33. Yaz Olimpiyat Oyunları Paris’te başladı. Açılış töreni şimdiye kadarkilerden çok farklı idi. Birkaç hafta önce yazdığım bir yazıda belirttiğim gibi açılış seremonisi, Sen nehrinde geçit yapan ülke sporcularını taşıyan teknelerle tamamlandı. Geçiş esnasında değişik noktalardaki gösteri ve konserler nefes kesti.
Finalde meşâle yandı. Yakıt olarak ne gazyağı ne doğal gaz ya da kandil yakıtı kullanılmadı. Gördüğümüz meşalenin ışığı elektrik enerjisi ile sağlandı. Celin Dion konseri oldukça büyük bir kesimin beğenisini aldı. Herkesin çok tartıştığı diğer konuları burada yazmak istemiyorum çünkü bunu anlatmak ve yorumlamak benim işim değil…
Ancak bu açılış ve gösteriler sonrasında Baron Pierre de Coubertin’in ortaya koyduğu citius, altius, fortius sloganı galiba tarihe gömüldü. Bir arkadaşım, seremoni sonrasında beni aradı ve artık olimpiyatların sloganının liberte, egalite ve fraternite olması gerektiğini söyledi. Haydi bakalım çıkın işin içinden…
Olimpik sporcularımızın kıyafetleri eleştirilere neden oldu. Kırmızı rengimiz gitmiş, turkuaz rengi gelmiş dediler… Ayrıca sporcularımıza yakışmadığını da söyleyenler var… Değerli okurlarım, bu türden organizasyonlarda bu kıyafetler açılış ve kapanış törenlerinde giyilir. Onun dışında pek kullanılmaz.
Sporcular, kendi sporlarına yönelik özel hazırlanmış spor malzemesi, şort, mayo, tişört giyerler. Asıl önemli olması gereken, sporcuların yarış, karşılaşmalar esnasında kullanacakları malzemelerdir. Burada herkesin gözünden kaçan bir konu, ülkemizin logosu ile üretici firmanın logo büyüklüğünün aynı boylarda olması unutulmamalı, eğer tartışılacaksa buna ağırlık vermek gerekir. Teknik bir detay vermek gerekirse bu malzemeler olimpiyat oyunlarına gidildiğinde değil, ülke içindeki antrenmanlarda kullanılmaya başlanmalıdır.
Performans işine daha sonra gireceğim. Herkesin bilmesi gereken bir başka nokta olimpik oyunların kıta ve dünya şampiyonalarından daha önemli bir organizasyon olmasıdır. Her dört yılda bir yapılır ve belirli olimpik barajları geçebildikten sonra oyunlara gelinebilir. Coubertin, yıllar önce bu oyunlarda kazanmaktan çok katılmanın önemini vurgulamış olsa da iş başa düşünce ortaya başka tablolar çıkmaktadır. Ülkelerin sporcuları, katıldıkları branşlarda madalya peşinde inanılmaz bir mücadele sergilerler. Geriye bakıldığında aralıksız 4 yıl süren bir çaba, antrenman ve yarışlar bulunur.
Gelelim voleybola… İki konu benim için önemli. Takım sporlarında katıldığımız tek branş olan voleybolda, ilk maçında kızlarımız Hollanda’yı 3:2 ile geçtiler. Güzel bir başlangıç oldu. Biraz heyecanlandık. Ama takım sporlarında filenin iki tarafında olsanız da bu stresi yaşamaya alışkın olmalısınız. İkinci konu ise, Nurper Özbar’ın bu oyunlarda voleybol maçlarındaki tek Türk kadın hakem (Avrupa kıtasından görev alan tek kadın hakem) olarak görev almasıdır. Dominik Cumhuriyeti ile İtalya arasındaki maçtaki olağanüstü yönetimine tanık olduk. Gurur duydum. Daha nice görevlere ve başarılara olsun…
Bu haftalık burada bitiriyorum. Gelecek yazımda futbola kısa bir bakış yapacağız. Avrupa Kupası maçlarına katılan futbol takımlarımızın performanslarını değerlendireceğim.
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!