Her kent; tarihinin, coğrafyasının, ikliminin ve bunların oluşturduğu kültürünün bir toplamıdır. Yaşının 8500 olduğu ortaya çıkan İzmir kenti, çok büyük bir tarihsel zenginliğe ve birikime sahiptir. İzmir'i önemli yapan ilk üç şey; dünyadaki konumu, çok kültürlülük içinde uygarlıkların kavşağı olma durumu ve dışa açıklıktır.
Türkiye'de değişik yerlerde yaşayanlar arasında, İzmir'in farklı olduğu konusunda bir kanı vardır. Bu genellikle olumlanan bir farklılıktır. İzmir'in farklı olduğu konusundaki yaygın algılamanın, mutlaka nesnel bir temeli var, ayrıca toplumsal olarak oluşturulmuş bir boyutu da olmalı. Bunlardan birincisi; İzmir'in fiziki varlığı, ikincisi; kentin aktörleri olan İzmirliler, üçüncüsü de; bu ikisinin etkileşimi sonucu ortaya çıkan yaşama biçimidir. 2 yıl önce Ekim ayında İzmir'de gerçekleşen bir sempozyumda "İzmirli olmak" konusu enine boyuna tartışılmıştı. Daha sonra da, sempozyum bildirilerinin kitabı yayınlanmıştı. Kitapta söylenen, fikirlerimle örtüşen, ilgimi çeken, katıldığım bölümleri tekrar gözden geçirdim. Sempozyuma katılamayanlarla paylaşmak istediğim, katılanların ise tekrar tekrar hatırlamasında yarar gördüğüm bölümlerden bazılarını, bu yazıda anlatmak, bazı noktalara vurgu yapmak istiyorum.
Sempozyumda bildiri sunan, Prof.Dr İlhan Tekeli hocamız, yukarıdaki girişte verilen sözleri şöyle açıyor: İzmir'de fiziki varlığın en önemli öğesi, denizdir. Bu deniz; İzmirliye, iki yaka arasında 4-5 km uzaklık olan, bir körfez içinde genellikle çok sakin bir deniz olarak, bir tabak gibi sunulmuştur. Kent; onu çevrelemekte, adeta bir amfitiyatro oluşturmaktadır. Böyle bir yerleşme, denizi sürekli olarak kentlinin yaşamında tutar. Deniz; rahatlatıcılığını, imbat rüzgarıyla kentin yaşamına taşımakta, iklimi de daha yumuşatarak, yaşam kalitesine katkı yapmaktadır. Bu denizin üzerinde ulaşım gerçekleşmekte, içinde -henüz- yüzülemese de, kenarında oturulmakta, kıyısında yürüyerek ve bisikletle gezilmekte, iyot kokusu alınabilmektedir. İzmirli kentte yaşarken, körfezin bir kıyısında yer aldığı için, hep bir "karşı kıyı" algılamasına sahip olmaktadır. Belirsiz bir ufka değil, karşı kıyıya bakmaktadır. Bu uzaklık düzeyi; geceleri ışıl ışıl bir "karşı yaka" algılaması yaratmakta, bir iyimserlik kaynağı oluşmaktadır. Körfez girişinin batıya dönük olması, İzmir'i; güneşin en heyecan verici biçimde battığı bir kent haline getirmektedir. Başta sosyolojik olmak üzere, her ne kadar çeşitli nedenlerle yüksek yoğunluklu apartmanlaşmış bir kent de olsa, alacalı bulacalı değil, "beyaz" ağırlıklı bir Akdeniz kenti olma kimliğini korumuştur. İzmirliler, İzmirli olmaktan memnundurlar. Çağdaş, demokrat, cesur, kadınıyla erkeğiyle yeniliğe açık, insanlarla iyi ilişkiler kurabilen, fırsatları iyi değerlendiren, kendine bakan, ne istediğini bilen, uzun yıllara dayanan kozmopolitan bir ticaret kenti olmasının izlerini taşıyan, çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlayacak araçsallık içinde yaklaşılan eğitim fikriyle, onların okumasına önem veren, sabit fikirli olmayan, dayatmalardan etkilenmeyerek kendi tavrını koyan, aydınlık bir insan yapısı; geneli teşkil etmektedir. İzmir'de yaşam gergin değil sakin, rahatlatıcıdır, evin dışında da herkesin kendince bir hayatı vardır. Oldukça temiz, çevresi yeşil bir kenttir. Kentin daha iyi, daha adil bir hayat kalitesi için çalışan STK'lar çok etkilidir. Türkiye'nin siyasal yaşamında İzmir'in hep farklılığı olmuştur
İzmir; hem kurtuluşun, hem kuruluşun simge kentidir. En önemlisi de, İzmirliler; üstün olarak gördükleri bu özellikleri saldırganca ortaya koymazlar, olgun bir şekilde bu farklılığın keyfini sürerler. Peki İzmir'in gelecek resmi (vizyonu) ne olmalıdır?
İzmir; uzmanların söylediğine göre, geçmiş birikimini ve kültürel renkliliğini bugüne taşıyarak geleceğe odaklanmalıdır. Nitelikli beyinler ve bilimsel entelektüel sermaye bu noktada çok önemli olacaktır. Bilgi çağını yakalamak için yeni teknolojiler, yeni fikirler oluşturabilmek, sürdürülebilirliğin sağlanması, doğayı çevreyi bozmadan gelişebilmek, doğayı bozmayan teknolojileri geliştirebilmektir önemli olan. Katılımcılık, yaratıcılık bu noktada merkeze alınmalıdır. Yeni teknoparklar kurulmalıdır, üniversite-sanayi işbirliği geliştirilebilmelidir, katılımcı demokrasi her alanda uygulanabilmelidir. Tüm bunlarla birlikte yaşam kalitesinin artması da sağlanmalı, kentin değerleri, getirileri ve zenginliği hakça paylaşılmalıdır. Böylelikle İzmir; "yenilikçi dünya kenti İzmir" olacaktır .
Sonrasında ise, İzmir, sadece Türkiye'de değil, dünyada en iyi olmaya adaydır. Değerli tarih hocamız Oktay Gökdemir'in, sempozyumdaki bildirisinde söylediği duygusal bir cümlenin özeti ile bitirmeliyim bu yazıyı. İnsanlar da yaşadıkları kente benzerler. İnsanların, kentte yaşadığı hayata dair ayrı bir dili de oluşur. Gevreğimizle, darımızla, çiğdemimizle, domatımızla, boyoz ve kumrumuzla yaşarken, her semtimizde de ayrı bir kimlik buluruz biz. Örneğin; Buca'da ıhlamur kokulu bağbozumu ikindisi, Karataş'ta sıcak bir boyoz kokusu, Bornova'da bir hanımefendinin yakasındaki fesleğen, Çamdibi'nde hünerli ellerle açılmış bir Boşnak böreği, Asansör'de Dario Moreno'lu bir şarkı, Balçova‘da Agamemnon'a ılık ve sevecen bir merhaba, Karşıyaka ise; 35'in yarım üstü, vb...
Son söz olarak da şunu söylemeliyiz; İzmir'de yaşamak ve de İzmirli olmak, İzmir'i içselleştirmekten, duyumsamaktan ve -nereden gelmişsek gelelim- bu kentin kimliğini, şık, sevecen ve sorumlu, ayrıca da duyarlı bir şekilde üzerimize giymekten geçiyor.
9 Eylül Hepimize kutlu olsun...Nice yıllara...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!