Karşıyaka basketbolda ilk şampiyonluğunu yaşarken yerli oyuncularının tümü altyapıdan ve Karşıyakalıydı. O zamanlar son derece kısıtlı olan, Karşıyaka'nın belli başlı yerlerindeki potalarında hepsi eminim ki sokak basketbolu da oynamıştır. Hatta belki de aynı potalarda kendi çapımda benim de oynadığım yerlerdi buraları...
Yıkılan stadımızın meşhur beton panyalı potaları, Gazi ve Karşıyaka liselerinin bahçelerindeki potalar, eski Alaybey ilkokulunun arka bahçesindeki beton zeminli basketbol sahası gibi... Venedik evlerinde bulunan mika camlı potalarda oynayabilmek ise ayrıcalıktı adeta. Herkes alınmazdı içeri çünkü. Şimdilerde boş ve bakımsız da olsalar hala yerinde duruyorlar. Alaybey yalısında sahil tarafına sonradan yapılan paten pisti ve yanındaki potalar ise bizlere inanılmaz sosyetik gelmişti doğrusu...
Günümüzde, çok şükür ki, gençler gerek sahil şeridi boyunca gerekse okulların artık imkanlarının genişlemesi sayesinde okullarında, istedikleri zaman basketbol oynayabilecekleri imkanlara kavuştular. Ancak, ilginçtir ki o yetersiz basketbol alanı dönemlerinde bu şehrin çocukları profesyonel basketbolculara dönüşerek takımlarını şampiyon yapmışlarken, şimdilerde bunca imkana rağmen artık bu şehir A takımına basketbolcu yetiştiremiyor! Ya da yetiştiriyor da kulüp mü sahip çıkmıyor acaba?!
Bu ikinci olasılık mantığa daha yakın sanki! O zaman, ciddi bir sistemsel çöküş söz konusu anlamına gelir ki, bu çok üzücü... Tüm bunları bana düşündüren ise en son Alp Karahan ve Berke Aygündüz'ün de takımdan ayrılmaları oldu. Neyse ki Görkem Doğan bu açıdan, tabiri caizse, potadan döndü. Daha, çok yakın geçmişimizde büyük umutlar beslediğimiz Egemen Güven'i de kaybetmedik mi! Biz ki Karşıyaka olarak imkansızlıklar içersinde imkansızı başaran ve 86-87 yılında kendi çocuklarımızla ''gerçek'' şampiyonluk başarısına erişmiş bir basketbol ekolüyken gelinen bu nokta sorgulanmalı bence...
Günü kurtaracak başarılara; doğru transferleri nokta atışlarla saptayıp, bunlardan takım oluşturmasını ve sahada son ana kadar mücadele etme iradesini gösteren bir karakteri ortaya koymasını bilen iyi koçlarla ulaşılabilir (Ufuk Sarıca örneğinde olduğu gibi), ancak bu saydıklarım sponsor desteği sürdükçe var olabilecektir.
Önemli olan Karşıyaka basketbolunun kendi ayakları üzerinde durabilecek sistemine geri dönmesini sağlamaktır. Aslında bu planlamaların her ikisinin bir arada yürütülmesi de gayet mümkün. Kısa vadede elde edilecek başarılarla Karşıyaka markasını bir an önce daha da büyütürken, uzun vadede de eskiden olduğu gibi altyapıdan yetiştirilip ''korkmadan'' A takıma entegre edilecek yeteneklerle Karşıyaka'nın geleceği de garanti altına alınabilir. Tekrar soruyorum; ''sistemde bir hata mı var acaba?!''... Eğer bir hata varsa (ki altyapıdan uzun yıllardır takımımıza ciddi katkı sağlayacak yıldızlar yetişmediğine göre var...) derhal düzeltilmeli... Bunun yolu headcoach Ufuk Sarıca ile konuşmak da olabilir veya sadece kendi özgeçmişimize bir göz atmak da..!
*** *** *** ***
Geçenlerde sosyal medyada paylaşılan bir yazı gözüme çarptı. Aslında gözüme çarpmaktan ziyade, gözümden girip yüreğime saplandı adeta... Şöyle bir şeydi; ''artık bu dakikadan sonra tüm doktorların coronavirüsten ölmesini görmek istiyorum''... Bu alıntının altında yapılmış yorumları dahi açıp okuyamadığımdan, bu yazıyı yazan şahsın başına gelen her ne ise konunun ayrıntısını da öğrenememiş oldum. Hem şok olduğumdan hem de bu cümlenin üzerine, bunu yazanın kendince haklı gördüğü gerekçelerini merak bile etmediğimden...
Hiçbir gerekçe böylesi bir bedduayı haklı kılamaz! Bakınız; sadece son iki haftada 7 doktor coronavirüs nedeniyle vefat etti. Ve bizler hala işimizin başındayız, canla başla çalışıyoruz. Coronavirüsün bizlere veya daha da önemlisi bizler kanalıyla ailemize zarar verme ihtimalinden korkmadığımızı mı düşünüyorsunuz!? Tabi ki de korkuyoruz... Ancak bizler kendimizi, verilen bir savaşta kazanmak adına aktif olarak vazife yapabilecek yegane güçler olarak gördüğümüzden, cephe gerisine kaçmamamız gerektiğinin de bilincindeyiz...
Coronavirüs tehdidine karşın acil vakalar ve kanser hastaları zaten öncelikli olmak üzere her türlü ameliyatı da yapıyoruz, her hastaya da bakıyoruz. Bunu yaparken tek beklentimiz ise gerçekten durumu doktora gitmesinin kaçınılmaz olduğu kişilerin hastanelere başvurması. Çünkü, kaş yapalım derken göz çıkarmak istemiyoruz. Mesela; kolunda 10 senedir olan yağ bezesini çıkarttırmaya bu salgın döneminde gelenlerin yaptığı iki şey var aslında. Biri, doktorun daha önemli yerlere harcaması gereken enerji ve mesaisinden çalmak, diğeri ise kendi canını ve hatta temas edeceği yakınlarının canını riske atmak...
Bizler mücadeleye devam ederken sürekli şehitler de veriyoruz bu savaşta! O yazıyı yazan şahsa sormak isterim; ''son iki haftada 7 kayıp da mı seni tatmin etmedi! bu neyin kini-neyin nefreti! her insanın bir gün bir nedenle doktora ihtiyacı olacakken ettiğin bu bedduanın dönüp dolaşıp seni bulacağını hiç mi hesap edemiyorsun!''... Sonsuz stres altında, vatandaştan destek görmek bir yana bir de bu tarz sözlere ve hatta fizksel müdahalelere de maruz kalarak bizler sizler için savaşmaya devam edeceğiz. Gerisi vicdanınızla sizin aranızda kalmış... (bu şekilde davranmayan çoğu vatandaşımızı tenzih ediyorum, sözüm bunları yapanlara)
Sağlıcakla kalın!..
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!