Karşıyaka oyuna çok kötü başladı. Skor 18-1 olduğunda ilk çeyreğin üçte ikisi bitmişti. Karşıyaka basketbol tarihinde maç başladıktan sonra 6-7 dakika içerisinde sadece faul atışından 1 sayı yapılan bir başka maç var mıdır bilmiyorum…
Ancak buna rağmen biz Karşıyakalılar sahip olduğumuz basketbol kültürü ve özgüveni sayesinde ‘’dur daha çok erken’’ diyerek ümitsizliğe kapılmadık. Sonrası ise malum…
Bir ara farkı 2 sayıya kadar düşürebildiysek de oyunun kontrolünü bir türlü ele geçiremedik. 19 top kaybı ile adeta bir rekora imza atıldı. Bu top kayıplarının tek nedeni tabii ki de takımın gününde olmaması veya beceriksizlik değildi…
Karşımızda öyle bir rakip vardı ki, sanki bu hayattaki tek amacı Karşıyaka’yı yenmek olan, galibiyet için bilenmiş ve her şeyi bu doğrultuda eksiksiz uygulayan bir takımdı. Şayet Strasbourg bize karşı sergilediği 1 saniye bile konsantrasyon kaybı yaşamadan, her top için canhıraş mücadele veren, her hücumunu kontrollü, planlı ve organize yapan oyununu bundan sonraki karşılaşmalarında da sürdürürse bu organizasyonun en güçlü final ve hatta şampiyonluk adayı olacaktır.
Kağıt üzerinde güç sıralamasında Karşıyaka bu maça çıkılırken 1 numaradaydı. Ancak bu maçta gördük ki, bu tarz pohpohlamalar değil sahada yapılan iş önemli olan…
Yıllardır Ufuk Sarıca ile ilgili olarak en temel eleştirimi burada yine tekrarlamak istiyorum. Karşıyaka sadece hızlı hücumlarla rakibi hazırlıksız yakalayarak veya belli oyuncuların o gün gününde olup da sergileyeceği bireysel yetenekleri ile maç kazanmamalı. Böyle olursa eğer ne istikrarlı bir galibiyet serisine ne de nihai hedef olan şampiyonluklara ulaşılamaz. Takımın hücumlarda mutlak surette bir oyun kurgusu, bir oyun planı olmalı. Hem de her hücumda bu olmalı…
Bu maçta ben yine sadece tek tük set hücumu organizasyonu gördüm. Oyuncuların da gününde olmayışı ile kaçan dış şutlar da buna eklendi. Durum böyle olunca bu kez de insan bari sert bir savunma ile onlara bizim atamadığımızdan da az sayı attırsak diye düşünüyor. Ancak ne yazık ki savunmamız da adeta yol geçen hanı gibiydi. Rakipte ortalama 2,8 sayı ile oynayan bir oyuncuyu bile skorer yapmayı başardık tabi durum böyle olunca…
Yanlış hatırlamıyorsam Dostoyevski’ye ait bir söz vardır; ‘’ilk yapılan yanlışa kaza, ikincisine hata, üçüncüsüne ise tercih denir’’. Dün üst üste yaptığı yanlışlarla Karşıyaka ne yazık ki mağlubiyeti kabullenmeyi tercih etmiş oldu…
Her ne kadar tam olarak sayamadıysam da bu maçta rakibin birbirinin birebir kopyası olan herhalde en az 6-7 hücumunda aynı şekilde sayı yedik. Rakibin playmaker’ı hücumda bir anda geri çekilerek dribbling’ini sürdürerek bizim oyuncuları üzerine çekiyor ve ampulün orda alan açılmasını sağlıyordu. Bu alana rakibin atletik oyuncuları boş koşu yapıyor ve playmaker tarafından önüne atılan assist’i alıp çemberle buluşturuyordu. Bu senaryo defalarca tekrarlandı ve kenar yönetim her nasılsa bir türlü bunu göremedi…
Maç skorundan çıkarın bakalım 6-7 baskete denk gelen kadar sayıyı, neredeyse eşitlik olacağını görürsünüz. Sadece, bu ezberlenmiş ve rakip tarafından defalarca tekrarlanmış olan hücum organizasyonunu bozacak tedbirler alınmış olsaydı bile skor başabaş olacaktı. Bunun yanına bir de kendi akılcı set oyunlarımızla yapacağımız hücumları ekleyebilseydik, alın size galibiyet. Ama maalesef olmadı…
Rakibin gerçekten çok üstün bir performans sergileyerek bizi çaresiz bıraktığı anlarda Ufuk Sarıca’nın ustaca dokunuşlarına ihtiyaç vardı ama ne yazık ki o da son derece formsuz bir günündeydi. E tabi balık baştan kokar. Takımın koçu formsuz olunca oyunculara da doğal olarak yansır…
Maç kazanılır ya da kaybedilir, asıl konu bu değil. Asıl konu bence Karşıyaka’nın karakterinde olmayan bir kabullenişe şahit olmamızın yarattığı büyük hayal kırıklığı ve üzüntü…
Tabii ki de ‘’pes etmek yok, mücadeleye devam’’ ama bu maçta maalesef bunu göremedik. Gereken derslerin çıkarılmasına vesile olacaksa, olsun varsın nazar boncuğu olsun bu mağlubiyet diyeceğim ama tekrar söylüyorum ki bu maçta asıl acı olan ‘’kabulleniş’’ idi…
Sağlıcakla kalın!..
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!