İyisiyle kötüsüyle bir bayramı daha geride bıraktık…
“Bayram değil, seyran değil eniştem beni neden öptü” deyimini bilmeyeniniz yoktur. Lastik gibidir; ne tarafa çekersen o tarafa gider… Aynen bizim bayramlarımız gibi bu söz de eskilerde kaldı… Şimdi; öpmek için ne bayramı bekliyorlar, ne de seyranı… Bırakın maske, mesafeyi… Bundan vaz geçtim. Böyle vahim bir ortamda birbiriyle sarılarak şapur şupur öpüşmek nedir?
İnanın işin ciddiyetini kavrayan yok gibi! Bazılarına covid-19 varyasyonları adeta oyun gibi geliyor…
Sonra da çıkıp hançerelerini yırtarcasına haykırıyorlar: “Biz ne zaman statlarda, salonlarda maç seyredeceğiz!..”
Amerikalı avukat, Güneyli çiftlik sahibi ve politikacı olan 1700’lu yılların sonunda vefat eden, Virginia'nın (ABD’de eyalet) bağımsızlık mücadelesi döneminde etkili hatip olarak tanınan Patrick Henry, bas bas bağırmış: “Ya özgürlük verin bana, ya ölüm!..”
Haydi gelin de; bu dönemde istediğin özgür bir hayatı sürdürün bakalım… “Yaşamak için” kurallara uyduğun takdirde arzuladığın ve düşlediğin “özgürce yaşam”ı doyasıya kucaklayacaksın! Zaten senin en doğal ve en büyük hakkın bu: Özgürlük!.. Olmazsa, olmazımız…
Aslında şu aşamada söylenecek tek kelime var: “Ben hayatı, kurallar içinde özgürce yаşаmаk için severim.”
Doğrusu da bu değil mi?
“Statta takımımı desteklemeyi özledim” diyen taraftar gibi, “salonda basket maçını izlemeye hasretim” özlemini yineleyen gence sormak istiyorum: “Masken nerede?.. Neden sosyal mesafeye uymuyorsun?”
Yasakların kalkmasıyla birlikte yeniden hortladı “dirsekte maske modası.” Eskiden tek renkti. Şimdi rengarenk!.. Sokakta sık sık duyarsınız ya: “Bu neyin kafası?” diye… Nedendir bu ısrar ve inat!
Üç aşısını olan, sosyal mesafeye uyan, insanlara “sağlık açısı”ndan uyarıda bulunan ve kuralları uygulayan birisi olarak görevimi ülkemin insanları için yapıyor ve “bu korkudan değil, karşımdakine saygıdan” demekten kendimi alıkoyamıyorum. Sevgi ve saygının olmadığı an; yıkıldığımızın resmidir! “Bana bir şey olmaz” demekle eline hastalıktan başka hiçbir şey geçmeyeceği gibi, bu ortamda karşındakini riske atmamak kesinlikle senin elinde… Sokakta tedbirsiz olan birisinin evinde büyüklerine tehlike yarattığını, belki de onlara “Allah Korusun” ölümü getirdiğini de unutmamalı!.. Bu annesi de olabilir. Babası, dedesi, kardeşi de…
Spor sezonu birbiri ardında başlayacak. Futbolda heyecan Avrupa Kupaları ile start aldı. Sırada diğer takım sporları peş peşe sıralanacak… Programlanan maçlarda tribünlere seyircinin alınması gündemde. Seyirci tribünlerde, sokakta olduğu gibi başıboş kalırsa yandığımızın fotoğrafını çekin bol bol!.. Yeni bir dalgayı düşünmek bile istemiyorum.
