara imza atmıştı. Bunlardan birisi de Neuchatel Xamax maçıydı…
Sezon 1988-89. Şampiyonlar Ligi son 16 turunda Galatasaray, İsviçre'nin en köklü kulübü durumundaki Neuchatel Xamax ile eşleşti ve Cim Bom ilk maçı deplasmanda 3-0 kaybetti. Herkes ümidini yitirmiş ve “Kupaya veda”ya hazır duruma gelmişti ki… Dönemin teknik direktörü Mustafa Denizli "Kimse merak etmesin biz İstanbul'da Neuchatel'i 5-0 yeneriz!" dedi.
28 Ekim 1988'de İsviçre'de oynanan ve Neuchatel'in 3-0 kazandığı maç sonrası söylediği bu söze elbette gülenler çok fazlaydı. Kimse de inanmıyordu… Mustafa Denizli cezalı olduğu için İstanbul'da maçı kulübede değil tribünden takip etti ve Galatasaray Tanju Çolak’ın 3, Uğur Tütüneker’in 2 golüyle 5-0'lık tarihi bir sonuçla maçı kazandı. Turu geçti…
Maç sonunda sokaklara dökülen, zafer turu atan Galatasaraylılar, Mustafa Denizli’nin kulaklarını şu sözlerle çınlatıyordu:
“İmkânsız gibi görünse de inanıldığı sürece başarılamayacak bir şey yoktur.”
Galatasaraylılar zaferin keyfini çıkarırken, basın Mustafa Denizli’yi arıyordu…
Maçı izlemiş, notları gazeteye ulaştırmış ve İzmir’e dönmek üzere 23.55 uçağı için Atatürk Hava Limana gitmiştim. Tesadüfe bakın!.. Bekleme salonunda Mustafa Ağabey (Denizli) ile karşılaştık. Yanına oturdum, havadan sudan, maçtan konuştuk… Aynı uçakta uçacaktı.
Bir ara “Mustafa ağabey bütün gazeteciler seni arıyor, biliyorsun değil mi?” dediğimi hatırlıyorum.
“Boş ver, bugün demeç vermek istemedim. Zaferin keyfini İzmir’de çıkaracağım. Maç bitti” dedi ve konu değişti…
Beş dakika sonra ne oldu biliyor musunuz?
Babıali’nin tüm Galatasaray ve spor muhabirleri havaalanında. Mustafa Denizli’nin İzmir’e uçakla gideceğini öğrenmişler ve havaalanının yolunu tutmuşlardı…
Mustafa Denizli, gazetecilerin tebriklerini kabul etti. “Merhaba arkadaşlar. Buraya kadar yorulmuşsunuz. Ama Hürriyet’ten Avni Bey İzmir’den bu yana beni adım adım takip ediyor. Şu anda da yanımda, söyleşi yapıyoruz. Ne olur, şu an fotoğraf çekmeyin. Demeç istemeyin. Avni beyin röportajı bitsin. Vakit kalırsa konuşuruz” dedi ve ayağa kalkarak birlikte uçağa binmek üzere yürümeye başladık…
Arkamızdan meslektaşlarım baka kaldı, Mustafa ağabey “sayende iyi kurtardık” dedi…
Röportajı soracaksınız…
Hiç aklımda yokken Hürriyet’te manşetten yer aldı.
Uçaktaki sohbetten röportaj doğdu…
Mustafa Denizli, Altaylıların Büyük Mustafa’sı, Çeşmelilerin Çeşmeli Mustafa… Türk Futbolunun nadide futbolcularından birisiydi… Sonra unutulmaz zaferle ve şampiyonluklara imza atan bir teknik adam oldu.
Şimdi sıra Altay’da başkanlığı gündeme geldi…
Başkanlık yakışır. Elbette çok yakışacak.
İnanıyorum ki; Altay’ın yeniden büyümesi ve Büyük Altay ismine layık olması bu genel kuruldan önce kamuoyu ve Altay camiasına bağlı…
Ödenmesi gereken borçlar öncelikle ve büyük bir ayak bağı.
Bunların üstesinden Mustafa Denizli ve onun başkan olması için ön ayak olan eski başkanlardan Mahmut Özgener ile ekibive Yüksek Divan Kurulu üyeleri ödeyebilir mi?
“Pamuk eller cebe” dediğin an kaç kişi elini cebine atar veya sırra kadem basar!
Mustafa Denizli ve Mahmut Özgener’in daha önce bu hamleyi yapması gerekiyordu diye düşünüyorum. Bunda onun isteğinden çok camianın ileri gelenlerinin suçu var diye düşünüyorum…
Bu konuda kendisine son derece inandığım, üstelik de aile olarak çok sevdiğimiz, Altay’ın içinde doğan, Altay hikâyeleriyle büyüyen, kalesini koruyan adeta kardeşim gibi olan Can Barhan’ın www.kimseduymasin.com da yer alan yazısı her şeyi net olarak anlatıyor.
