''Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı bir kan pıhtısından (ya da aşılanmış yumurtadan şeklinde de meali mevcut) yarattı! Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti''... (Alak suresi ilk beş ayet)
Kutsal kitabı bu şekilde başlayan bir toplumun bireyleri olarak bu gün vardığımız nokta ise içler acısı..! Üstelik de dinin alet edilmesiyle bu içler acısı duruma gelinmiş olması ise, kutsal kitabı bu şekilde başlayan bir durumda inanılmaz bir ironi değil de nedir?! İslam en son gelen ve en modern din iken islamı alet ederek insanlara biat kültürünü aşılayıp, düşünüp sorgulamayı reddettirmek suretiyle güç sahibi olarak toplumları kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmek yüzyıllardır süregelen bir metod. Aslında bu durum sadece islam dinine özel değil, genel itibariyle tüm dinlerin bu şekilde kullanılması tarih boyunca zuhur etmiş bir durum...
İtalyan filozof, rahip, gökbilimci, şair ve okultist Giordano Bruno'nun başına gelenler de bu sisteme karşı çıkması nedeniyle yaşanmış olan en hazin örneklerden biridir. Kendisi de aynı zamanda rahip olduğu halde dinsizlikle suçlanmıştır. Bilim insanı da olmasına istinaden yaptığı çalışmalar neticesinde evrenin sonsuz ve eşdağılımlı olduğunu ve evrende dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söylemiştir. Üstelik bunu söyleyen kişi 1548-1600 aralığında yaşamış olan birisi! Yanısıra en meşhur sözü ''Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar...'' sözüdür. Hal böyleyken dini kendine güç temini maksatlı kullananların da olanca tepkisini üzerine çekerek sapkınlıkla suçlanmış ve engizisyon mahkemesinde yargılanarak önce işkence edilip düşüncelerini değiştirmeye zorlanmış ve ardından ölüm cezasına çarptırılmıştır. Cezası kendisine söylendiğinde sergilediği dik duruş ise güçlü karakterinin adeta bir özeti niteliğindedir; ''ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz!''... Sonuç itibariyle cezası Roma'da Campo de Fiori meydanında diri diri yakılarak infaz edilmiştir....
Bu ve buna benzer uygulamalar din vesilesiyle kendi hükümlerinin sürmesini sekteye uğratmamak adına ibret teşkil etmesi ve insanların üzerinde korku yoluyla hakimiyetini sürdürmesi açısından dini kullanan muktedirlerin her zaman başvurduğu yollar olmuştur. Böylelikle insanlar akıl, mantık, bilim yolunda ilerlemeyecek, okuyup sorgulamayacak ve bu sayede de kötü niyetli kişilerin işleri çok daha kolaylaşmış olacaktı. İşte bu noktada Atatürk'ün niçin sadece muzaffer bir komutan değil de dünyanın gelmiş geçmiş en büyük devrimcisi olduğu gerçeği daha iyi anlaşılabilir. Kaldırdığı hilafetten tutun da tekke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar yaptığı benzer uygulamaların altında yatan temel neden işte bu dini alet ederek insanları yönetme metodunun önüne geçmekti, asla ve asla din düşmanlığı değildi! Cumhuriyetin ilk günlerinden itibaren başlattığı okuma-yazma seferberliği ise oluşturmak istediği entellektüel toplum ve ülkesini ulaştırmak istediği muassır medeniyetler seviyesi hedeflerine ilerlerken izlenecek yolun döşediği temel taşlarıydı...
Bu hedefler doğrultusunda belli bir aşama kaydedildikten sonra Atatürk'ün vefatının ardından ''okumuş, kendini yetiştirmiş insan'' konusunda önce bir yavaşlama, bir süre sonra duraklama ve özellikle son dönemlerde de maalesef bir gerilme yaşandı. Bu gerilemenin bağlanabileceği nedenlerden bir tanesi de son dönemlerde ne yazık ki tekrar hortlayan tarikat kültürü olmuştur. Devletin resmi konutlarında ağırlanmalarıyla başlayan ve daha sonra da resmi kurumlarda kendilerine yer edinmelerini sağlayan süreç beraberinde sadece eğitim seviyesi düşen bir topluma değil, ülke düzenine darbeye dahi kalkışan bir cüretkarlığa da yol açmıştır. Tüm bunların yaşanmaması için sadcece Kur-an'ı Kerim'in ilk ayetini rehber edinmek bile yeterliyken üstelik... Fakat okuyan, entellektüel düzeyi yüksek bireylerin mevcudiyetini azaltan tek neden bu değil tabi ki..! Bir de işin içinde teşvik var...
