Sezon başından beri Karşıyaka basketbol takımı bu sene güven vermeyen bir görüntüdeydi. Pek çok basketbol otoritesi de bu ortak paydada buluşuyordu. Ancak hatırlanması gereken bir Karşıyaka gerçeği vardı ve Karşıyaka’nın basketbol kültürü hesaba katılmadan yapılan bir yorumdu bu... Söz konusu basketbol ve Karşıyaka olunca bazı ufak tefek gibi görünen ayrıntıların neticeyi çok değiştirebileceğini unutmamak gerekir. Herhangi bir basketbol takımı için yapılan bu yorumlar, sezon başındatakımın verdiği görüntü itibariyle teknik anlamda katılınmaması mümkün olmayan yorumlar olarak kabul görebilir belki... Karşıyaka için ise daima mucizeler söz konusu olmuştur. Tabi ki mucizeler gerçekleşirken de basketbolun temel ilkelerine dönüş gerekliliği inkar edilemez...
Bu sezon başında yapılan yabancı transferlerin eski bir yazımda tek tek yaptığım analizinde, hemen her birinin başarılı yönlerini ön plana çıkartıp bir Karşıyakalı olarak daima basketbolda beklentimizin yüksek olmasından hareketle yazmıştım. Josh Boone herkes için olduğu gibi benim için de bir hayal kırıklığı oldu! Summers için ciddi bir sakatlıktan yeni çıkmış olmasının endişesini ifade edip koç Markoviç’in özel olarak ilgilenmesi gereğinden bahsetmiştim. Görünen o ki Markoviç bu anlamda gereğini yapmış. Yanısıra Brown’un dış şutlarda önemli bir rol alabileceğini ifade etmiştim ve takıma alıştıkça bu karakterini ortaya koymaya başlıyor gibi... En büyük beklentim ise Ponitka’dandı ve henüz beklentileri karşılayan seviyeye gelememiş olsa da bir takım kıvılcımlar, kendini bulmaya başlıyor intibaı yaratıyor. İşte bu noktada ‘’takım olma’’ kavramı devreye giriyor... Sadece basketbolda değil, tüm takım oyunlarında başarının anahtarı yani...
Bireysel olarak özgeçmişlerine bakıldığında Karşıyaka’da bu sene uzun yıllardır yapılanın aksine bir oluşum göze çarpıyor! Geçmişi kariyerli ama şimdiki hali inişte olan bir grup oyuncu ile yola çıkıldı..! Oysa ki yıllarca başarıya aç, genç ve yetenekli oyuncular (özellikle de Amerikalılar, Amerikan kolej liginden olacak şekilde) seçilip Karşıyaka’yı kariyerlerinde bir sıçrama tahtası olarak kullanıyorlardı... Bu fark ise bu seneki oyuncu grubundan başarılı sonuçlar almanın zorluğunu yaratan en büyük faktör oldu. Bu zorluk ise en başta koç açısındandı. Nenad Markoviç Boşnak bir antrenör olarak basketbolun en saygın ekollerinden Yugoslav ekolünün bir temsilcisi ve basketbolda ciddi bir geçmişi olmayan Trabzon’u bile eurochallenge’de final oynatarak rüştünü ispatlamış bir koç... Bu anlamda kendisine güvenilebileceğini en baştan beri düşünenlerdenim. Tabi ki bu güvenin boşa çıkıp çıkmayacağını da zaman gösterecek... Mevcut oyuncu kurgusuyla takım oluşturabilmeyi başarabilmesi halinde (son üç maçta ortaya konulan oyuna da bakınca bu yönde bir şeyler yapıyor gibi) Karşıyaka yine taraftarını çok da üzmeyecek bir seviyeye gelebilir. Karşıyaka ve basketbol kelimelerinin yan yana anıldığı yerde umutsuzluğa yer yoktur inancıyla bunları söylüyorum..!
Fenerbahçe karşılaşmasıyla başlayan takım olabilme sinyalleri, sonrasında oynanan FİBA şampiyonlar ligi maçında nispeten sarsılmış olsa da o maçın da neticede kazanılmış olmasının verdiği moralle Beşiktaş maçına gelindi. Beşiktaş maçı birkaç yönden önemli bir sınavdı. Birincisi; rakip ne kadar güçlü olursa olsun iç sahada oynanan her maçını Karşıyaka kazanır, kaybetse de onun adına ‘’kaza’’ denir inanışına hizmet edecek olması adına... İkincisi rakibin koçu’nun Ufuk Sarıca olması ve Karşıyaka’yı basketbolda Karşıyaka yapanın kişiler değil kendi basketbol ekolü ve taraftarı olduğunu göstermesi adına... Üçüncüsü ise geleceğe umutla bakabilmek ve gerçek bir takıma dönüşebilmek için bir kırılma noktası olabileceği yönünden önemliydi..!
