Kısa bir süre önce cereyan etti... Yazmayı çok düşündüm ama vazgeçtim o sıralarda... Biliyordum, konuyu yazarken sanki olayı birebir ben yaşamışım gibi hissedeceğimi... Hem sinirlenip, hem çok üzüleceğimi... Üstelik ne ilkti ne de son olacak gibiydi maalesef... Günler geçtikçe bu kez kendimi sorumlu hissettim. Bencilce bir gerekçeyle, yani bende yazarken yaratacağı duygu durum bozukluğu nedeniyle konudan bahsetmemenin yanlış olacağını düşündüm. Bu sefer yaşanan daha da bir hazindi ayrıca... Çünkü yeri geldiğinde hakkımızı savunması için kendisine mutlak güven duymamız gereken bir mesleğin mensubu tarafından gerçekleştirilmişti hadise... Evet, Bostanlı 4 no'lu ASM doktorlarından Dr. Bülent Öner'in maruz kaldığı saldırıdan bahsediyorum!
Çok çok sık yaşanan ve buna paralel olarak da rutinleşmiş bir hale dönüşüp neredeyse olağan karşılanan, kanıksanmaya başlanan bu durumun ne yazık ki bir avukat tarafından da yaşatılması, meslektaşımın nezdinde tüm doktorlar üzerinde üzüntünün büyüklüğünü çok daha fazla arttırmış olan bir durum ve bu tip şeyler asla kabullenilmemeli, normalleştirilmemeli. Son yıllarda doktor camiasında, kendi aralarında maalesef sıklıkla dolaşan bir cümle var ki; ''yakında insanlar kendisine baktıracak doktor bulamayacak'' şeklinde. Bunun temel nedeni ise kimsenin yakında risk almak istemeyecek olması. Çünkü bir insanın sağlığını düzeltmeye dair bir takım girişimler illa ki beraberinde bir takım riskleri de zaten konunun nüvesi gereği taşır. Bu, komplikasyon olarak nitelendirilen, hekim hatası kavramından bağımsız, istenmeyen durumlar olarak Türkçeleştirilebilecek bir takım durumlardır. Buna ek olarak risk kavramının doktor açısından fiziki anlamda yaşayacağı hakaret, darp veya canına kast boyutuna vardıracak hale taşınması halinde ne yazık ki bir noktadan sonra insanların kendisine baktıracağı doktoru bulamaması lafı gerçek bir hale dönebilir cidden...
İnsanların doktora ulaşabilirliğini kolay hale getirmek doğru bir yaklaşım, insanların kolayca ulaşabilmesi karşılığında karşısındakine saygısını yitirip de hoşuna gitmeyeceği bir şey duyunca saldırganlaşması ise son derece yanlış bir durumdur. Her şeyden önce birey olarak her insanın bir kişiliği, bir izzet-i nefsi vardır. Söz konusu doktor olunca ise buna ek olarak kendi bedenini ve hatta konunun psikolojik boyutunu da hesaba katarsak, maneviyatını teslim ettiğin bir kişi vardır karşında ve o nedenle de karşındaki kişi bireysel anlamda taşıdığı kişiliğine ek olarak senin de kişiliğini taşımaya başlamıştır kendisiyle karşılaştığın andan itibaren. Dolayısıyla yapılacak olan her türlü sözlü veya fiziki saldırı bir ölçüde kendi kendine saldırmaktır aslında. Ve bu saldırının da kazananı asla olmaz, kaybedeni ise asla tek taraflı olarak doktor olmayacaktır... Konunun her iki tarafı da olacaktır! Tüm bu anlattıklarımı görebilmek için ama, önce aile terbiyesi almış olmak, sonra vicdan sahibi olmak, ardından kendine ve çevrene karşı saygının olması ile birlikte son olarak da belli bir eğitim seviyesinde olmak gerekir. Eğitim seviyesi kısmını son madde olarak ekledim, zira yaşanan son olayda saldırganın kimliğine bakacak olursanız avukat olduğunu görürsünüz. Tıpkı kendisine zamanında ''oğlum sen adam olamazsın'' diyen babasını yıllar geçip de padişah olunca ayağına çağıran çocuğuna babasının dediği gibi; ''ben sana padişah olamazsın demedim, adam olamazsın dedim'' misali...
