1800'lerin başında Amerika'ya yüzbinlerce köle getirilir. Çoğunluğu batı Afrika'dandır. Köledirler ve son derece kısıtlı özgürlükleri vardır. Yanlarında kendi geleneksel enstrümanlarını getirmelerine dahi izin verilmemiştir. Ancak köle tüccarları getirilen bu kölelerin içselleştirdikleri müzik kültürlerini de getirmelerine mani olabilecek değillerdir ya! Ve 1880'lerde New Orleans'ta caz gelişmeye başlar...
19'uncu yüzyılın başlarında Avrupa enstrümanlarını çalmayı öğrenen siyahi müzisyenlerin sayısı iyice artar ve sonuçta kendi melodilerini salon müziği olarak icraya başlarlar. Yaptıkları şey aslında melodilerin ve akorların eşliğinde simgesel olarak özgürlüğe kavuşma çabasıdır. Amerikalı bir caz eleştirmeni olan Marshall W. Stearns'ın caz müzik tanımı; ''Caz, Afrika-Avrupa kaynaklı melodi ve ritmin Avrupa armonisi ve çalgılarıyla birleştirilmesi sonucunda doğaçlama çalınan Amerikan müziğidir'' şeklinde olur. Ancak bu tanımlama ciddi eleştiri alır. Çünkü caz müziği Amerika'dan dolayı değil, Amerika'ya rağmen ortaya çıkan,temelini improvizasyon (doğaçlama) ve swing (salınım) etkenlerinin oluşturduğu, doğaçlama anlatılan hikayelerle çağrı ve yanıt ilişkisine dayanan, doğal ruhsal tepkilerin ses ve ritmle yansıtılmasıdır. Gelişiminde ragtime ve blues türlerinin ciddi etkisi vardır. Ragtime tamamen piyano için bestelenen bir tür iken, etkileyici ve vokal geleneğine bağlı blues ise Afro-Amerikan insanların duygu ve hikayelerini anlatır.
1920'lerin başında New York, Los Angeles ve Chicago'da yapılan kayıtlarla son şeklini almıştır. Cazın doğum yeri, beşiği Amerika'dır, cazı yaratan insanlar ise siyahilerdir. Öte yandan caz çeşitli müziklerin karışımıdır; Afrika'nın halk müziği, kölelerin tarlalarda çalışırken söyledikleri şarkılar, Fransızların sokak şarkıları ile halk dansları müzikleri ve bando müzikleri ile birlikte İspanyol sömürge müziği (1700'lü yıllarda New Orleans'taki Fransız ve İspanyol sömürge dönemlerinin tesiriyle), İngilizlerin dinsel müziği ve hatta bir ölçüde kızılderili müziği karışımları denilebilir.Bütün bunlar siyahi adamın potasında eritilir ve en bol, en etkileyici gereç blues da ortaya çıkan bu müziğe ayrıca çeşnisini verir. Özetle caz müziği her ne kadar başlangıçta dans etmek isteyen New Orleans'lıların bu tatminini gideren bir tür olarak başlamıs olsa da sonradan kabul gören temel görüş ''caz, dansçılar için yazılan bir müzikten ortaya çıkarak büyüyen bir müziktir'' halini almıştır.
Gerek doğuşu itibariyle bir isyana, köleliğe başkaldırıya, özgürlük hasretine dayanıyor oluşuyla gerekse Afrika-Avrupa-Amerika karması kozmopolit bir bileşimden türemiş oluşuyla caz müziği ayrıcalıklıdır, farklıdır ve yukarda da ifade ettiğim gibi doğal ruhsal tepkilerin ses ve ritimle yansıtılmasıdır. Herkesin kulağına farklı müzik türleri daha hoş veya daha kötü gelebilir. Ancak her konuda olması gerektiği gibi müzik konusunda da önyargılı olmamak gerekir. Caz=sıkıntı diye düşünenlere sesleniyorum; gelin dinleyin, hissedin, öyle karar verin. Caz müziğin çok fazla alt türü vardır ve birinden biri en olumsuz düşünenine bile hitap edecektir mutlaka. Bu anlamda Karşıyaka belediyesi de çok ama çok önemli bir organizasyona imza attı diye düşünüyorum.