Takımın yıllardır olduğu gibi dar bir rotasyonla oynamak zorunluluğunda oluşu yine ciddi bir handikaptı. Bu dar rotasyonu, kenar yönetiminin uygun olan ve gençlerin ezilip de demoralize olmayacağı maçlarda onlara daha fazla şans verip tecrübe kazanmalarını sağlaması kaydıyla zaman içerisinde aşabilir Karşıyaka... Ancak Beşiktaş maçında kadro darlığı nedeniyle uzun süreler görev alan oyuncuların son topa kadar verdiği mücadele galibiyet kilidini açan en önemli anahtar oldu... Takım olmanın önemi de bir kez daha anlaşıldı. Bununla beraber Karşıyaka seyircisinin yüksek bilet fiyatına karşın salonu doldurması ‘’doğru’’ olan davranıştı. Ancak yanlışlar da mevcuttu..!
Birinci sıraya konulması gereken yanlış ise Karşıyaka kaynaklı değil Beşiktaş seyircisi kaynaklıydı. Daha önceki bir yazımda da ‘’salon kültürü’’ olarak bahsettiğim konuya paralel yaşattıkları çirkinlikler kabul edilebilir gibi değildi. Kapalı spor salonunda gaz bombası atmak!!! Bunu yapanların salonlarda asla ve asla yeri olmaması gerektiği gibi mümkünse hayatın hiç bir alanında yer almasalar toplum adına en sağlıklısı olur kanaatindeyim. İkinci büyük yanlışı yapan ise Karşıyaka taraftarıydı! Eski ve başarılar kazandırmış bir koç’a nezaketen ufak bir jestte bulunmayı anlayabilirim belki ama bunun dozunu kaçırıp da en azından maç sonunda sana önemli bir galibiyet hediye eden şimdiki koç’unun adını hiç anmamayı, asıl bu sene ihtiyacın olan kişiyi motive etmemeyi ise hiç ama hiç anlayamıyorum doğrusu. Oysa ki Markoviç’in özellikle de bu maçla Karşıyaka gerçeğini anlamaya başladığının ve heyecan duymaya başladığının çok güzel bir göstergesi olan maç sonu sözleri bile başlı başına bunu hakettiğini gösteriyordu; ‘’yenilmemiş takım yoktur, Karşıyaka’ya gelmemiş takım vardır’’..! Üçüncü yanlış ise bir basketbol takımının olmazsa olmazı olan pota altı hakimiyeti için iyi bir pivot gereğinin hala göz ardı edildiğine işaret eden Patway’den medet umma yanlışındaki ısrar... Josh Owens’ın yanına alınacak pivot gibi bir pivot çok önemli bir güç katacaktır Karşıyaka’ya...
Hani genel olarak hepimizin hayatının belli dönemlerinde girdiği testlerde karşılaştığımız bir durum olan üç yanlışın bir doğruyu götürmesi kuralı var ya; ‘’doğru’’ olarak yaptığım saptamaya dikkat edecek olursanız bu sefer bu kural işemeyecektir inancındayım... Çünkü yanlışlar ne kadar çok olursa olsun, başarı ne kadar geç gelecek olursa olsun (hatırlatırım iki şampiyonluk arası 28 sene), Karşıyaka seyircisi muhteşem desteği, inanılmaz basketbol bilgisi ve yüreğindeki Karşıyaka aşkıyla salonları doldurmaya devam edecektir...
Beşiktaş maçının bitiminde teknik kadro, oyuncular ve taraftar arasında bir bütünleşme tablosu hakimdi. Şayet takım olma yolunda atılan adımlar daha da sıklaştırılırsa, ahde vefa ile önce Karşıyakalı olmak duygularının sıralaması doğru yapılırsa, kadro derinliğini arttıracak tedbirler alınırsa ve en önemlisi Beşiktaş maçıyla yakalanan heyecan ve sinerji sürekli bir hale getirilirse salonlardan çoğu kez mutlu ayrılacağımız günler de yeniden başlayacaktır... Richard Bach’ın ‘’mavi tüy’’ kitabında dediği gibi; ‘’tırtılın dünyanın sonu dediğine, usta kelebek der’’..!
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!