FIBA şampiyonlar liginde çeyrek finale kalınacağını, Türkiye kupasında yarı finale kadar yükseleneceğini sezon başında kime söyleseniz ''bu takımla çok zor'' derdi. Herkesin aklı fikri Bobby Dixon'lı, John Diebler'lı kadroda ve Ufuk Sarıca'da kalmıştı. Bunca başarıdan sonra dağılan takımla, yepyeni bir oluşumla ve hep bir kıyasa maruz kalacak olan yeni bir koçla oynanan her maçta takıma yaklaşım hoşgörüsüz, eleştirel nitelikteydi...
Yazılarımı takip edenler bilir... Bu duruma en başından beri karşı çıkan azınlıktan birisiydim! Takıma adaptasyon için süre tanınması gerektiğinden de koç Nenad Markoviç'in basketbol bilgisine güvenilmesi gereğinden de defalarca bahsetmiştim. İnişler, çıkışlar, dağılan şube yönetimi, sakatlıklar, gelen giden oyuncular derken bu günlere gelindi. Bu süreçte olumsuz anlamda çok şey yazıldı çizildi, söylendi... Böylesi bir tabloda direnç göstermek, başarıya odaklanıp çalışmalarını aksatmamak bir koç için gerçekten çok zordu... Ancak, Markoviç sukünetini korudu ve itidalli açıklamalar yapmayı sürdürdü. Feveran edip ''yetti benden bu kadar'' demedi. Önce kendine ve takımına sonra da karşılaştığı Karşıyaka'nın basketbol kültürüne inandı. Taraftarın itici gücünü hep kabullendi ama onların kendisini bir türlü kabullenemeyişi nedeniyle sevildiğine bir türlü inanmadı ya da daha doğrusu inanamadı belki de..!
Hangi insan sevilmediğini hissederken başarı yakalayabilir ki?! İşte Markoviç bunu başardı ve taraftarla arasındaki buzları, içinde bir türlü sönmek bilmeyen başarmak azmi ve ateşiyle eritti. Bunu tamamen yalnız ve kendi başına başardı. Ligde kazanılan Beşiktaş maçı bitiminde bile hala Ufuk Sarıca tezahüratları yapılırken bunu başarabilmesi ise gerçekten çok zor oldu.... Bir önceki yazımda çeyrek finale yükselinilen son Beşiktaş maçı için zor ama imkansız değil derken, Markoviç de belli ki kendi içinden kendini sevdirmesi konusunda böyle düşünüyor ve vazgeçmiyordu...
Vazgeçmeyenler, savaşanlar, sabredenler eninde sonunda kazanır ve Markoviç de bu sevgiyi tabiri caizse söke söke kazandı nihayet... Taraftar belki de sezon başından beri ilk kez Markoviç'i bu denli sahiplendi ve bağrına bastı. Umarım bu durum kaybedilecek ilk maçla birlikte sona erecek olan bir saman alevi değildir.
Markoviç daha ne yapsın?! Gayet iyi biliyordu ki onun kabullenilmesi için sadece başarılı olması değil, Ufuk Sarıca'ya karşı özellikle başarılı olması şarttı. Ancak bu şekilde ''o iyi bir koçsa ben de en az onun kadar iyiyim'' duygusunu gönüllere yerleştirebilirdi. Evet Markoviç bu sezon dört kez karşılaştığı Ufuk Sarıca'yı üç kez yenerek bunu başardı. Üstelik de Ufuk Sarıca'nın özellikle de euroleague sezonunda sahip olduğu maddi imkanların ve kadronun yanına bile yaklaşamayacak bir oluşum içersindeyken bunu yaptı...
Eski koç döneminde yaşanan başarıları sadece o dönemki koçun başarısı gibi algılayanlaraydı bir önceki yazımda bahsettiğim içimizdeki İrlandalılar sözü. Öyle sanıyorum ki onlar da Karşıyaka'nın basketboldaki başarılarının hiç bir zaman tek bir kişiye endeksli başarılar olmadığını anlamışlardır artık! Yani oynanan bu son maçla içimizdeki İrlandalıları da bir nevi temizlemiş olduk denilebilir...
Karşıyaka basketbolda bir ekoldür ve başarılarını da sahip olduğu kendi ekolüyle, camiasıyla, en iyi basketbol bilgisine sahip taraftarıyla bir bütün olarak elde etmiştir bu güne değin... Değil mi ki henüz 1 yaşını yeni doldurmuş kızım maç izlerken kolu havada, ben kaf kaf çekerken o da küçücük eliyle bana eşlik ediyor, değil mi ki maç sonu sevincimde o da boğazı yırtılırcasına çığlıklarıyla kutlamama katılıyor, demek ki basketbolun Karşıyakalılarda daha doğuştan gelen bir rolü var! Tabi bu işin biraz mizahi tarafı ama gerçek olan bir şey varsa o da; bu sene yaşanan onca karışıklığa, yalnız adamı oynayan Nenad Markoviç'in maruz kaldığı psikolojik baskıya rağmen Karşıyakamız bizi yine, halen gururlandırmaya devam ediyor. Bu inanç ve koç-taraftar arası sağlanan birlik ve bütünlükle neden olmasın daha çok yakın geçmişte elde edilen başarıların yakın bir gelecekte de tekrarı..!
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!