Özel nedenlerle İstanbul Büyükşehir Belediye maçını izleme fırsatım olmamıştı. Ancak elde edilen galibiyetin son derece değerli olduğu bir maçtı ve kaçırdığıma üzülmüştüm. Sonrasında okuduğum pek çok yorumun benim için sözleri değerli olan, basketbolla yatıp basketbolla kalkan bir büyüğüm tarafından yapılanında gerek takımın gerekse kenar yönetimin tek vücut olup KSK ruhuyla hedefe ulaştığından bahsediyordu. Bu beni umutlandırmıştı. Çünkü yazılarımı takip edenlerin bildiği üzere bu seneki koç ile ilgili olarak sezon başından beri yaşadığım git geller ve mutlak bir güven duyabilme sorunu mevcuttu bende. Sevindim, doğruları yapmaya başladıysa ne mutlu Karşıyakaya dedim kendi kendime. Ama ikna olmam için kendi gözlerimle de görmeye ihtiyaç duymuyor değildim doğrusu...
Derken Salı günü oynanan Ewe Baskets Oldenburg maçı geldi çattı... İzledim ve basketbolda söz sahibi büyüklerimin görüşleriyle benim izlediğim arasında maalesef bir parallelik kuramadım. Acaba izleyemediğim nadir maçlarda veya izlediğim maçların bir an için kafamı başka yöne çevirdiğim anlarında mı yapıyordu Karşıyaka'nın koçu doğru ve takdir edilesi hamleleri diye düşündüm bunun üzerine. Öyle ya, basketbola hayatını vermiş otoritelerden daha iyi bilecek değildim herhalde bu oyunu... Öyle ya da böyle hasbel kader bu sporu bildiğine inanan, amatör olarak da olsa bilfiil oynamış ve 7 yaşından beri de salonlardan çıkmayan biri olarak ben yine de kendi görüşlerimi beyan etmek isterim. Kimseyi kırmadan, duyduğum saygıyı aynı şekilde koruyarak...
Benim izlediğim Ewe Baskets maçında Karşıyaka bizlere adeta bu sezonun bir özetini tek maçta sundu. Hızlı hücuma çıkıp, iyi savunma yapabildiği anlarda 12 sayı öne geçebildiği gibi, oyunun kontrolünü rakibe kaptırıp kendi oyununu karşı tarafa kabul ettiremediği anlarda ise 13 sayı geriye de düştü. Zaten bu sezon da düşe kalka geçmiyor mu! Bu maçla ilgili eleştirilerime geçmeden önce güzel olan şeylerden de bahsetmem gerekirse, bu kez sezon başından beri belki de ilk defa çift haneli sayılarla gerideyken ve özellikle de son periyottayken bu durumu düzeltip önemli bir geri dönüş yapabildi takım. Dar rotasyon nedeniyle genelde üçüncü çeyreklerin son 3 dakikasına girerken baş gösteren yorgunluğun olumsuz yansıması bu kez yaşanmamış oldu ki bu ümit verici bir gelişmeydi. Yanısıra bu maçta Waters'ın takımı oynatmayı öncelikleri arasında ilk sıraya koyduğunu görmenin de mutluluğunu yaşadım. Belki de yeni transfer Byron Allen'ın varlığı (her ne kadar sakatlığı nedeniyle bu maçta ve sonrasında belli bir süre takımda yer alamayacak olsa da) onu doğru performans sergilemeye iten bir etken olmuştur, bilemiyorum. Sonuç itibariyle böyle devam etmesi halinde Karşıyaka için çok daha faydalı olacaktır. Bunlar iyi ve güzel olan şeyler.
