2019 bitip 2020 yılına girerken doktor kıyımının sürdüğü günlerden geçiyoruz yine. 2019'la beraber bu doktor kıyımının da bitmesi yönünde temenni var ancak beklenti yok maalesef... Nasıl beklenti olabilsin ki! Yıllardır süregelen ölümlü ya da yaralamalı doktora yönelik saldırı haberlerinde hiçbir azalma olmazken... Bakınız ''azalma'' diyorum dikkat ederseniz! Bu bile durumun vehametini tek başına özetleyen bir cümle aslında. Hani derler ya ''ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek'' diye, işte biz hekimlerin geldiği nokta da bu oldu artık. Azalması değil, hiç olmaması iken normali, ne yazık ki azalmasına bile razı hale getirildik manen. Ama bu böyle gitmez, gidemez, gitmemeli...
Bu doktor düşmanlığı, bu saldırganlık neyin öfkesi anlamak mümkün değil! Üzerinde çokça düşündüm ve kendimce bir takım gerekçelere oturttum aslında ama hiçbir gerekçe bu durumun mazereti olamaz, olmamalı... Aklıma gelen gerekçelerden ilk sıraya değersizleştirilmeyi koyabilirim mesela! Dünyanın eğitim ve teknoloji alanında lider ülkelerinde vatandaşlar uzman doktora, hele ki öncelikli vazifesi bilimsel çalışmalar yapmak olan akademik ünvana sahip olan doktorlara istediği zaman elini kolunu sallaya sallaya ulaşmayı bir denesinler bakalım..! Deveye hendek atlatabilirler belki ama bunu başaramazlar. Çünkü sistem buna izin vermez. İlk olarak genel tababet üzerine çalışan hekimlere ulaşmaları yönündedir çünkü sistem. Hasta öyle kendi kafasına göre rahatsızlığı ile ilgli bir branş doktoru belirleyip de gidemez. Ancak ilk basamak hekim gerekli görür de yönlendirirse gidebilir ki ondan da randevu alabilmek için harcayacağı yoğun çaba da cabasıdır. Peki ya bizde?!
İnternetten bakıp kararını veren hasta, ilgili olduğunu düşündüğü branş hekimine kolayca, hiçbir ön aşamaya maruz kalmadan ulaşabilir. Hatta randevu saatinde kendince daha öncelikli olan bir işi varsa (fatura yatırmak, alışveriş yapmak vs gibi) önce onu halledip sonra da randevu saatinden çok daha geç gelmiş olmakla kalmayıp ''öğle arası'' doktoru yine çok kolayca bulup işini halletmeye çalışır. Hep merak etmişimdir, acaba mahkemede duruşması olup da saatinde gitmeyip, sonra da öğle arası hakimi bulup ''hadi ancak gelebildim, yapın benim duruşmamı şimdi'' diyen birileri olmuş mudur diye...
Ben, hastane içersinde, koridorda, henüz 9-10 yaş civarındaki çocuğunun elini tutan bir annenin saat 12:45 iken çocuğuna söylediği ''evladım doktorlar çok açmış, doymak bilmiyorlarmış, o nedenle de şu anda hasta bakmıyorlarmış'' şeklindeki sözlerine şahit oldum!!! Daha ufacık zihinleri o yaşlarda doktor düşmanlığıyla şekillendiren ebeveynlerin bulunduğu bir toplumdan beklentileri yüksek tutmak da mantıklı değil tabii ki! İnanın ben ameliyat olacağı gün ameliyat saatinden 2 saat sonra gelip de ''kusura bakmayın uyanamadım ama hiçbir şey de yiyip içmedim öyle geldim, yani ameliyata alabilirsiniz beni'' diyen hastaya rastladım. ''Oh çok şükür en azından bir şey yiyip içmemiş'' diyerek anestezi ve ameliyathane ekibini haberdar ederek o hastayı da ameliyat ettim. Sıkıysa etme, sıkıysa sabah saatlerinde ameliyathanede bir salonu boşu boşuna bekletmek suretiyle başkalarının hakkını yediğini söyleyerek yeni bir randevu tarihi belirlemeye kalk bakalım! Burası Türkiye, doktor efendi döneminin bitirilmesinden gurur duyulan ülke... Artık her ne demekse?!
