Şehirlere karakter katan o şehrin kendine has bir takım özellikleridir. Hatta bu kendine has özelliklerin bazıları o şehrin sembolü haline dönüşür. Anıtkabir'in Ankara ile özdeşleşmesi, Konak saat kulesinin İzmir'le bütünleşmesi, Adana taş köprü, İstanbul için her semtine dair ayrı ayrı semboller (Ortaköy Camii, Taksim meydanı vs vs) gibi... Bunların yanısıra yaşam tarzı ve şehir hayatının dinamikleri içerisinde kullanılan bir takım araçlar da o şehre dair kendine has sembollere dönüşebilir. Bu açıdan dünyadan örnekler de verilebilir. Amsterdam, Venedik gibi şehirlerde kanallar üzerinde işleyen tekneler, San Fransisco'nun nostaljik tramvayı,Londra'nın çift katlı otobüsleri gibi...
Bu çerçevede, kendi doğup büyüdüğüm ve ne mutlu ki yaşantımı da idame ettirmekte olduğum şehrim için bende manevi olarak mutluluk uyandıran ne gibi semboller var acaba diye düşündüğümde ilk sıraları alanlar hemen akla geliyor zaten: Çocukluğumun İzmir'inde elektrikle çalışan boynuzlu troleybüsler ve Konak'ta döne döne bitmeyen, iskele ile kemeraltı arasında yayalara bağlantıyı sağlayan üst geçit gibi çok da anlamlı olmayan şeyler bile benim için şehrime has özelliklerdi ve çocuk aklımla onlardan bile keyif alırdım. Tabii ki de ilk akla gelen şeyler arasında belki de en önemsizleriydi bunlar. İlk olarak küçücük çocukken babamla birlikte bindiğim, kuğu gibi süzülen ve şekli şemali şimdinin geometri kitaplarından fırlamış keskin hatlı ve soğuk vapurlarına benzemeyen, güzelim vapurlarımız benim için bu şehrin en önemli sembollerindendi mesela... Maalesef o beyaz kuğular yerlerini buz mavisi soğukluğunda duygusuz fakat hızlı vapurlara terkettiler. Bunun dışında, benim yakalayamadığım fakat anne babalarımızdan duyarak büyüdüğüm atlı tramvaylar yine bu şehrin kaybolan sembollerinden bir diğeri... Tabii ki de İzmir'i İzmir yapan tarihi ve manevi değerleriyle sembol olmayı haketmiş Saat Kulesi, Asansör,Kemeraltı ve hatta Kültürpark da bu şehrin karakterini oluşturan ana başlıklardan. Her şeyi burada sıralamama imkan yok doğal olarak. Ancak ilk etapta aklıma gelenlerden bahsedebiliyorum haliyle. Mesela palmiyelerimiz, hatta martılarımız bile...
Ve yine bence bu şehrin, İzmir'in, Kordon'un ve Karşıyaka'nın en başta gelen sembollerinden bir diğeri de ''fayton'' lar!.. (İsmi, güneş tanrısı Helios'un oğlu Phaeton'dan geliyor ve meraklısı bunun ilginç hikayesini araştırıp okuyabilir) Tüm Türkiye'de İzmir'le beraber sadece üç beş yerde kalmış olan, mitolojik dönemlerden beri bahsi geçen faytonlar artık İzmir'de olmayacakmış ama... Bu başlığı açarken, hayvanlar konusundaki hassasiyetimi, hayvan haklarına dair düşüncelerimi buradan da defalarca belli eden yazılar yazmış olmama karşın bir kez daha ifade etmek isterim ki; ''içinde hayvan sevgisi olmayan, insanları hiç sevemez'' düşünce yapısında biri olarak az sonra okuyacaklarınızı yazıyorum. Evet, yapmış olduğum bu girizgahtan da anlaşıldığı üzere her türlü yanlış anlaşılma riskini göze alarak diyorum ki; faytonlar bu şehrin en temel sembollerindendir ve uygun koşullar temin edilmek suretiyle mevcudiyetleri korunmalıdır!
Fayton kavramına karşı çıkmanın temelinde atların maruz kaldığı kötü muamele ve uygunsuz koşullar mevcut ve bu duruma ben de karşıyım. Ancak bir yanlışı düzeltmenin yolu, bir olguya dair yer alan yanlışlığı düzeltmekten mi geçmeli, yoksa mevcut olguyu bir bütün olarak ortadan kaldırmaktan mı geçmeli konusu kanaatimce tartışmaya açık bir konu... Vakti zamanında 2'nci Abdülhamit döneminin maarif nazırı Emrullah Efendi'nin dediğiyle aynı kapıya çıkan bir mantık olmaz mı bu! Ne demişti Emrullah Efendi; ''şu mektepler olmasaydı ben bu maarifi ne güzel idare ederdim''... Şu faytonlar tamamen ortadan kalkınca da doğal olarak onlarla ilgili sorun da kalmamış olacak tabii ki!... Sanki biraz kolaycılığa kaçmak gibi değil mi bu?!