Fakat maçın kaderine etki edecek anlarda kenardan zamanında yapılması gereken hamlelerin yapılmaması, son toptaki dehşet verici hata da maçın kaybına neden olan faktörler oldu. Takım rakibine karşı farkı açan bir üstünlük kurduktan sonra rakibin yaptığı geri dönüşü kesmek, kazandıkları ivmeyi durdurmak için alınması gereken molayı fark tek basketlik hale gelinceye kadar almamasının nedenini öyle zannediyorum ki Trifunoviç sadece kendisi biliyordur! Son toptaki hataya ise dehşet verici dememin nedeni, o hücumda yapılmaması gereken tek hücum tercihini oyun planı olarak belirlemesi. İddia ediyorum 100 ayrı basketbol koçuna sorsalar, ev sahibi takımsın, tek sayı geridesin, hücum sırası ve top sende, 14 saniyeden fazla zamanın var ve bu durumda topu nasıl kullanırsın diye; muhtemelen 99'u hızlı ve atletik bir oyuncumla sürenin sonlarına doğru topu buluştururum ve onun içeriye penetre edip sayı bulmaya çalışmasını söylerim şeklinde cevap verirdi. Çünkü bu durumda gerçekleşmesi muhtemel en yüksek iki olasılıktan biri sayı yapılıp maçın kazanılması diğeri ise sayıya giderken faulle durdurulması olurdu ki bu da iki atış kazanılması anlamına gelirdi. Birini atıp birini kaçırsa en kötü ihtimalle uzatma, ikisini de atarsa yine galibiyet.
Bunun için de Trifunoviç'in elinde uygun malzeme vardı ancak yapmadı! Ya da bir diğer olasılık takıma bu taktiği verdi ama oyuncuları onu dinlemedi. Her iki durum da kötü ama... Çünkü bu oyun planını yapmadıysa taktisyenliği ciddi bir tartışmaya açıktır, bu oyun planını yaptığı halde oyuncuları uygulamayıp kendi insiyatifiyle dış şuta kalkıştıysa o zaman da takım üzerinde bir hakimiyet sorunu var demektir... Bu arada, 100 kişiden 99'unun vereceği cevap şeklinde bahsetmemin nedeni, o hariç tuttuğum bir kişi olarak Trifunoviç'i görmem... Şaka gibi..!
Dolayısıyla takımla birlikte tek vücut olup, KSK ruhuyla İstanbul Büyükşehir Belediye maçını kazandığı söylenen Trifunoviç ile ilgili olarak benim hala bizzat gözlemleyeceğim somut verilere ihtiyacım var kendisine güvenebilmek için... Neyse, en azından takım devamlı düşüşten, düşe kalka ilerlemeye terfi etti. İlerleyen süreçte de hep ayakta kalmayı başarması en büyük temennimiz tabii ki! Konu kesinlikle Trifunoviç sevenler, Trifunoviç sevmeyenler şeklinde bir durum değil. Hayatımda görmediğim, bilmediğim, hiç bir teşrik-i mesaim olmayan birisiyle ilgili olarak da siyahla beyaz gibi bir kutuplaşmanın tarafı olmak zaten akılla mantıkla bağdaşan bir durum da olmaz... Benim tek derdim Karşıyaka'nın başarısı...! Ve bu çerçevede de herkesden daha çok belki de ben istiyorum Trifunoviç'e methiyeler düzmeyi... Ama Sakarya maçından sonra çok kısa bir arayla şimdi de Ewe Baskets maçının kaybettireni birebir o takımın koçu olunca da eleştirmek en doğal hakkım.
Ellerim açık, avuçlarım patlayıncaya kadar Trifunoviç'i alkışlamaya hazırım... O da bunu yaptırtabilecek seviyede hazır olunca...
Güçlü bir pivot sorunundan, Mahalbasic'e gıptayla bakıp güldür güldür show'daki bir tiplemenin repliği olan ''keşşşke benim olsa'' diye Karşıyaka adına iç geçirme durumundan ve Banic ne iş yapar gibi bir sorudan ise uzak duruyorum artık! Çünkü eminim sizler de bıkmışsınızdır artık benden devamlı bu kronikleşen hastalıkla ilgili sözler duymaktan...
Sağlıcakla kalın...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!