"KÖTÜNÜN CİNSİYETİ OLUR MU!..."
Her şeyde olduğu gibi, Özge can konusunda da ayarımız kaçtı.
Denge unsurları, adeta yok oldu.
Toplum hezeyanı boy göstermeye baş...ladı.
Bireysel işlenen adi ve acımasız bir suç yüzünden,
sadece tek bir cins günah keçisi haline getirildi.
Genelleme yapıldı. Suç işleme eğilimi,
sadece erkeklere özel bir eylem gibi kabul edilmeye başlandı.
Kimler tarafından?
Pek tabii ki, her olumsuz olayın ardından,
fırsatı ganimet kabul eden feministler tarafından!...
Tüm erkekleri, potansiyel tecavüzcü, tacizci ve cani gibi,
gösterme alışkanlığı edinen, ön yargılı,
bazı kadın gurupları tarafından!...
Çok enteresan;
Oysa;
Erkek ya da kadın için, ilk aile eğitimi, annede başlıyor.
Anne karnında, anne kanıyla beslenen bebek,
doğduktan sonra, anne sütüyle büyüyor, gelişiyor.
Onun sıcaklığıyla, sesiyle, görüntüsüyle,
dünyayı tanımaya çalışıyor. İlk okula gidinceye kadar,
onun eğitimiyle, huy ve kişilik yapısı oluşuyor.
Büyüyüp erk (erg), haline gelinceye kadar, annenin,
yani, kadının verdiği terbiye, insan yaşamı içerisinde,
ömür boyunca, devam ediyor...
Kaldı ki;
İlk öğretim kurumunda görev yapanların büyük bölümünü de,
öğretmen sıfatıyla, kadınlar oluşturuyor.
Eğitmenlik formasyonlarıyla, bilgileriyle, olgunluklarıyla,
ilkeli ve etik davranışlarıyla, örnek olmak sorumluluğuyla,
hizmet veren bayan öğretmenlerin verdikleri eğitim,
erkek ya da kız çocukların, ahlak ve kişilik yapılarında,
önemli rol oynuyor.
Böyle bir durumun, kadının üstünlüğü anlamına gelmekten ziyade,
doğanın, yani, ekolojinin, canlılara verdiği bir görev bölümü,
biçiminde değerlendirilmesi gerekiyor.
Bu durumda;
Eğer, bir toplum yapısında, kirlilik, bozukluk,
istenmeyen olumsuzluk, var ise, nedenini,
sadece tek bir cinse bağlamak, çok yanlış olur.
Bir başka ifade ile;
Masum ve iyi kişilik yapısında olanlara karşı,
haksızlık ve adaletsizlik olur
Böyle bir konuda, kadınların rolü ve sorumluluğu,
erkeklerden bile daha fazladır. Doğanın yapısından dolayı!...
Eğer, bu düşüncelerime, somut örnekler vermek gerekirse,
yakın tarihimizde, meydana gelen ve kadın cinsinin işlediği,
menfur cinayetleri, baz alabiliriz...
Gelinini, hunharca öldüren kaynanayı, hatırlamalıyız...
Prof.Dr. düzeyindeki öz annesini, boğazından keserek,
öldüren, hukuk fakültesi öğrencisi kızı, hatırlamalıyız.
Kocasını, uyurken öldüren kadını hatırlamalıyız.
Erkek arkadaşlarını, eşlerini, kadınlıklarını kullanarak,
kötü niyetle, sürekli istismar eden, maddi-manevi,
zarar veren bazı kadınları, hatırlamalıyız.
Daha binlerce örnek vermek mümkün...
Yeni doğmuş bebeğini, aç bırakıp öldüren kadını, hatırlamalıyız.
Dedikodularla, iftiralarla, masum erkekleri birbirlerine düşüren,
haksız davranışlarıyla, bencillikleriyle, nankörlükleriyle,
karşı cinsi çileden çıkaran bazı kadınlarımızı hatırlamalıyız.
Her olumsuz olayda, erkekleri aşağılayan, konuları genelleştiren,
böylece, kendi cinsini övmeye çalışan, ruh yapısı bozuk kadınlarımızı,
hatırlamalıyız. Oysa, bu kadınlarımızın, oğulları, erkek kardeşleri,
babaları ve soylarındaki dedeleri de, birer erkek...
O halde;
Suçluları, cins olarak ayırmak, sorumluluğu,
sadece tek bir cinse yüklemek, insafsızlığın adı olur.
Çünkü, "tek elin sesi çıkmaz" ata sözünü, hatırlamak gerekir.
Her birey, öncelikle, kendisini gözden geçirmeli,
test etmeli ve gerektiğinde de, öz eleştiri yapmalıdır.
Ya yoksa;
Porno filmler çevirip, akıl almaz seviyede para kazanmak uğruna,
toplumun ahlak yapısını bozan, kadınları da, göz ardı edemeyiz.
Türlü ve iğrenç pozisyonlarla, karşı cinsi tahrik eden,
erkeklerin beynine, adeta cinsellik çivileyen, kadınları unutamayız.
Kendi suç ve kusurlarını örterek, sadece erkek cinsini,
günah keçisi ilan eden, buna karşın, İzmir gibi bir yerde,
herkesin gözleri önünde, erkek arkadaşları ile, fütursuzca sevişen,
utanma duygusunu kaybetmiş kadınları, görmezlikten, gelemeyiz.
Toplum yapısına uymayan, her türlü serbest yaşam tarzlarını,
"medeniyet", sözcüğünün arkasına saklayıp, buna mukabil,
zeytinyağı gibi suyun üzerine çıkmaya çalışan kadınları,
yok sayamayız...Oğlunu, gelininden, kocasını annesinden,
kıskanarak, birbirlerine haksızlık eden kadınları, unutamayız.
Aldatıldım diyerek, feveran eden kadını değerlendirirken,
aldatma eyleminin, en önemli yıldızının da,
bir başka kadın olduğu gerçeğini, yok edemeyiz...
Hele hele, son dönemlerde, poligam kadınların,
çoğaldığı, birlikte oldukları erkekleri, çok rahat biçimde,
aldattıkları yolundaki duyumlarımızı da, yok farz edemeyiz...
Bu itibarla;
Kadın, bir toplum yapısının, omurgasıdır.
Eğitimin ve ailenin de, bel kemiğidir.
Her şey, dünyadaki bütün oluşumlarda,
kadının rolü, erkek cinsinden, çok daha fazladır.
Dolayısıyla da, yükü, sorumluluğu ve görevleri,
çok daha ağırdır. Çünkü, doğa, böyle istemiştir.
Bu durum, diğer canlılarda da böyledir...
Sonuç olarak;
İyiyi ve kötüyü, cins olarak değerlendirmek,
genelleştirmek, çok hatalı bir tespit, olur.
Çünkü, suç işleme eylemi, kişiye özel bir davranış biçimidir.
Aldığı aile terbiyesi, eğitimi, sosyal ve kültürel yapısı,
genetik faktörleri, başka bir ifade ile, soya çekim ihtimali,
suç işlemek noktasında, kişiyi etkileyen, önemli hususlardır...
Yani;
Kötünün, cinsiyeti yoktur...Kötü, her yerde, her zaman,
her şekilde ve her cinste, kötüdür...
Yüce Allah'ımız, iyileri, kötülerle, karşılaştırmasın, diliyorum!...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!