Farklı coğrafyalardan, eski zamanlardan, yakın geçmişten, her yaştan, her sınıftan kadınlar…
Kimi konuşarak, kimi yalnızca susarak, yazarak, yaparak ya da yapmayarak tarihin akışını değiştirmiş kadınlar. Kimi büyük, kimi küçük eylemlerle… Engizisyona, kiliseye, sömürgecilere, faşizme, şiddete direnen kadınlar… Dans eden, seven, sevilen, üreten, büyüten, ağlayan ve gülen kadınlar. Acı çeken, ötelenen, mutsuz, umutsuz kadınlar…
Eski çağlarda anaerkil düzenden ataerkil düzene, bilinmeyen bir şekilde geçen insanların erkek cinsi, tarihsel zamanlardan bu yana genelde kadını sömürmekte, ezmekte, eziyet etmekte, şiddete maruz bırakmakta, hatta insafsızca öldürmekte.
Türkçe’ye “anaerkil” olarak Fransızca’dan geçmiş olan terimin kabaca anlamı, “kadının etkin olduğu bir örgütlenme-toplumsallaşma düzeni”dir. Egemenliğin kadınlarda olduğu, soyun kadınlar tarafından belirlendiği, kadınların erkeklerden daha saygın oldukları, kısacası temeli kadının üstünlüğü fikrine dayanan bir düzendir. Günümüz antropologlarının önemli bir kısmının, birçok aşamasında hemfikir olduğu ve erkek egemen sistemi olan ataerkil düzenden önce yeryüzündeki toplulukların önemli bir kısmında anaerkil sistemin egemen olduğu, olmayanların ise, cinsiyet özneli bir vurgusu olmayan yaşam biçimlerini benimsediklerini kabul edilmektedir.
Anaerkil düzenin değişmesi ve erkek egemen sisteme geçişimizin tarihsel olarak hangi zaman dilimlerine denk geldiğini, bu değişimin hangi sebeplerden ötürü meydana geldiğini henüz bilememekteyiz.
Bu değişimin doğal yollarla gerçekleştiğini iddia eden bilim insanlarının özellikle vurguladıkları; kadının cinsiyetinden ötürü erkekle farklılıklar gösteren fiziki yönlerinin ilkel dünyanın çetin yaşam koşullarına uygun olmadığı ve sürdürülen “hayatta kalma mücadelesi” adına yürütülecek işlere erkeğin yatkın olduğunun keşfi ile yaşanan değişimdir. Halbuki binlerce yıl süregelen anaerkil sistemde ve üstelik yaşam koşulları daha ağırken hayatta ve ayakta kalan kadın, nasıl oldu da aniden bu yükün altından kalkamayacağını düşünmeye başladı ?
O dönemde kadını üstün kıldığı düşünülen bir başka husus da doğum olayı olarak görünmekte. Cinsellik konusunda çok kısıtlı bilgilere sahip olan insanlar, doğumdaki rolü sebebiyle kadına daha fazla önem vermekte ve soyun devamını sağladığı için çoğu zaman kadını tanrıça gibi görmekte olabilirler.
Bugünkü toplumlarda doğayla hukuki ya da akitsel bir ilişki biçimini benimseyen yeni insanın aksine, eski toplumlardaki, kültürün tamamen doğayla uyum felsefesi etrafında şekillendiğini biliyoruz. İnsanlık tarihinin en büyük sosyal değişimi olarak kabul edilen anaerkil toplumdan ataerkil topluma geçiş evresi; şüphesiz birdenbire ya da tek veya birkaç olay ve sebeple gerçekleşmemiştir. Elimizde “kesin” sayılabilecek değerde bulgular yok. Günümüzde tarihlendirme bilimlerinin geçmişe nazaran çok daha ileri bir safhada olmalarına rağmen, hâlâ birçok olgu hakkındaki bilgimiz; tahminler, iddialar, üzerindendir.
İçinde bulunduğumuz ataerkil toplum düzeni maalesef erkeğin her konuda imtiyazlı olmasını kabul eden bir düzen… Erkeğin bu imtiyazlı konumunu kaybetmemek için gösterdiği direnç, bu toplumsal hastalığın sorgulanmasını bile engellemekte. Adeta, bu yaşam şeklinin alternatifsiz tek düzen olduğu düşünülmekte… Dünyanın en demokratik ve eşitlikçi toplumlarının bile bu düzen üzerine kurulu olması sebebiyle, kadın-erkek eşitliğinden söz etmek, hâlâ tam mümkün değil.
Bilim adamlarına göre; erkek toplumu hükümranlığını elde ettiği zamandan beri, yönetim, yaşam, hukuk, din ve kaidelerini benimsemiştir. Ataerkil düzenle birlikte insanların keşfettiği “hiyerarşi” ise erkeğin dünyasının her alanında kendini korumuş ve tüm sistemler bunun üzerine kurulmuştur. Feodalizm, teokrasi, monarşi, aristokrasi, demokrasi, komünizm, sosyalizm, anarşi, bütün dinler -hatta- dinsizlik, sanat, kültür, tarih, ikili ilişkiler, aşk ve aklımıza gelecek her şey ya tamamen erkeklik olgusunun ilkeleri çerçevesinde şekillenmiş, ya da ondan etkilenmiş durumdadır. Ne yazık ki, bunun tam farkında olmadığımız gibi, sözde kadın erkek eşitliği konusunda kadınlara verilecek en insanca hak bile lütuf gibi görülmekte maalesef.
Tüm bu bilgilerle son söz olarak şunu söyleyebiliriz:
Çok geçmişte kadınlar ve sonrasında hep erkekler yönetmiş dünyayı. Eskisinden daha güzel, daha sevgi dolu, barış içinde ve daha huzurlu bir dünyada yaşamadığımıza göre, dünyanın devamı için erkek ve kadın cinsi; bir biçimde birlikte her şeyi paylaşarak eşit koşullarda yaşamanın yollarını aramalı ve mutlaka bulmalıdır.
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!