19 Ocak 2007 tarihinde, yani 11 yıl önce bugün, kendisini milliyetçi ve dindar sanan bir zat tarafından Hrant Dink katledildi. Çünkü; tarih boyunca ırkdaşlık, ortak din paydası ve bunlara benzer nedenlerle insanlar hep ayrıştı veya kasıtlı olarak ayrıştırıldı. Bir onlar, bir de biz vardı bir grup insan için. Onlardan olma veya bizden olma kriterleri sabitti çünkü. Kökeni, dini gibi gerekçeler ise bu kriterlerde başı çekiyordu. Eğer ülkesini, vatanını sevmek ve ona katkı sağlamaksa temelde olması gereken, acaba kimler için onlar, kimler için biz veya bizden kelimeleri kullanılmalı!
Yıllar önce Dink'in öldürülmesinin ardından o zamanlar Hürriyet gazetesinde yazan Soner Yalçın'ın yazısına ulaşabilenler olursa, tamamını bir okumasını tavsiye ediyorum. Ben de buradan o yazıyı kaynak olarak ele alıp bazı bilgileri aktarmak isterim ki toplumsal ayrışmaya din-dil-ırk temelinde yaklaşarak yol açanların düştüğü hataya, vereceğim bazı isimlerle dikkat çekmek için...
Mesela bir dönem çocuklarının gayet iyi hatırlayacağı ''Uykudan Önce'' adlı o zamanlar tek kanal dönemiyken ve TRT'de yayınlanan programda, yine o dönemde çocuk olanların sevgilisi haline gelen tonton teyzemiz Adile Naşit vardı ve Ermeni kökenliydi! Yani daha çocukken sevmiştik, büyüdükçe de filmleriyle sevgimiz sürdü. Ve hatta ailecek sanatçı olan Naşit ailesi de diyebiliriz buna... Hepimizin keyifle izlediği ve toplumsal birliğin çok daha güçlü olduğu, çok daha huzurla yaşadığımız yıllara ait olan eski yeşilçam filmlerinde yer alan Kenan Pars, Turgut Özatay, Vahi Öz (Horoz Nuri) gibileri hangimiz bizden görmeyebiliriz ki acaba! Ya da, daha yakın bir geçmişte herkesin üzerinde derin bir etki bırakan ve yakında da devam filmi gösterime girecek olan ''Kaybedenler Kulübü'' filminin müzikleri ile tekrar zihinlerde ve gönüllerde canlanan ''Sigaramın Dumanı'' parçasını seslendiren Asu Maralman da mı bizden değil yani!
Tüm dünyada en ünlü müzik gruplarının tercih ettiği zil markası nedir biliyor musunuz peki; Zildjian (Zilciyan) veya İstanbul Agop veya İstanbul Mehmet. 1623'ten beri zil yapan İstanbullu bu aile de Ermeni. Zamanında Osmanlı İmparatorluğunun Mehter Takımı için üretilen ziller de bu aileye aitti ve keşfedip formülünü bir sır olarak nesillerdir sakladıkları özel bir alaşım sayesinde günümüzde hala bu işte dünyada bir numara olarak Amerika'da yaşamlarını sürdürüyorlar. Sayelerinde İstanbul adı en meşhur arenalarda çınlamaya devam ediyor...
Toto Karaca, Onno Tunç, Ara Güler, Garo Mafyan, Sami Hazinses ve bu toplumun gönüllerinde yer etmiş daha nicelerini sayabileceğimiz isimler var ki Ermeni kökenliydiler... Sadece sinema, tiyatro veya müzik alanında değil mimari anlamda da bu ülke tarihine damgasını vurmuş olan Ermeni kökenli ve bu vatanın evladı olanlar mevcut. Çırağan Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Kuleli Askeri Mektebi, Selimiye Kışlası, Malta Köşkü, Gümüşsuyu Askeri hastanesi... Tüm bunları yapan Osmanlı mimarlığından Balyan ailesi idi (yedi kuşak hizmet vermiş) ve Ermeniydiler. Hatta kökenlerine bakarak değil de dinsel anlamda da ayrımcılığı körükleyenlere cevap olarak aynı ailenin yapmış olduğu bazı ''camii'' örnekleri de vermek lazım gelirse; Bezmialem Valide Sultan Camii, Ortaköy Camii, Hamidiye Camii, Pertevniyal Valide Sultan Camii gibi İstanbul'un en güzel camiilerini sayabilirim...
Saydığım isimlerden ve eserlerden gayet açık ve net olarak anlaşıldığı üzere bizden-onlardan ayrımını yaptıran unsur asla ırk, dil, din olmamalıdır. İyi insan- kötü insan veya vatanına milletine faydalı olan- zarar veren gibi ayrımlar yapılmalıdır. Burada tüm bunları sıralarken Ermenilerin hepsi iyidir demiyorum. Tıpkı Türklerin hepsi iyidir diyemeyeceğim gibi...