22-27 Kasım 2017 tarihlerinde ilk kez gerçekleştirilen, Bostanlı Suat Taşer Açıkhava Tiyatrosundaki Karşıyaka Jazz Festivali'ni kastediyorum. Kerem Görsev Trio-KODA ile açılışını yapan festival, Birsen Tezer, Kürşat Başar-Burçin Büke-Ayşen, Meltem Cumbul-Manuş-u Ala, Buca Blues Quartet, Benshi ve kapanış gününde de Bülent Ortaçgil ile Karşıyakamızın çok önemli bir ihtiyacını gidermiş olmakla kalmayıp günümüzde müzikal kalitenin ve müzik alışkanlıklarının iyice yerlerde süründüğü bir ortamda adeta bu hastalıklı durumun ilacı olacaktır umudundayım. Uzun soluklu ve her seferinde daha yoğun kalabalıklara hitap ederek büyüyecek bir festival olması da en büyük dileğim. Başta, Karşıyaka'yı kültür ve sanatta marka kent haline getirmek hedefini her fırsatta ifade eden Hüseyin Mutlu Akpınar olmak üzere Karşıyaka Belediyesi'ne ve bu organizasyonda emeği geçen herkese tüm Karşıyakalılar adına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Benim de izleme fırsatı bulduğum Meltem Cumbul ve Manuş-u Ala Jazz project konserinde dikkatimi çeken husus ise, en caz sevmeyenin bile caz müziği sevmesini sağlayacak şekilde bir repertuar seçilmiş oluşuydu. Popüler kültür tarafından hemen herkesçe bilinen bazı Türkçe pop müzik parçalarının caz ritimleriyle yorumlanışı bana bunu düşündürdü. Zaten caz müziğin tanımlamaları arasında yer alan bir diğer görüşün ifadesine göre de; ''caz ne çaldığın değil, nasıl çaldığındır''. Tabiri caizse, bazı piyasa parçaları öylesine caz tınısında icra ettiler ki orada belki de bir arkadaşının hatırına binaen gönülsüzce bulunanlar varsa, onların bile keyif almamasını imkansız kıldılar.
Benim favorilerim ise Marilyn Monroe'nun 1960 yapımı ''let's make love'' filminde seslendirdiği ''my heart belongs to daddy'', yine bir film müziği olan ''la la land'' filminin 2017 yılı en iyi film müziği oscar'lı ''city of stars'', en sevdiğim yorumu Peggy Lee'ye ait olan ''fever'', bir Louis Armstrong klasiği olan ''la vie en rose'' ve muhteşem performansıyla Meltem Cumbul'u bence gölgede bırakan manuş-u ala grubunun seslendirdiği, benim en fazla Dean Martin tarafından yorumlanan halini sevdiğim bir diğer klasik olan ''C'est si bon'' oldu... Eminim ki herkesin en'leri olacak başka başka pek çok parça vardı konser boyunca. Öyle keyifliydi ki, konser bittiğinde eşim ve ben birbirimize bakıp daha yeni başlamamış mıydı, ne kadar da çabuk bitti derken bulduk kendimizi. Hani zamanın nasıl geçtiğini bile anlayamadık derler ya, bizimkisi de o hesap olmuştu. İnsana içinden ''keşke hiç bitmeseydi'' dedirten bir durum varsa ortada, işte o iyi, doğru ve güzel bir şeyler yapıldığının göstergesidir. Bu güzellikleri tüm Karşıyakalıların uzun yıllar boyunca tadabilmesi, bu festivalin yıllar yıllar boyunca büyüyerek sürmesi dileklerimle...
Sağlıcakla kalın...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!