Doktora erişilebilirlik kolay olmamalı demiyorum ama erişilecek mecra ilk etapta ilk basamak sağlık görevlisi olmalı ki her canı istediğinde canının istediğinin karşısına kolayca çıkabilmenin yarattığı hekimin değersizleşmesi durumu da böylelikle azalarak bitebilsin diye... Kanada'da yaşayan bir meslektaşımın bahsettiğine göre (ki bahsettiği; hekime erişebilirlik, laboratuar tahlilleri ve bekleme süreleri ile ilgili de pek çok şey var aslında ama satırlar yetmez diye birini yazıyorum) orada bir gün çocuklarını aile hekimine rutin kontrole götürdüğünde duvarlarda koca koca puntolarla '' her vizitte sadece bir tane şikayetinizi söyleyebilirsiniz, her şikayetiniz için ayrı ayrı rendevu alıp geleceksiniz'' yazıyormuş!! Bu yazıları koydurtan sağlık sistemi ve başındaki idareciler. Bizde doktor nasıl arka çıkılıp kollanıyor, dünyanın müreffeh düzeyi en yüksek ilk üç ülkesinden birinde nasıl! Acaba; ''medeniyet düzeyi ile o medeniyete sahip olan ülkenin idareci ve vatandaşlarının doktora yaklaşımı arasında bir parallelik var mı'' başlıklı tez çalışması yapacak bir sosyolog çıkar mı günün birinde!? Böylesi bir çalışmanın son derece faydalı olacağına inanıyorum doğrusu...
Bu tabi ki de konunun sadece bir boyutu. Bir diğer boyutunu da Emre Kongar'ın 12 Aralık 2019 tarihli ''kör cehaletin doymak bilmez açlığı'' başlıklı köşe yazısından bir bölüm ile izah etmeye çalışacak olursam; ''Kör cehalet veya dogmatik cehalet terimlerini, sorgulayıcı ve demokratik eğitimi reddeden, bilgiyi küçümseyen, cehaleti öven ve yücelten cehalet için kullanıyorum. Kör cehalet doymak bilmez bir açlığa sahiptir: Herkesin büyük çabalar ve eğitim sonunda elde edebildiği sonuçlara bedel ödemeden ulaşmak ister... Daha da vahimi, cahil olduğu için bunlara erişmek için gerekli olan bilgiye ve beceriye sahip olmadığını, yani haddini de bilmez : Örneğin, insanların ancak 22 yıllık eğitimle, otuzlu yaşlarda ancak zorla elde edebildikleri uzman beyin cerrahlığı veya sorunlu kadın/doğum uzmanlığı gibi konularda ahkam keser. Örneğin, gecekonduda otururken apartman dairesi ister... Apartman dairesine geçince, köşk ister...'' Doktora saldırı gerekçelerinin bir diğer boyutu; Prof. Dr. Emre Kongar'ın sözlerine bakacak olursak cehaletin ezikliğini, eğitimliye kaba kuvvet uygulayarak, aynı standartlarda yaşamak için hiçbir altyapı oluşturmadan illegal yollardan edindiği kazancıyla aynı standartları sağlayan (aslında manen hiçbir zaman aynı ruh standardına erişemeyeceğini farkında olmaksızın bunu yapan) kesimin sahip olduğu kalıcı eziklikten kurtulma umudu olarak da tanımlanabilir...