Bakın Can Barhan neler yazmıştı:
“Altay takımının aldığı başarısız sonuçlardan sonra Mustafa Denizli ile olmayan Nobre ile nasıl olsun diye yazdım. Genelde görüşüme olumlu tepkiler geldi.”
Can şöyle devam ediyordu yazısına:
“Yapılan yorumlara verdiğim cevaplar içinde şu andaki duruma düşmüş bir takımın kurtulmak için 15 maçının olduğunu, mücadelenin, Özgür Başkanın umudunu kesip, Altay düşer dediği bir zamanda dahi, savaşa devam etmek gerektiğini, geçmişimizde akılcı, kendine hedef seçtiği oyun şeklindense karşı takımın oyun sistemine göre oynayan ve taktik üreten hocaların başarılı olup takımı ligde tuttuğunu unutmadan mücadele etmek gerektiğini yazdım.”
Can’ın yazısının tamamını adını verdiğim siteden okuyabilirsiniz.
Önemli bölümlerini size aktarmaya devam ediyorum:
“Altay’ın özüne dönmek içinde çok önemli bir fırsat kaçırdığını anlattım. Bu fırsatı Altay, Mustafa abinin bırakmasıyla kaybetti.
Özgür Başkan 5 sene önce takımı o perişan haldeyken alıp süper lige getirdi. O zamanlarda yanında Özden vardı. Özden'i bir şekilde gönderince kurtlar sofrasına düştü. O zamanlarda da Altay içinden yetişmiş hiçbir futbolcuyla çalışmak istemedi. Belki de kendisi ön planda olmak istedi. Bu kadar zaman kulübün içine sadece Mustafa Denizli'yi getirdi ki takım geçen sene 5. durumdaydı play off sırasında. Mecburen camianın istediği bir isime evet demek durumunda kaldı. Sonra Mustafa Denizli ismi altında kaybolunca yolları ayıracak durum yaratıldı. Mustafa abi geçmişten abim, kaptanım. Ona gençken kızdığım, üzüldüğüm zamanlarım oldu ama Altay menfaatleri ön planda olduğu için Mendo Menderes şahit ki geçen sene gelmesini çok istedim. Ve iyi ki geldi, çıktık. Ama Mustafa abinin geçen sene gelmesi için onunla beraber olanlar onu bu sene yalnız bıraktılar. Benim tanıdığım Mustafa abi ekibiyle ve Altay'daki eski gurubuyla ona bu davranışı gösteren yönetimi yok eder, yola devam ederdi. Mustafa abi dirayetli davranamadı. Enteresan ki bir abi gibi görüntü verdi. Mücadeleye devam etmesi ve takımı ligde tutacak her şeyi yapması gerekirdi. Gerekirse! Devre arası olağanüstü kongreye gidip, gurubuyla yeni yönetim oluşturması gerekirdi. Değişik sebeplerle bu daha önce yapıldı. Mustafa abi hassaslaşmış. Daha doğrusu Altay kendi kulübü olduğu için kendisi gibi davranamadı. Mustafa abiye esas olarak, takımı bıraktığı için kızgınım! Mustafa abi kalsaydı kulüpteki dengeleri eski Altay'lı futbolcuların tarafına değiştirirdi. Mustafa abi son şanstı bu kulüpte, Altay kavramını tekrar ortaya koyabilecek tek kişiydi. Ne demek bırakmak? Meydanı, başarısızlıktan payımı alacağım deyip boş bırakmak ne demek?”
Devam ediyoruz:
“Burası Altay kulübü! Tutucudur! Konservatiftir! İzmir'in gelişmesini bile istemez! Eskisi gibi biz bize olalım ister. Şampiyonlar ligini kazansan tribündeki Lordlar kamarası ve babalarının manevi mirasını heba etmelerine rağmen kendilerini camianın büyüğü zanneden birileri Altay'ı hep tribünden hep dışarıdan idare etmeye çalışacak ve Özgür başkanın 3 şampiyonluğu suya yazılmış bir hoş seda olacak. Bu kadar sportif başarıdan sonra bu sene Süper Lig'de bir küme düşme yaşanması ve ekonomik olarak küme düşmenin neticesi genel kurulda bir ibra edilmeme tehlikesini gündeme getirir. “
Can’ın yazısını şöyle tamamlayayım:
“Benim bildiğim Mustafa Denizli Akrep burcudur. Er yâda geç onunla uğraşanlardan ve yarı yolda desteğini çekenlerden intikamını almak için plan yapmaya başlamıştır.”
Can ne dersin; plan tuttu ve başkan adayı oldu?
Haydi, Altaylılar Mustafa Denizli’nin etrafında birleşin ve top topu misali, dağdan yuvarlanıp daireyi büyütün… Diyeceğim ama hiç bir zaman için evdeki hesap çarşıda uymuyor…
Hz. Mevlana’nın güzel sözüyle yazıya nokta koyalım:
“Bu dünya, yaptıklarımızın yankılanıp yine bize döneceği bir dağdır.”
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!