Takım demeye bin şahit isteyen bir topluluktan ''takım'' haline dönüşümün sadece 10 gün gibi kısa bir zamanda gerçekleşmesi mümkün mü? Cevabı zor, ama gördüğüm bir gerçek var ki Spirou Basket karşısındaki Karşıyaka ''takım'' hüviyetine bürünmüştü. Bu durumda Tofaş maçında yaşanan şey, ya ilk maç olmasının verdiği heyecanla ya da Tofaş'ın buna itmesiyle gerçekleşen bir yol kazasıydı belki de! Yani takım zaten hazırlık döneminden itibaren oluşmaya başlamıştı ancak o maçta kendini ortaya koyamamıştı şeklinde mi yorumlamalıyız, yoksa koç Özhan Çıvgın'ın ortada var olmayan takımı yenilen ağır tokat sonrası inanılmaz bir iradeyle 10 gün gibi kısa bir sürede var ettiğini mi düşünmeliyiz?! Bunlardan hangisinin söz konusu olduğundan bağımsız olarak ise var olan gerçek, Karşıyaka'nın Spirou Basket karşısında takım kimliğiyle verdiği mücadeleydi.
6 oyuncunun birden çift haneli sayılara ulaşması da bunun göstergesi zaten. Ancak, benim için asıl göstergeler istatistiki olarak görülen bu durumdan ziyade oyun içersinde gözlemlediğim farklı şeylerdi! Bir pozisyonda İlkan Karaman'ın pota altında verdiği bir mücadele sonrası dengesiz bir şekilde yere düşmesinin ardından üç takım arkadaşının birden anında yanına koşarak kendisini kaldırmaya çalışması bence çok önemli bir kriterdi. Yanısıra oyun içersinde içeri penetre eden oyuncunun önüne bırakılan paslar artık kimin ne zaman ne yapacağının oyuncular tarafından anlaşılmış olmasını gösteren bir diğer önemli kriterdi.
Rakip Belçika gibi basketbol ile çok da alakası olmayan bir ülkenin takımıydı ve daha dişli bir rakibe karşı takımın alacağı sonuçların nasıl olacağı konusunda net bir fikir vermemesi gereken bir maçtı belki ama felaket olarak nitelediğim Tofaş başlangıcının ardından kötüye terfi etmek olarak değerlendirdiğim Beşiktaş maçı sonrasında karşılaştığımız manzara artık ilerlemenin orta-iyi sınıfına doğru gelmekte olduğunun işaretçisi olması nedeniyle önemli bir maçtı. Bir diğer önemi de moral açısından... Basketbolcuların özgüvenlerini arttıracak olan ve takım olarak bir arada maç kazanabildiklerine dair inanç aşılayacak türden bir müsabaka oldu.
İlkan Karaman, belki de katkı anlamında beklentimin yüksekliğinden kaynaklı, önceki yazılarımda en fazla eleştirdiğim oyunculardan birisiydi. Spirou Basket maçında ise eleştirdiğim temel noktalardan tamamen sıyrılmış ve doğruları yapan bir İlkan izledim. Uygun pozisyondaki arkadaşını görme, duruma göre şut, hatta duruma göre karşı sahaya dripling yaparak top taşıma da dahil (biraz riskli bir tercih olsa da) önceki iki maçtan çok farklı bir İlkan vardı. Ve en önemlisi de bu kez oyunun ilk dakikalarından son dakikalarına kadar performansını korumasıydı. Maçın adamı seçilmesi tamamen hakedilmiş bir durumdu yani. Aynı şekilde devam İlkan...
Yine kritik anlarda yapacağı isabetli dış şutlarla takımı motive etmesi gerektiğini ifade ettiğim Erwing Walker da bu maçta el üstü attığı, hatta bir pozisyonda süre dolarken ve üzerinde ikili sıkıştırma varken attığı üç sayılık şutlarla olması gerekeni ortaya koymuş oldu. Gailius'tan niçin daha fazla faydalanılmadığını ise bilemiyorum. Koç'un vardır bir bildiği belki de! Marei ve İlkan pota altını her ne kadar karıştırmış ve rebaundlarda fena olmayan bir başarı sergilemiş olsalar da pota altı savunmasında ne yazık ki fizik gücü yüksek bir 5 numara ihtiyacı halen var. Chatman'ın ise kaydettiği 12 sayıya karşın benim hala kendisinden beklentilerimi tam manasıyla karşılayabildiğini söyleyemeyeceğim.
Bu arada Belçika'nın Spirou Basket takımının 6300 kişilik salonu varken Karşıyakamızın 5000 kişilik salona sahip olması doğrusu benim hiç de içime sinmiyor. Umarım vaadedilen 10 bin kişilik salon sözü tutulur. Yalnız Spirou'nun organizasyonunu da takdir etmek lazım. Işık ve ses efektleriyle, ponpon kızlarıyla, animatörüyle gerçekten görsel bir şölen sundular. Bence bunu biz de yapmalıyız. Tek eleştirim ise oyunun aktif olduğu anlarda bile hoparlörün sesini kısmamalarına ve Karşıyaka hücumlarında ve faul atışlarında sürekli olarak bir ambulans sireni sesi dinletmelerine...
Özetle, bu maçtan çıkarılacak çok fazla ders var. Takım olabilmeyi başarabileceğini bu çocukların anlamış olması, Özhan Çıvgın'a başarı için verilmesi gereken sürenin verilmesi, eleştirmesini bilmek kadar takdir etmesini de bilmenin gereği, basketbolun salonlarda bir festival havasına dönüştürülebilecek oyun olduğu ve iyi günde destekle kötü günde hem destek hem de yapıcı eleştirilerle daima Karşıyaka'nın yanında durmak gereği... Bundan sonrasında karşılaşılacak olan daha gerçekçi rakiplere karşı da yakalanan bu havayı sürdürebilmek için çalışmaya devam!
Sağlıcakla kalın..!
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!