Futbolda İzmirlilerin gözleri Süper Ligdeki Altay ve Göztepe ile bir alt ligde Altınordu ve Menemenspor’da. Bucaspor, Karşıyaka gibi bir üst ligin hayalini kuranlar yeni sezonda neler yapabilecekler? Bekleyip göreceğiz…
Beklemek dedim de, aklıma geldi…
Geçtiğimiz haftalarda “Adam” başlıklı yazı gerçekten büyük ses getirdi. İzmir ve Ege sporundan, politikasına… İş dünyasından esnaflarına kadar çok sayıda eş, dost “Ben adam değil miyim?” diye sitem etti… “Adam” gibi adamları saymak olası... Biz hep örnek alınması gerektiği için kalemimizle karalayıp duruyoruz. “İyi örnek”leri çoğaltmak istiyoruz. Bunun için o kadar çok yazılacaklar var ki, bunu da belirtmiştik. Ancak sabırsız bir milletiz. Süpermarkette saatlerce boş boş gezip durur, vakit öldürürüz. Kasaya gelince önümüzde bir iki kişi var veya yavaş ilerliyorsa “Daha ne kadar bekleyeceğiz. Başka kasa açın” diye bağırıp çağırırız…
Beklemek… Gerçekten herkesin bu konuda sırasını beklemesi gerekir diye de düşünmeden edemiyorum.
Siz tanır mısınız?
Ayşen Nazlı diye bir hanımefendi var… Sporun gizli kahramanlarından birisidir. ETEV (Ege Tenis Eğitim Vakfı) Başkanlığını yaptığım iki dönemde de yönetimimde asbaşkan olarak başarıyla görev yaptı. Ayşen Ablam, en büyük yardımcımdı. İnanılmaz bir insan. Adeta “İyilik timsali…” Sosyal yaşamında önemli izler bıraktı. Kesinlikle de reklamını yapmadı. İnşaat mühendisi ama her dönemde sporun güzelliklerini inşa etti. Bilinmeyen bir yönü de, Türkiye’de benzeri bulunmayan bir gastronomi kütüphanesi yaratmış olması. Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Türk Mutfağı başta olmak üzere dünya mutfaklarının lezzetlerinin tariflerinin yer aldığı yemek kitaplarından oluşan 10 bin eserlik bu kütüphane, ülkemizin gastronomi dünyası için çok önemli bir girişim.
Bir de İbrahim Yüncü var… Eczacı. Tek kelime ile bildiğim ayaklı kütüphane… Hangi konu olursa olsun, kendisini eğitmiş. Özellikle kent duygusu ve aşkının yanında onun da Ayşen Nazlı gibi “gizli iyilikleri” saymakla bitmez. Üstelik sporun yanında değil. Tam kalbinde… Altaylı. Siyah beyazlı kulüpte yöneticilik yaptı. Zamanında Binicilik İl Temsilciliğinde yanılmıyorsam, Buca Atlı Spor Kulübü’nün kapalı maneji dahil pek çok eser onun döneminde yapıldı… Altay’ın Kutlu Aktaş Tesislerinin yapılmasında, Altay Kulübüne tahsisinde az ter dökmedi… O günleri çok iyi hatırlıyorum…
Ailesi Girit'ten göçen ve 1944 yılında da İzmir'de doğan İbrahim Yüncü, tenise de büyük hizmetlerde bulundu. Spor tutkusunun yanında, sanata düşkünlüğü olmazsa olmazlarından…
Elbette tesisler yapılırken yanında en büyük desteği, bugün de en iyi dostlarından birisi olan zamanın Gençlik Spor İl Müdürü Bahri Vreskala’dan başkası değildi…
Bahri Vreskala’yı çok severim. O benim için Gençlik Spor Genel Müdürü olacak bir spor adamıydı. Ancak İzmir ve İstanbul İl Müdürlükleriyle taçlandı. Özellikle İzmir’de görev yaptığı dönemlerde “7’den 77’ye herkes spor yapmalı” kampanyasının yanı sıra “İlkler Şehri İzmir” sloganıyla diktiği spor tesisleri bile unutulmuyor… Bugün en dip köşelerde futbol sahası varsa; imza Bahri Vreskala’dır…
Bahri Vreskala, öncelikle spor adamı. Geçmişte İzmir ve İstanbul Gençlik Spor İl Müdürlüğü yaptı. Adını İzmir’deki başarılı çalışmalarıyla duyurdu. Emeklilik sonrasında Yaşar Holding’e geçti ve Karşıyaka Spor Kulübü A.Ş Genel Müdürü, Karşıyaka Spor Kulübü Futbol Şube Başkanı, Troy Pilsner Spor Basketbol Kulübü Başkanı olarak görev yaptı. Namık Kemal Lisesi, İzmir İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu Dış Ticaret ve Turizm Bölümü mezunu. ANAP’tan İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı oldu ancak seçilemedi. Halen TÜRFAD (Türkiye Futbol Adamları Derneği) İzmir Şube Başkanlığı ve ETEV (Ege Tenis Eğitim Vakfı) Başkanlığını yürütüyor.
