Hafta sonu bir maç var. Taraftarı olduğunuz takımın mücadelesini izlemek ve onu desteklemek için evinizden çıkıyorsunuz. Eğer toplu taşıma vasıtaları ile gidecekseniz önce en yakın durağa gidip beklemeye başlayacaksınız. Güzergahın ortasından bir yerde iseniz gelen otobüste muhtemelen oturacak koltuk olmayacaktır. Yeterince doludur, en azından binebilmiş olmanıza sevineceksiniz.
Tek bir vasıta ile gitmek mümkün değilse doğru bir istasyon ya da durakta otobüs değiştirmek zorundasınız. Bu arada nerelerden geçtiniz, park ve bahçelerin kenarlarından ilerlediniz mi? Kalabalıkta bunları görmeniz mümkün değildir. Zaten kendinizi bu otobüse atabildiyseniz en mutlu insan siz oluyorsunuz.
Kendi aracınızla gitmeyi planlarsanız biraz daha zaman tasarrufu sağlayabilirsiniz. Bir bardak daha fazla çay içebilirsiniz. Eşinizin ev işlerine yardım edebilirsiniz! Çocuklarınızın ev ödevlerine göz atabilirsiniz. Televizyondaki magazin programındaki dedikodulara kulak kabartabilirsiniz. Yola çıktıktan sonra siz kırmızıda dururken yanınızdan akıp gidenlere gözleriniz büyüyerek bakarsınız.
Orta şeritte ve optimal bir hızla seyrederken arkanızdakinin taciz selektörlerine maruz kalırsınız. Önünüzden giden bir aracın makas atarak ilerlemesini değerlendirdiğinizde o sürücünün Formula1’e hazırlandığını düşünebilirsiniz. Maçın oynanacağı stada geldiğinizde kendi kendinize sorun, acaba yolda gelirken birkaç ağaç ya da koru yanından geçtiniz mi? Durun daha bitmedi, aracınızı park edecek yer olmadığı için bir görevli sizin yanınıza gelip “Beyefendi burada park yeri doldu, lütfen başka bir yere park edin!” diyebilir. Başka bir otopark bulabilmek için en az bir 30 dk kadar zaman harcamak zorunda kalabilirsiniz.
Henüz stada ulaşamadık. Diyelim ki geldik, yerimizi bulduk. Maçın başlamasına en az bir saat daha var, bu zamanlarda genelde radyo dinleniyor. Tabi ki radyo derken çok eskiden kullandığımız transistörlü, pilli radyolardan söz etmiyorum. Cep telefonlarının radyo uygulamalarından ve bizi uzaylı gibi gösteren kulaklıklara dikkatiniz çekmek isterim. Taraftarı olduğumuz takımın forması üstümüzde, oyuncular sahaya çıktılar, alkışlar, ıslıklar, müthiş bir tezahürat…
Maç başladı. Bitti. Geriye dönüş başladı. Dönüş, maça gelmekten daha çetrefilli. Ben hatırlıyorum, Sarıyer’den gelirken Maslak istikametinde FSM Köprüsüne doğru ilerlerken bir GS maçının sonrasında yoldaki trafikten dolayı kullandığım aracı ertesi gün otomatik vitesli olanı ile değiştirdiğimiz hatırlıyorum.
Değerli okurlarım, sportif bir karşılaşmayı canlı izlemek kolay değil. Mesafe, araç, yol güzergâhı, zaman derken maça geldiğinizde neredeyse yorgunluktan bitmiş oluyorsunuz. Bunu göze alamayanlar maçı izlemenin yolu olarak yayıncı kuruluşların programına yönelik kendilerini evdeki baba koltuklarına bırakıyorlar. Kuru yemiş, kuru pasta, çay derken, maç bitiminde ağırlıklarına birkaç kg daha katarak yaşamlarına devam ediyorlar.
Stadlarımızı kolay ulaşılır yerlere inşa etmeliyiz. Buralara giderken çevre görünümleri insanları rahatlatacak güzergâhları planlamalıyız. Otopark işini bir bilim olarak değerlendirmeliyiz. Maç’a gelirsek, oradaki performansı bir başka yazımda değerlendireceğim. Son haftanın maçlarında galip gelen takımlarımızın oyunundan memnun olan bir tane arkadaşım yok. Bu konu farklı biçimde değer kazanmıştır.
O kadar zorluk çekip maça ulaştıktan sonra kötü bir performans izlemek kimseyi memnun etmeyecektir.
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!