İstediğin kadar plan, program yap, bazen ona uymak sadece senin elinde olmuyor… Bir gerçek var ki; bu dünyada tüm canlılar yarının ne getireceğini bilmeden yaşamını sürdürmekte… Aslında yarın demek bile çok uzak! Bazen saniyelerde kopup giden pamuk ipliğine bağlı hayat…
Yaşam savaşının içinde olabilecek en kötü senaryo ölüm… İşte bu gerçek son; sadece senin değil, tüm sevdiklerinin planladıklarını alt üst eder. Sevincin yerini bir anda hüzün kaplar! Bu kaçınılmaz son da gözyaşlarının dökülmesini sağlar. Üstelik yüreğini de dağlar!
İnsan unutmak istemez. Unutulmak da…
Bazıları vardır ki; istese de unutulamaz! Unutulmamak kendisinin yaşam süresinde yaptıkları, bıraktığın izlerle mümkündür.
Hz. Ali’nin dediği gibi “Öldükten sonra yaşamak isterseniz, ölmez bir eser bırakınız.”
Sevdiklerini kaybetmek insanı derinden yaralıyor. Bazen ona son görevini yapabiliyorsun. Elinde olmayan nedenlerden dolayı ne yazık yapma şansını bile bulamıyorsun. İstesen de, istemesen de iraden dışı bu arzun elinden bile alınıyor. Aynen Tuğrul Koparan’ın korona virüs nedeniyle ölümünün yasaklı günlere denk gelmesi gibi…
Son yılların kâbusu olan virüsten kaybettiğimiz nice güzel insanlar, birbirinden değerli dostlar… O karanlık, evlere kapandığımız günlerde hangimiz gidebildik? Gitmek istesek bile izin alabildik mi?
Derler ya… Kader!..
Bazen de çok uzaklarda haberi alınca yıkılıyorsun! Hem sevdiğini kaybetmek, hem de yanında olamamak! Böylelikle de üzüntün ikiye katlanıyor…
Geçmişe kadar uzatmak istemiyorum ama yakın zamanda çok değer verdiğim gazeteci ağabeyim, Akhisar’daki çıraklık günlerimden tanıdığım ustalarımızdan Yener Özkesen’in ve son olarak da aile dostum, ağabeyim, yaşamdan dersler aldığım, mesleğimizin güzel günlerinde gazeteci-yönetici ilişkisinden çok “ağabey-kardeş” örneği sergilediğimiz, gerçek Karşıyaka beyefendisi Nahit May…
Yazıyı yazarken de bizi üzen Ahmet Çelenay…
Ne yazık ki; İzmir’in dışında öğrenip de, son görevi yapamamak!..
İnanın görülmez hançer yüreğine saplanıyor…
Ne var ki, bunlar yaşamda “olmazsa olmaz”lar…
Unutmamamız gereken “bir varmış bir yokmuş” misali yitirdiklerimizi unutmamamız, unutturmamız…
Elbette bunların için mutlaka çaba harcamak da önemli.
Unutulmak, kadar unutulmamak önemli.
Ne değerlerimiz göçüp gitti… Hiç birini hatırlayan bile olmadığı gerçeği zaman zaman yüzümüze lodos vurmuş misali başımızı ağrıtsa da, asla ders çıkarmaya yetmiyor…
Ne hikmetse; biz ders çıkarmasını ve ders vermeye kalkanları pek sevmeyiz!
Futbolu çok yakından izleyip de kendisini “Futbol Profesörü” olarak lanse edenler, Egespor’u, Kültürspor’un ne olduğunu acaba bilebilecek mi? Şark Sanayi dediğimizde sadece fabrikasını mı hatırlayacak?
Türk Gücü Anadolu, Black Stocking Football Club (Siyah Çoraplılar), Panaonios, Apollon, Dork, Kadıköy Futbol Kulübü, Elpis, Nişantaşı futbol kulüplerini biliyor musunuz? Hatırlayanınız var mı?
Basketboldaki Robert Kolej Kulübü, Kurtuluş, Beyoğluspor, Barkhoba, Maccabi, Protkeba, İtalyan Kartal, İstanbul Basketbol Mıntıkası, İstanbul Hilal takımları da tarihteki yerini aldı.
Bunları anımsayan lütfen parmak kaldırsın!
Yıllar nasıl da çabuk geçiyor değil mi?
Koskoca bir senenin sonu gelip geçti, 22’nin ilk gününe girdik…
Yeni yıl, yeni ümitler…
Türkiye Liglerindeki takımlarımız da gelecek için plan ve programlarını yaparken hep “Gelecekten ümitli” olduklarını belirtmeden geçemiyorlar. Ne var ki, gerçek dünyada geçerli olan sporun gerçeğinde söylemlerden çok eylemler…
Futbolda İzmir başta olmak üzere Ege takımları, ekonomik güçlerini masaya yatırarak, teknik adamların listelerini alıp-alamama konusunda menajerlerle soğuk bir savaşa girecek.
Cebine güvenen ter dökmeden takviyeyi yapacak. Ya parası olmayan?
Eldeki mevcut kadroya dört elle sarılacak!
Bunlardan en rahatı da, alt yapısına güvenip, kendi oyuncusunu yetiştiren ve onu üst kadrolara yavaş yavaş getirerek hem oynatan, hem de para kazananlar olacak.
Bakalım transfer borsası nasıl işleyecek. Bekleyip göreceğiz.
Sizin en büyük merakınız, gönül verdiğiniz takımların nasıl takviye yapacağı, ara transferde kimleri alıp, kimleri yollayacağı…
Ara transfer borsasında, geçmiş tecrübelerimizden bilinir ki; suni bir gündem yaratılır. Bunun en büyük amacı pazarlanacak futbolcuların müşteri bulabilmesi, taliplileri olanların da fiyatının artmasıdır. Yüzde ile çalışan ve cebine daha çok girmesinin hesabını yapanlar bu dönemde en çok uğraş verenler, dört bir yana saldırıp duranlardır. Çünkü onlar bu günleri dört gözle beklemektedir…
Eh bu da onların profesyonel işi… İşini iyi yapanın cebi daha büyüktür…
İş için savaşırlar. Aslında burada Fransız roman, hikâye, deneme, biyografi, tarih yazarı olan Andre Maurois’in şu sözünü söylemek çok yerinde olacak: “İş, savaş ve sporun birleşimidir.”
Menajerlerin de içindeki savaş elbette sporu zaman içinde yaralamaktadır. Doğru adamlarla doğru takımları kurmak her zaman kulüplerimize artı getirecektir. Ama bazen bunların savaşının tam ortasında araya girmek bana hep Napoleon Bonaparte’nın şu sözünü hatırlatıyor: “Düşmanınız hata yaparken asla araya girmeyin.”
Biz de sporu, bu işi, okulunda okuyan, yıllarını veren, nice başarılı öğrenciler, şampiyonlar, spor adamları yetiştiren, kulüp yöneten, akademik başarılar elde edenleri yok sayıp, saf dışı bırakıp da, “ne bilir onlar” diyenlere Mevlana’nın şu sözüyle cevap vereceğim: “Körler çarşısında ayna satma, sağırlar çarşısında gazel atma.”
Mutlu yıllar…
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!