Bahri Vreskala aslında spor için doğmuş birisi… 30 yıl devlette, 26 yıl da özel sektörde hizmette bulundu. Halen de çalışmaya devam ediyor… Siyaset veya ticaretteki başarısı nedir? Bilemem ama spor için kesinlikle tartışmam… Bu konudaki “On numara 5 yıldız”lardan İzmir’de ilk sıralarda yer alan isimlerden birisi… Ona “Efsane Müdür” ismi takılmıştı. Çok da yakıştı. Yanılmıyorsam İbrahim Yüncü ilk kez mırıldandı bu lakabı…
Sonrası malum herkes aynı şekilde tekrarladı: Efsane Müdür Bahri Vreskala…
Dedim ya… Beklemek!
Zamanı gelince “Adam” veya “Kadın” kim olursa olsun, yeter ki “İnsan” olsun… Sporun yanı sıra ülkesine yaptığı güzellikler unutulmamalı. Birileri tarafından su yüzüne çıkarılmalı. Fransız yazar. 1947 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi André Paul Guillaume Gide’nin söylediği “Yaşayanlardan esirgenen değer, pek kolayca ölülere verilir.”
İşte bu söz onlara doğru yolu göstermiş olacak ki; TÜRFAD İzmir Şubesi bir devrim yaratarak, değiştirmeyi başardı. İzmir’de ilk kez “İnsanlar Yaşarken Anılmalı”dır gündeme geldi… Bugün İzmir’den atılan tohumların meyve vermesi üzerine ülkede “ölmeden onurlandırılmak” dört bir yanı sardı ve insanlar yaşarken anılmaya başladı…
Ne mutlu değil mi? Ben bile İzmir ve Akhisar’da ayrı ayrı iki kez anılmanın gururunu yaşadım…
Doğduğun, yaşadığın, eser bıraktığın kentte anılmanın ne kadar doğru olduğunu aktarsak da, bizdeki “Yabancı hayranlığı”nın ne yazık önüne geçemiyoruz. Hiç gelmediği bir şehirde, bilmediği, gezmediği, bir adım bile atmadığı sokağa, yaşamında uğramadığı, tanımadığı insanlarla dopdolu, binlerce kilometre ötede de bir parka adını vermek mi? Yoksa doğduğu, yaşadığı ve öldüğü bir kentte ölümsüzleştirmek mi?
Doğru olan hangisi?
Elbette bu ülkenin sanat, edebiyat, spor, bilim, sağlık, aklınıza gelecek dallarında çok kıymetli değerleri var. Onları inkâr edemeyiz, ettirmeyiz. Asla da unutmayız, unutmamalıyız. Unutturmamalıyız.
Ama ne yazık ki, siyasi güç ve bundan nemalananlar o gün rant elde edebilmek veya birilerine yaranabilmek arzu ve amacıyla sonradan pişman olduklarını yapıyorlar… Yapmaya da, yaptırmaya da devam ediyorlar…
Yazık!
Önce kendi değerlerimize önem vermeliyiz. Hem de yaşarken… Bir gerçektir, herkesin bir gün sevdiğinin kıymetini anlayacağı... Ama gidince… Ama bitince… Ama ölünce… Kısacası iş işten geçince...
Hz. Mevlana’nın şu sözünü de asla unutmayın: “Kıymet bilmek; kaybedince arkasından ağlamak değil, yanındayken sımsıkı sarılmaktır.”
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!