Neredeyse 1 yıl olacak... Tedirgin, esaret altında gibi yaşamaya başlayalı... Önceleri haberlerde izliyorduk Çin’de insanların maskeli hallerini! Güvenlik güçlerinin sokaklarda maskesiz gezenleri veya sokağa çıkma yasağına uymayanları elleri kelepçeli, birbirlerine peşi sıra bağlı olarak toplayıp götürüşlerini veya hastalığa yakalandığı tespit edilenlerin evlerinin kapılarını lehimleyerek dışarı çıkmalarını engellemeye çalışmalarını gördükçe ‘’bu da ne böyle’’ diye geçiriyorduk içimizden... Adeta bir bilim-kurgu ya da korku filminden sahnelerdi...
Bize gelmez, çok uzak diye düşünürken sonra sonra acı gerçek bizim de başımıza geldi! Çin’e kıyasla nispeten daha insan haklarına saygılı bir ülke olarak bizde böylesi sahneler yaşanmadı belki, ama yarattığı hasar aynıydı... İlerleyen süreçte Çin’in sert ve acımasız tedbirleri nedeniyle orada salgın kontrol altına alınırken, bizde ise aldı başını gitti maalesef... Bu açıdan bakıldığında; ‘’düşman ne kadar acımasızsa, alınacak tedbirler de o denli acımasız olmalı’’ gibi bir düşünce de akla gelmiyor değil aslında... Ancak, insan merkezli düşünmek, demokratik teamüllere uygun davranmak ve bu çerçevede tedbir almak gereği de Atatürk Türkiye’sinin yapması gerekendi...
Hal böyle olunca ‘’bireysel sorumluluk ve bilinç’’ kavramı ön plana çıkıyordu ve maalesef toplumsal yapımız bu açıdan zayıf olduğundan süreç uzadıkça uzadı, kısıtlamalar her ne kadar yeteri kadar olmasa da olduğu kadarıyla bile peyder pey devam ederek insanları bunaltmaya devam etti ve ediyor... Konunun ucunda ‘’ölüm’’ olan gerçekliği ile birlikte, hastalık veya ölüm gerçeğiyle ‘’henüz’’ yüzleşmeyenlerin de yaşamakta olduğu ‘’toplumsal depresyon’’ başgösterdi bir de...
Apartman görevlimiz Kamil Bey, babamın emekli olduğu bankada sağlık biriminde görev yapan değerli doktor abim Berkhan Bey, üzerimde emeği olan nice nice hocalarım vefat ederken aile içerisinde veya yakın arkadaş çevremde bu virüse yakalanan onlarca tanıdığım oldu benim de... Artık hangimizin yok ki zaten... Sahte normalleşmeyle bu melaneti iyice azdırmayı değil de, gerçek normal hayatımıza dönebilmeyi hepimiz ama hepimiz çok özledik! Maalesef bunu hepimiz özlerken, hepimizin bu konuda aynı ciddiyetle çabası da yok! Zaten temel sorun da bu! Oysa ki bilimin rehberliğinde yapılan önerilere tüm toplumca uysak, bu üzüntüler de, salgın süreci de azalarak bitecek... Biraz irade, biraz sorumluluk biraz insan hayatına saygı yeterli aslında... Hangi birimiz özlem duymuyor önceki hayatımızda şikayetçi olduğumuz şeylerin aslında ne kadar da lüzumsuz olduğu idrakiyle o günlerimize dönebilmeyi...
Karşıyakamın basketbol maçlarında omuz omuza tezahüret yapmayı özledim... Kandillerde, bayramlarda annemin elini öpüp sarılmayı özledim... Nerdeyse 1 yıla yaklaşan süreç boyunca kucaklaşıp yanaklarından öpemediğim, hatta yanaklarımdan öptüremediğim abimleri, yeğenlerimi özledim... Ailecek yapılan yaşgünü, yılbaşı, yıldönümü vs kutlamalarını özledim... Kalabalık sofraları özledim... Kordon’da dostlarla güneşi batırırken iki kadeh birşeyler içip şen kahkahalar atmayı özledim... Karşıyaka’dan İzmir’e gönül rahatlığıyla vapur sefası yapmayı özledim... Aynı evde olsak da (pek çok meslektaşımın bu şansı da yokken benim var ama o da ‘’şimdilik...’’) ne olur ne olmaz diye korkarak canım kızıma sarılıp koklaya koklaya bal yanaklarından öpmeyi özledim... Çarşımıza çıkıp da sadece hızlı hızlı ihtiyaç gidermek için koştur koştur iş görmeden, keyifle ara sokaklarına, kitapçılarına, mağazalarına girerek salına salına gezmeyi özledim... Herkesin kullandığı bardaktan bir şey kapar mıyım diye düşünmeden turşu suyu içmeyi, enfekte elleriyle dokundu mu diye düşünmeden midye-kokoreç-çiğ köfte yemeyi özledim... Yani sizin anlayacağınız, özledim de özledim...
Peki ya sizler, özlemediniz mi?! Eminim ki herkesin ortak ya da farkı farklı da olsa özlemleri kabarmış durumda... Öyleyse biraz daha sabır, biraz daha dikkat, biraz daha irade sadece... Aşı; tünelin ucundaki ışık! Ama bu ışığın tünelin ucunda üzerimize gelmekte olan trenin ışığına dönüşmemesi için lütfen ama lütfen henüz vaka ve ölüm sayılarında hiçbir iyileşme yokken gevşemeyin... Daha güvenli, daha yaşanılır bir dünya için elbirliğiyle hareket etmeliyiz.
Birinci dünya savaşı sonrası patlak veren ve bugünün imkanlarının hiç olmadığı bir dünyada yaşanan İspanyol gribi salgınını dahi atlatan insanoğlu bunu da atlatacaktır, ama marifet en az hasarla atlatmak! Sevdiklerimizin daha az kaybedildiği bir süreci yaşayarak atlatmak... Ölüm korkunuz yoksa bile özlemleriniz için biraz daha sabır... Richard Bach’ın dediği gibi; ‘’vicdanın kendi bencilliğinin dürüstlük ölçüsüdür, sesine dikkatle kulak ver’’...
Sağlıcakla kalın!..
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!