Bunu şöyle izah edecek olursam; eskiden ''elit'' kelimesi erişilmek istenen güzel bir mertebe anlamında kullanılıp, keşke toplum geneline yayılması sağlanabilen bir durum olsa şeklinde algılanırken şimdilerdeyse ''elitist'' diye bir kavram türetilerek bu durum adeta kötü insan, burnu büyük ve eğitim seviyesi düşük olanları aşağılayıp, ezen kişi gibi bir tanımlamaya dönüştürülmüş vaziyette. (Oysa ki elit kelimesinin anlamı pek çok yerde; niteliklerinin yüksekliğiyle göze çarpan, temiz, ahlaklı, sakin, bilgili, akl-ı selim olarak geçmekte!) Dolayısıyla bu türetilen palavra görüşe paralel olarak ise gerek resmi kurumlarda gerekse sivil toplum kuruluşlarında olsun liyakat esası bir kenara bırakılıp adeta eğitimsiz olanların özellikle en tepede, idareci konumlarına getirildiği bir sistem kuruldu. Böylesi bir durum da eğitimsizliği teşvik etmek değil de nedir peki?
Hatta buna ek olarak bağırıp çağırmanın, kaba kuvvete başvurmanın, hukuk dışı yollarla kendine hak gördüğü şeyleri elde etme çabasına girmenin sonuç verdiği bir ortam oluştuğunu gören toplumun bireyleri iyiden iyiye bıraktı efendiliği, okumayı ve kendini yetiştirmeyi... Yetişmiş bireyler de ne yazık ki donanımlarına uygun alanlarda iş bulamaz oldular. Öğretmen pazarcı, mühendis tamirci olabildi ancak... Ama ilkokul mezunu bile olmayandan müteahhit, imamdan tüccar olabilmenin ise önü açıldı!
Aslında bu gelinen noktanın en somut örneklerinden birini yakın zamanda Arda Turan'ın yaptığı eylemde de görmedik mi?! Önce yüksek sesle bağırma, küfür ve fiziki şiddet, ardından da basın toplantısı yapıp ''bu gün olsa yine yaparım, pişman değilim'' açıklaması! İşte bu nedenle eğitim şart, işte bu yüzden ''kıro'yum ama para bende'' lafı bir utanç vesilesi olmaktan çıkıp övünç kaynağı olmuş vaziyette, işte bu nedenle her geçen gün Türkiye'nin dünya gözündeki itibarı gerilemekte ve işte bu nedenle bu yazıyı yazarken ben bile çekinmekteyim herkesin beynini kullanması ve eğitimli bireyler olması gerektiği yönünde teşvik eden bir yazı yazdığım için sesi benden daha çok çıkan, kas gücü benden daha fazla olan, eli kalem değil de silah tutan birilerince acaba tacize uğrar mıyım diye..!
Giordano Bruno bu uğurda diri diri yakılmayı göze almışken, ben de kalem kılıçtan keskindir sözünün hakettiği anlamını bulacağına dair umudumu koruyarak herkesin ramazan bayramını, din tacirlerinden farklı şekilde ve gerçek kutsallığına atfen kutluyorum...
TEBESSÜM: Doktor yaz başında Çeşme'deki evini kontrole gider. Sızan bir boru görür. Tesisatçıya telefon eder ve adam gelir. Boruyu değiştirir. ''Tamam efendim'' der... ''Borcunuz bin lira'''... ''Neee..!'' diye bağırır doktor. ''Ben doktorken bu kadar kazanmıyorum!'' der... Tesisatçı anında cevabını verir; ''Doktorken ben de kazanmıyordum''...
Sağlıcakla kalın...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!