Bir kere ''at'' denilen hayvan M.Ö. 3000'li yıllardan itibaren ilk olarak Kazakistan'ın kuzeyindeki bir bölgede ehlileştirilmek suretiyle insanın yanında yer almış olan ve köpeklerden sonra insanla en güçlü bağı kurabilen canlı. Yani onlar bizlerden, bizler onlardan binlerce yıldır memnunuz. Bu memnuniyet karşılıklı fayda ve birbirine zarar vermeme esasına dayalı olursa söz konusu olur ki işte bu noktada faytonlara dair çözülmesi gereken sorunlar var. Atların belli zaman aralıklarında çalıştırılması, günün belli saatlerinde aşırı sıcak veya kışın sert koşullarında mesailerinin olmamasının sağlanması, gidecekleri mesafelerin belli bir limit ile sınırlanması ve en ama en önemlisi sürücülerinin her türlü psikiyatrik testten geçirilmiş, vicdanı ve hayvan sevgisi olan kişilerden seçilmesi gibi tedbirler, alınabilmesi gayet mümkün tedbirler bence. Ayrıca, atların çalışmadıkları anlardaki barınakları, beslenmeleri, bakımları, veteriner hizmetleri bir can'a yakışır şekilde düzenlenmeli.
Tüm bunlar temin edildikten sonra o güzelim atlar konuşabilseydi eminim şöyle söylerlerdi; ''Sağol be sahip, ben seninle zaten mutluydum. Tek derdim maruz kaldığım olumsuz çalışma koşullarıydı. Yoksa çalışmak falan da değil yani yakındığım şey. Hem zaten bundan ne diye yakınayım ki! Benim yaradılış şeklim, anatomik yapım ve duygu durumum zaten yürümek, koşmak, taşımak üzerine programlanmış. Bana sağladığın gayet konforlu ve ızdırap çekmeyeceğim şekildeki ortam sonrası ben doğam gereği yapmam gerekenden mutlu olurken, binlerce yıldır ayrı kalmadığım insandan da ayrı kalmamış olacam.'' Buna karşın ben de derdm ki; ''fayton bu şehrin en başta gelen sembollerindendi ve uygun şartlar sağlanarak bir sembolün daha ortadan kaldırılmasının önüne geçildi, ne mutlu!''
Bakınız bu konuyu gündemde canlı tutan Büyükada'daki atların maruz kaldıkları vicdanları sızlatan durumları. Ancak ne İzmir'in Kordon'u, ne Karşıyaka'nın sahili orası gibi yokuşlu ve atlar için sıkıntı verici koşullara sahip değil. Faytona binecek kişi sayısı sınırlı tutulur, kısa bir mesafe belirlenir ve yukarıda saydığım tedbirler alınırsa, işte sorun da böyle çözülür! Emrullah Efendi mantığıyla değil yoksa!..
Aşırı radikal uçlarda seyreden hayvanseverlerin bazen mantıklı önerilere dahi gözleri kör olacak şekildeki yaklaşımlarda bulunabildiği gerçeğinden hareketle bir kez daha tekrar ediyorum ki, ''ben Büyükada'daki atların durumuna dair değil, İzmir'in sembollerinden biri olan güzel İzmirimizin faytonlarında çalıştırılan atların durumuna dair bir çözüm üretilebilir düşüncesiyle bir sembolü daha yok etmemek adına çok sıkı bir hayvansever olarak önerilerimi sıralıyorum''. Sorunlar çözüm önerileriyle ve birlikte çözülür. Yok etmek ise sorun çözmek değildir. Fayton kullanımının sürdüğü ve bu yapılırken de hayvan haklarının gözetildiği dünya üzerinde pek çok yer mevcut; New York, Stockholm, Sevilla, Malta, Küba, Dresden, Prag, Krakow, Londra gibi... Görüldüğü üzere buraları bizim ülkemize kıyasla gerek insan, gerekse hayvan hakları konusunda hassasiyetleri çok daha fazla olan yerler üstelik!
Buradan sevgili köpeğim Buddy ve muhabbet kuşum Limon'a da sonsuz sevgilerimi yollayarak at arkadaşlarıyla birlikte, onların da mutlu olacağı koşullarda hep birlikte kalabilmek umuduyla çevremizde ne kadar çok can dostu olursa o kadar büyük mutluluk olur diyorum.
Sağlıcakla kalın...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!