Her şeyi bir kenara bırakıp, konuya teknik olarak, bilimsel anlamda yaklaşacak olursak bu sefer de Türkiye'de yanlış ilaç kullanımının son derece üst boyutlarda olduğunu görürüz. Bunda da temel etkenin doktorların reçete etmesinden ziyade hastaların doktorlara yaptığı zorlamaların sorumlu olduğunu söyleyebiliriz. Bilindiği üzere Türkiye özellikle de gereksiz antibiyotik kullanımında dünyada başı çeken ülkelerden. 2013 yılında yapılan bir çalışmada OECD ülkeleri arasında dünya birincisiyiz ve 1000 kişi başına günde kullanılan antibiyotik dozu bizde 42,2 iken en yakın takipçimiz Yunanisan'da bile 32,2... Gereksiz antibiyotik kullanımı, antibiyotiklere dirençli bakterilerin neden olacağı, insanlarda engellenemez ölümlerin yaşanacak olmasının baş sorumlusu... 2050 yılında enfeksiyon hastalıklarından yaşanacak ölümlerin 10 milyon kişiyi bulacağı hesaplanmış vaziyette... Yani saldırıya neden olan konuya sadece sosyal açıdan değil de bilimsel anlamda yaklaşacak olsanız yine yanlış ve hiçbir açıdan mazereti, elle tutulur tarafı yok..!
Bostanlı 4 no'lu ASM'deki hadisenin çıkış noktası da doktorun yazdırılmak istenen antibiyotiği yazmamış olması. Yazmama gerekçesi her ne kadar prosedürle alakalı olarak hastayı kendi doktoruna yönlendirme şeklinde belirtiliyor olsa da, şiddete maruz kalan doktor arkadaşın belki de antibiyotik yazmaya kişinin hastalığının tedavisi açısından gerek görmediği halde bunu kendisine söylemeye çekinmesi nedeniyle yapmış olabileceği bir yönlendirme de olabilir diye düşünüyorum kendimce... Çünkü tüm doktorlar olarak, hepimiz yaşıyoruz bu tip çekinceleri. Hasta gelir, kendisine antibiyotik yazılmasını ister. Doktor durumuna bakar ve antibiyotik kullanması gereği olmadığını düşünür. Bazen bunu hastaya ifade eder ve ya hakaret, ya dayak, ya da memnuniyetsizliğin ifadesi olan bir takım tavırlar... Bazen de bunları yaşamaktansa ne uğraşacağım diye düşünüp bir şey söylemeyerek yazayım da gitsin şeklinde bir yol izler ve aslında yazdığı reçeteye değil tıbbi bir hataya imza atmış olur böylelikle! Dr. Bülent Öner'in maruz kaldığı duruma bakınca da bu tıbbi hataya imza atmayı, kendi canının tehditine maruz kalmaya tercih etmeye devam edeceklerin (belki de sayısı artarak) mevcudiyetini sürdüreceğini tahmin etmek hiç de zor değil. O, avukat olup da edep yoksunu olan şahsın yaptığı da sadece hakaret, fiziksel saldırı değil, telefonla çekilmiş kamera kayıtlarında görüldüğü üzere ölüm tehdidi de içeriyor zaten... Barolar birliğinin bu şahıs hakkında alacağı emsal niteliğindeki bir kararı da kendi adıma umutla bekliyorum! Böylelikle tüm meslek birliklerini içlerindeki densizlere yönelik gereğinde en sert tedbirleri almaya teşvik etmesi açısından da örnek teşkil edecektir ve bu da tüm toplumun yararına olacaktır. Saygıdeğer avukatlarımızın meslek örgütüne de böylesi bir tavır çok yakışacaktır...
Allah canını emanet ettiğin doktorun kötüsünden de, hakkını emanet ettiğin avukatın kötüsünden de hepimizi korusun... Hele ki dediği olmayınca abisini çağırıp (buradaki abi, bir işyerinde birilerinin sırtını dayadığı bir idareciden tutun da, herhangi bir konudaki işini bitirmek için başvurulan tanıdık ve güçlü bir siyasetçi de olabilir) seni dövdürtmek isteyen tıynetteki insanlıktan nasibini almamışlardan daha da çok korusun! Eğitim şart, ama önce insan olmak lazım...
Sağlıcakla kalın...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!