Bunu neden söyledim. Çünkü “Ne olacak canım”, maske takmakla kendini zayıf insan kategorisinde gören zavallıların ve en önemlisi pozitif çıktığı halde yakınlarından gizleyen insanların bulunduğu toplumları çok sever. Covid-19’u yaşatmak için, yaymak için uğraşanlar oldukça…
Dünya Sağlık Örgütü’nün, ülkelerin sağlık kurullarının koyduğu kurallara uymayan ülkelerin hali içler acısı. Türkiye’de durum farklı mı? Bana göre hiç de değil.
8 Şubat haftasında Türkiye’de sadece 9 il “çok yüksek” riskli il iken 5 hafta içerisinde bu gruptaki il sayısı 25’e yükselmiş. Dünyada 120 milyondan fazla insan bu virüse yakalanırken, ölenlerin sayısı üç milyonu bulmak üzere. Türkiye’de durum 16 Mart verilerine göre 16 bin 749 kişinin testi pozitif çıktı, 71 kişi hayatını kaybetti. Bir yılda toplam üç milyona yakın vaka tespit edilirken, üç milyona yakın iyileşen oldu. 30 bine yakın insanımız yaşamını kaybetti.
Aşılama programı hedefi tutturulamadı. Şimdiye kadar 11,5 milyon kişiye aşı yapıldı. Bu konuda çok ülkeden belki daha iyi olabiliriz, yine de bana göre yetersiz. Dışardan getirtilip kontrolsüz yapılan aşılara pek güvenmiyorum. Medyada çıkan olumsuz bir haber, bu aşıdan yaptıranları üzer.
Kapitalizmin para hırsı aşıların üretimini de engelliyor. Aşıyı bulanların kendi fabrikalarından başka fabrikalara da üretim izni vermedikleri sürece ihtiyacın karşılanması mümkün görünmüyor. Aralarında Danimarka, Almanya ve Lüksemburg’un bulunduğu 18 ülke, kanda pıhtılaşma yaratıp derin damar tıkanıklığı ve akciğer embolisi gibi hastalıkların riskini artırdığı gerekçesiyle önlem olarak AstraZeneca aşısını askıya aldı.
Avrupa İlaç Ajansı (EMA), bazı Avrupa ülkelerinin kullanımını askıya aldığı Oxford-AstraZeneca aşısının kan pıhtılaşmasına yol açtığına dair “bulgu olmadığını” tekrarlasa da insanlarda tedirginlik devam edecek gibi görünüyor. EMA başkanı Emer Cooke’nin, aşının faydasının herhangi bir riskten çok daha fazla olduğuna kesinlikle inandıklarını açıklamasının tepkilerini önümüzdeki günlerde görülecek.
Koca bir yıl geçti. Önceki yazılarımdan birinde şöyle yazmıştım. Dünyaya diz çöktüren Covid-19 can almaya devam ederken, tüm dünyada olduğu gibi aşılarının güvenirliği ülkemizde de tartışmaya açıldı.
Yeni gündemimiz inaktif aşı mı, mRNA aşısı mı? Türkiye’nin gün saydığı inaktif aşı CoronaVac ile Batı’nın yöneldiği mRNA aşısı arasındaki farklar tartışılıyor. Etkinlikleri, yan etkileri, fiyatları…”
Açıkçası bu tartışmaların olması beni şaşırtmadı. Dünya genelinde korona virüs salgını ile mücadele için araştırmalar sürüyor. İstanbul’daki bir araştırmada virüsleri 5 ila 7 dakika arasında yok ederek ortamı güvenli hale getirmeyi hedefleyen Far-UVC özellikli sistemin deneme çalışmalarında başarı elde edildiği belirtiliyor.
Başka bir araştırmada, ultrason dalgalarının ve titreşimlerinin Covid-19’a zarar vererek, virüsün sivri uçlarının çöküp yırtılmasına neden olabileceği, elde edilen bulguların, Covid-19 için olası bir ultrason temelli tedavinin ilk ipucu olabileceği söyleniyor.
Bu virüs hiçbir ülkeden uçup gelmedi. İnsanların birbirine bulaştırdığı kesin. Durum böyle iken kontrollü normalleşmeye bile destek olmuyoruz. Bu dünya 1915 MERS, 1918 İspanyol gribi, 2002 SARS, 2009 domuz gribi, Ebola salgını ile baş etti. Bu seferki acımasız. Onun için de ciddi bir ortak mücadele gerekiyor. Güçlü düşmanı güçlü birliktelik yok eder.
Biraz daha sabır. Dost sohbetleri, taziyeler, törenler, kongreler bir süre olmazsa da olur. Ama ölülerle bunlar olmaz.
SONSÖZ: “Hastalığı önlemek, tedaviden daha kolaydır”
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!