Doğaya inat politikalarla, yıllardır tarım ve hayvancılığı bitirerek, kırsalda yaşayan halkı şehirlere doğru göçe zorladı yöneticiler. Sonucunda kalabalıklaşan, plansız gelişen kentlerin artan konut ihtiyacı ve bu ihtiyacı sağlıklı bir şekilde çözememek bizim insanımızın kabusu oldu.
İmar düzenlemeleri, yıllardır ranta, iktidarların seçim yatırımına bağlandı ve şehirler kurban edildi, sağlıksızlaştı, kimliksizleşti. Çok yakın zamanda yine binlerce eve imar affı verildi. Son yıllarda bir de kötü zeminlere, -giderek artan sayıda- gökdelenler, ‘AVM’ler, rezidanslar yapıldı. Yeşil alanlar talan edildi. Depremde toplanma alanı olması gereken yerler işgal edildi.
Nerede faturasını halkın ödediği bir olay olsa,” politika zamanı değil” deniyor.
Halbuki her şey politika ve esas şimdi politika yapma zamanı. Bir türlü sisteme oturtulamayan, -teknik bilgiden oldukça yoksun- müteahhitlik sistemi, kaçak yapılaşma, tam (sağlıklı) sağlanamayan inşaat kontrol sistemi ve tabii ki gözünü rant bürümüş insanlar ve diğer taraftan da yoksulluk ve yoksunluk sorunu.
Sorunun boyutu çok. Her afette bunları en baştan konuşuyoruz. Konuşmak pek fayda etmiyor. Esas konuşmamız gereken ise; yolsuzlukları olağan sayan insan kalabalıkları ve insanları sağlıksız yapılarda oturtmaya mahkum eden iktidarları başa getirme tercihidir. Gerçeklere, bilime pek inanmayan, mucizelerden medet uman, cahil bırakılmış kitlelerdir.
İnanılmaz bir tevekkülle, bu ülkede bir büyük depremde pek çok binanın yıkılacağını, bir sürü insanımızı kaybedeceğimizi, sevdiklerinin veya kendilerinin öleceğini bile bile, depremden sağ çıkanların bile cehennem gibi bir hayat yaşadığını görerek, bekliyorlar. Üstelik toplanan vergilerin nereye gittiğini de soramayarak.
Bir silkinsek mi artık…?
Son İzmir depremi, İzmir’i kısmen harekete geçirdi sanırım. Bu ülkede deprem yönetmeliği 6 kez değişti. Deprem mühendisliği de geliştiği için, bu normal.1997’de çıkan yönetmelik sonrası yapılan -tabii ki kuralına uygun inşa edilen- yapıların, depreme dayanıklı olduğunu söyleyebiliriz. Bundan önceki inşaatların ise, doğru yapılsa da performanslarının düşük olabileceğine dikkat çekiyor uzmanlar. Ya yeniden inşa edilecek ya güçlendirilecek ya da kontrol edilip devam edilecek kullanılmaya. Asında deprem teknolojisi son yıllarda çok gelişti, fay hatlarının özellikleri irdelenerek nerede ne yapılması gerektiği biliniyor, artık. Özellikle stratejik önemdeki tesislerin, endüstri tesislerinin, konutların, deprem riski yüksek yerlerde yoğunlaşmamasına dikkat edilmesi şart. Görüldüğü gibi, birinci aşamada yerleşme planlaması, sonra doğru proje ve doğru uygulama geliyor.
Bundan sonraki beklentilerimiz;
Kısaca; proje hizmetlerini, kullanılacak malzemeyi, teknolojileri, uygulamayı ve yapı denetimini düzene sokan, inşaat etkinliklerinin tümünü zincirleme denetleyen bir sigorta sisteminin, Batı ülkelerinde olduğu gibi, bizde de devreye sokulması şarttır.
Ayrıca, sonradan binasında sağlıksız değişiklikler yapanlara izin verilmemesi, kolonları kesenlere, duvarlarda büyük yıkımlar yapanlara ağır cezalar uygulanması, bu safhada halkın da tadilatlar konusunda aydınlatılması ve birbirini gözlemlemesi de oldukça önemlidir.
Yerel ve merkezi yönetim ortaklaşa çalışarak yeni önlemlerle kesinlikle yeni bir imar kültürü geliştirmelidir. Deprem, Türkiye’nin en önemli sorunu olarak görülmelidir. 1999 depreminden sonra dersimizi aldık zannettik ama yaşananlara bakarsak, artık hiç öyle görünmüyor. Demek ki, kendimizle yeniden yüzleşme zamanımız geldi.
Toplum olarak bilmeliyiz ki; artık acı sonuçlar almamak için, doğal afetler faciaya dönüşmeden önce, yağmadan, rant hırsından, kaçaktan, ‘kap-kaç’ tan, kurtulup bilimsel kurallara yönelmemiz gerekiyor.
Çünkü “insan canından kıymetli hiçbir şey yoktur”.
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!