Yılbaşı neşenizi kaçırmak istemem. Yeni yıla dair yeni umutlar her zaman için var olmalıdır zaten. Ancak bu satırları bana yazdırtan en son Torbalı'da yaşanan doktor cinayeti oldu maalesef. En son olan olay bu tabi! Yoksa sadece son 1 ay içinde bile meydana gelen doktora yönelik saldırıları, içine düşürüldüğü durumdan dolayı ruhsal bunalıma girip de intihar eden doktorları da ele alacak olsam günlerce aralıksız yazsam ne satırlar ne sayfalar yetmez. Yeni umutlar sadece doktorlar haricindekilere olmamalı! Vatandaşın karşısında mutsuz, tedirgin ve olanlar karşısında biçare doktor olursa vatandaş da aldığı sağlık hizmetinden mutsuz, aldığı teşhislerden tedirgin ve hastalığının düzelmesine dair biçare olacaktır.
Torbalı'da cereyan eden hazin olay kısaca şöyle; Caninin biri Eylül ayında Torbalı Devlet Hastanesinde genel cerrahi uzmanı Dr. Harun Gülcemal'i darp ediyor. Beyaz kod dediğimiz güvenlik kodu veriliyor. Darp eden aleyhinde dava açılıyor. Bu davanın açılmasına imza koyan ilçe sağlık müdürünün evinin önünde bekleyip oracıkta öldürüyor. Yirmi dakika sonra da genel cerrahın evini basıyor. Genel cerrahın eşi olan aile hekimi Dr. Hatice Gülcemal'i başından vurup öldürüyor. Öldürülen ilçe sağlık müdürü Dr Mehmet Park'ın bir sınıf arkadaşının sosyal medya paylaşımından anladığım kadarıyla haberler bu yönde...
Şimdi söyler misiniz bana, çözüm nedir?! Tüm doktorlara silah taşıma ruhsatı verilmesi gibi son derece ilkel bir çözüm mü yoksa! İstense çözüm bulunur. Her ne kadar doktor olsam da neticede düz bir vatandaş olarak ben dahi olduğu kadar aklımla son derece basit fakat etkili çözümler bulabiliyorum çünkü... Mesela; doktora yapılan saldırıların karşılığında en az 2 yıl süreyle (saldırının niteliğine göre süre değişebilir) hiçbir devlet hizmetinden faydalanamama ve 50 bin tl de (bugünün koşullarında, günün şartlarına ve saldırının niteliğine göre değişebilir) para cezası şeklinde bir yasa kabul edilse sizce de büyük oranda çözüme kavuşulmaz mı?! Hatta bir de buna ek olarak 3 ay süreyle bir hastanenin acil servisinde ve polikliniklerinde görev yapma zorunluluğu da olsa sanırım en fazla ağır gelen ceza bu olacaktır!!! Keşke bir deneseler...
Yeni bir yıla girerken çok daha güzel şeyler yazmaktı maksadım. Ta ki Torbalı'da yaşanan dehşeti duyuncaya kadar... Her şeye rağmen her şey çok güzel olacak demeyi sürdürebilmeli insan. Zaten yeni bir yıla girerken yüzyıllar boyunca ''Nardugan (nar=güneş, dugan=doğan) bayramı'' olarak akçam ağacı süsleyerek neşeyle gündüzün geceyi yenişini, kış veya yeni yılbaşı bayramı anlamında kutlayıp, Orta Asya'dan Avrupa ve tüm dünyaya yayılan Türk geleneğine bağlı kalmanın ve bu günlerin tadını çıkarmaya çabalamanın en temel nedeni de umutsuzlukları geride bırakıp yeni umutlara yelken açmak değil mi! Hristiyanların noel'ini, Türklerin nardugan bayramını en içten dileklerimle kutlarken, bizlerden Hristiyanlara bir armağan olan çam ağacı süsleme geleneğini de farklı kültürlerin ortak paydası olarak görüyor, ayrıca mutlu oluyorum... Herkese mutlu yıllar.
Sağlıcakla kalın..!
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!