Jules Massenet’nin “Thais-Meditation” isimli bestesini dinliyorum. Ama asıl düşündüğüm şey, “Hayat bir meditasyon mudur?” sorusuna cevap verebilenler var mıdır diye düşünüyorum.
Nüfusu beş milyonu az geçen ülkelerin aldıkları madalya sayısına bakıyorum, bir de bizimkine.. Nasıl oluyor diye hiç sormuyorum, çünkü cevap basit: Bizim spor yöneticimiz yok, sporun yönetimi yok!
Karşı görüşte olanların sayısını merak etmiyorum. Bildiklerimizi açıklamama, korku ve çekinmelerden dolayı sporumuzun geldiği noktaya bakın: Kimse, bu sporun nasıl gelişeceğini, dönüşeceğini ve üst düzey sonuçlara nasıl ulaşacağımız hakkında bir görüş bildirmiyor.
Üniversitelerin Spor Bilimleri Fakülteleri, Spor Yüksek okulları, onlarca profesör, araştırmacılar; sizler neredesiniz? Spor teşkilatının kıymetli uzmanları, daire başkanları, genel müdürler, federasyon başkanları, siz oralarda ne yapıyorsunuz? Nerede sizin perspektif planlarınız? Yahu bir hedefiniz, planınız ve insan kaynakları yönetiminiz yok mu?
Çok merak ediyorum, yerel yönetimlerimizin spor kulüplerini devreden çıkarsak, acaba geride ne kadar kulüp kalacaktır? Bırakın kulüp sayısının azalmasını, belediyelerin destek verdikleri sporlar ve kulüplerin bu katkılardan mahrum kalması halinde içine düşecekleri hali bir düşünün bakalım!Cesaretli olun, bu soruları içtenlikle cevaplayın..
Spor medyası ne yapar? Benim gördüğüm, özellikle televizyon ekranlarında gereksiz tartışma ve çekişme yaratarak reyting toplamaya çalışıyorlar. Yazılı basın, sosyal medya da çok farklı değil.. Romanın, şiirin, tiyatronun ve sinemanın eleştirmenleri var, spor medyasının yok! Birileri bu programlara el atmalıdır... Kavga yaratmanın bir beceri haline getirildiği bu tablo çocuklarımızı, gençlerimizi spora yönlendirmediği gibi, az sayıda kalmış seyircilerimizi de spordan koparacaktır...
Spor, eğer düşük şiddetli egzersizler şeklinde ve düzenli biçimde yapılırsa bir meditasyon etkisi yaratmaktadır. Gece sabaha karşı derin uykuda iken salgılanan mutluluk hormonlarını, eğer istersek jogging yaparak kana karıştırabiliriz. Bunu biliyor muydunuz?
Bazılarımız kendisini hayata bırakıyor. Onun kıvrımları, güneşi, tereddütleri, hızı ve mutsuzlukları, düzensiz denilen biyoritimleri aslında farkında olmadığımız bir meditasyonun ip uçlarını veriyor olabilir. Çoğumuz zamana bırakıyor kendisini... Zamanın her şeye ilaç olacağı yalanına inanıyorlar. Oysa bu bırakış hayatın avucunuzdan kaçıp gitmesine neden olabilir. Zamanı durdurun, onu siz idare edin... Zamanın sizi yönetmesine izin vermeyin.
Velhasıl kelam, hayat ritminde gittiği sürece size mutluluk, sağlık, neşe verebilir. Bu herkes için geçerli değildir tabi. Dostunu, arkadaşını -ya da siz ne dersiniz bilmem- unutan, yok sayan ya da kötü düşünenlerin işleri yolunda gitmez, buna inanın...
Şimdi, yüzünüzü göğe doğru yöneltin, nefes alın verin, acele etmeyin, yavaşça gözlerinizi kapayın, en son kimi aradığınızı kendinize sorun! Eğer varsa aradığınız, devam edin gözünüz kapalı sessizce durmaya... Şimdi meditasyon başlıyor... Hayatın kendisi bir rahatlamadır, başkasında, başka yerlerde aramayın. Ama bunu ancak hayatta olanlar hissedebilir, anlayabilir...
Müzik dinlerken aklımdan geçenleri ışık hızı ile yazıya çevirdim. Sporu düşündükçe çıldıran yüzlerce arkadaşımı ve dostuma bu yazıyı ithaf ediyorum.
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!