Uzun yıllar Türk Tarih Kurumu başkanlığını yürüten, iki dönem MHP milletvekilliği de yapan ve şimdilerdeyse İyi Parti'nin kurucuları arasında yer alan Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun 2015 yılındaki bir yazısında okuduğum üzere (bu okuduklarımı siyasi kimliğiyle değil, akademik kimliğiyle paralel olarak doğru kabul edebileceğimizi düşünecek olursak), PKK lideri olan şahsın asıl adı Artin Agopyan (apo) ve Ermeni kökenli olduğu ifade ediliyor. Aynı yazıda pkk terör örgütü mensubu pek çok başka isimden de bahsedilerek Ermeni oldukları vurgusu yapılıyor. Şimdi, yazımın başlarında sıraladığım isimlere bakınca Ermeni ise iyidir diye bir genelleme mi yapmalı, yoksa terör örgütü lideri ve diğer bazı isimlere bakarak Ermeni ise kötüdür diye bir genelleme mi yapmalı! Her ikisi de yanlış olur tabii ki..!
Diyeceksiniz ki bu adam ne diye bu yazıda Ermeni de Ermeni diyip duruyor! Şayet tarih 6 veya 7 Eylül olsaydı benzer bir yazıyı Rum merkezli olarak yine yazardım (her ne kadar genel itibariyle gayrimüslimlere yönelik olan bir utanç tablosu olsa da 6-7 Eylül 1955 yılında yaşananlar, ağırlıklı olarak zarar görenler Rumlardı). Ne demek istediğimi anlamayanlar 6-7 Eylül 1955'de yaşananları araştırıp öğrenebilirler. Bu gün ise Ermeniler üzerinden yazmamın nedeni gazeteci-yazar Hrant Dink'in katledilişinin yıldönümü olması... Ayrıca beni böyle bir yazıyı yazmaya iten bir başka neden daha oldu aslında...
Geçenlerde Karşıyaka sahilinde yürürken bir derneğin önünden geçiyordum... Derneğin adını vermeyeceğim, çünkü burası Karşıyaka olmasına rağmen artık iyice kozmopolit bir yer haline dönüştüğü için, kalkıp da Karşıyaka kültürüne yakışmayan radikal görüşlü birilerinin saçma sapan şeyler yapma ihtimaline meydan vermek istemiyorum! Ve bunu bu şekilde yapma gereği duymaktan da ayrıca üzüntü duyuyorum o ayrı!
Her neyse... Yürürken, bu derneğin önünde bir stand kurulduğunu gördüm. Üzerinde çeşitli dini kitaplar yer almaktaydı. Hristiyanlığa dair... Ve ''kitaplar ücretsizdir, alabilirsiniz'' şeklinde bir de yazı koymuşlardı üzerine. Ezelden beri okumaya, hele ki farklı kültürleri öğrenmeye meraklı birisi olarak hemen ilgimi çekti. Yanaştım ve kitaplara bakmaya başladım. İçerden orta yaşlı,ince yapılı, saçları hafif dökülmüş bir bey çıktı. Son derece kibar bir konuşma üslubu ve ses tonuyla bana istediğim kitabı, hatta hepsinden birer tane bile alabileceğimi söyledi. Ben kitapların içeriklerine yabancı olduğumdan bilemedim ne yapacağımı ve o sırada kendisi bana bir tanesini tavsiye etti, onu ve kendi kafama göre birini daha aldım. Sonrasında aramızda geçen kısa süreli sohbetin ardından yoluma devam ederken üzerimde bıraktığı intiba, ne kadar kibar olduğu, kısa süreli sohbetimize rağmen İslamiyete karşı ne kadar saygılı olduğu ve kendi dini veya kültürüne dair asla dikte edici, zorlayıcı veya daha üstün olduğunu ima eden tavır içinde olmadığıydı. Hoşuma gitti... Biraz da hayıflandım... Niçin kendi kültürümüzden, ırkımızdan veya dinimizden olmayanlara karşı böylesi bir davranış biçimini tüm toplumun bir alışkanlığı haline getirememiş vaziyetteyiz diye... Niçin kendi kültürümüzden olmayanın kültürünü de öğrenip iyi ve güzel yanlarını kendi kültürümüzle harmanlayıp, değiştiremeyeciğimiz ırkımız gerçeğinin söz konusu insanlık olunca hiçbir önemi olmadığını anlayıp, dinsel farklılıkların bir toplumun birlik ve bütün olmasında engel teşkil etmeyeceğini görüp ''gerçek anlamda biz olmak'' kavramını bir türlü idrak edemiyoruz diye cidden üzüldüm... Sonrasında da Hrant Dink'in ölüm yıldönümü gelip çatınca ortaya bu uzun ama bence gerekli yazının çıkması kaçınılmaz oldu benim için...
İçeriğinden bilgiler paylaştığım Soner Yalçın'ın 2007 yılına ait yazısını bitirdiği cümleyle bitirmek isterim ben de bu yazıyı;
Hz. Muhammed'den, Fatih Sultan Mehmed'den öğrendiğimiz hoşgörüyü ne zaman kaybettik biz?..
Sağlıcakla kalın...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!