''Tıp fakültesinden herşey çıkar, arada sırada da doktor çıkar'' diye bir laf vardır bizim camiamızda. Esprili olduğu kadar gerçeklik payı da yüksek aslında... Bir insan düşünün; kendisi tıp fakültesini bitirip üzerine ilgili olduğu alanda ihtisas yapmış. Mesleğine aşkla bağlı ve aynı zamanda da yetenekleriyle kendi alanında yalnız Türkiye çapında değil, dünya çapında nam salmış. Hayatta böylesi bir pozisyon almak pek çok kişi için yeterlidir öyle değil mi! Ancak bazı kişiler vardır ki onlar için hayat, bağlı olduğu toprağına vefa borcunu bir ömür boyu ödemektir, hayat onlar için spordur, sanattır, hiç durmaksızın çalışmak ve para kazanmaktansa nice gönüller kazanmaktır...
Çok da yakınımda yer alan, bir vesileyle tanışma ve sohbet etme şansımın da olduğu birisinden bahsediyorum aslında. Tabi satırlar yettiğince... Kendisi tam da yazımın başında söylediğim tanımlamaya uyan birisi. Öncelikle çok iyi bir hekim ve tabii ki de çok da iyi bir insan. Yaşantısı boyunca çalıştıkça enerjisine enerji katan insan modellerinden. Türkiye'nin en önemli, üstelik de her branştan sporcularının yaşadıkları şanssız sakatlıklar sonrası ilk tercih ettiği çok değerli bir ortopedist ve spor hekimi. Yalnızca hekimliği değil, insanlığı da bunda çok büyük etken.
Babam hayattayken ayağındaki bir problem nedeniyle ben de çalmıştım kapısını. Zaten aynı mahallenin komşularıyız ve meslektaşız düşüncesiyle biraz da pervasızca gitmiştim yanına. Önceden ne bir randevu ne de bir arama olmaksızın. İçerisi hep olduğu gibi yine hayli kalabalıktı. Yardımcısına kendimi tanıtmam sonrası telefonla kendisini aradığı anda bizleri hemen içeri buyur etmişti. Tıbbi deontoloji ve etik çerçevesinde yaptığı daha ilk hareketti bu. Babamı yanıma alıp, benim için Karşıyaka ile özdeşleşmiş biri olması ve aynı zamanda mesleki büyüğüm olması nedenleriyle biraz da heyecanla odasına gittim. Bizleri ayakta ve o her zaman gülen yüzüyle karşıladı. Sağlık sorunumuzu dinleyip gereken bilgileri verdi. Ardından babamın anılarıyla birlikte doğal olarak eski Karşıyaka'dan ve babamın da Alaybey'de birlikte top koşturduğu arkadaşları olmasına istinaden, özellikle de Karşıyaka'nın efsane futbolcularından laf lafı açmaya başladı.
Sohbet öylesine güzeldi ki zamanın nasıl da ilerlediğini ancak 40 dakika sonra farketmiştim. Bekleyen onca hastasına rağmen, tek bir kez bile babamın sözünü kesmeden, tüm sohbet konularına içtenlikle mukabelede bulunarak bizleri misafir etmişti. Daha fazla meşgul etmemek adına hemen sohbeti toparlayıp ayağa kalktığımızda kendisi de yine geldiğimizde yaptığı gibi aynı nezaketle ayağa kalkarak bizleri kapıya kadar uğurladı. Aynı anda da benim ödeme yapmaya yeltenmemi dahi önleyecek şekilde yardımcısıyla temas kurmama mani olmakla meşguldü. Kapıdan çıkarken yüzümde bir gülümseme, içimde ise gerçekten büyük bir Karşıyakalıyla uzun uzadıya sohbet etmiş olmanın verdiği gurur vardı... Öyle ya Rıdvan Dilmen, Şota Arveladze, Hami Mandıralı, Ünal Karaman gibi popüler kültürün bir zamanlara ait ünlü futbolcuları yanısıra nice nice milli atletlerin de elinden geçtiği ve geçmekte olduğu, mesleğinin duayeni biri ile temas kurmuştum neticede!
Hizmet verdiği bina için ise basitçe bir muayenehane demek çok yanlış olur. Bir zamanlar Karşıyaka tenis kortlarının ve Karşıyaka Spor Kulübü lokalinin bulunduğu, adını bir kahraman havacı şehidimizden almış olan Fazıl Bey caddesinde yer alıyor. Bilen Fazıl Bey caddesinin geçmişteki anlamını biliyordur zaten. Muayenehane kavramından ziyade ortopedi ve spor hekimliği dal merkezi ve bulunduğu bina da Belçikalı bir mimar tarafından 1920'li yıllarda yapılmış, İtalyan bir levanten aile olan Disidoro'ların 1970'lere kadar yaşadığı ''Disidoro Köşkü''... Burada fizyoterapi bölümü, Karşıyaka Spor Tarihi Müzesi, spor kütüphanesi, tıp müzesi, nostalji müzesi ve çok amaçlı spor bahçesi yer alıyor. Yalnızca bu bina bile sadece tıp merkezli olmayan bir hayat görüşünün yansıması aslında. Bina, İtalyan levantenlerin terketmesinin ardından arkasında yer alan tenis kortuyla birlikte zaman içinde harabeye dönmüşken 2001 yılında, adeta çok yönlü karakterini yansıtmak için kendisi tarafından satın alınarak içi ayrı dışı ayrı bir kültür-sanat-spor sentezine dönüştürülüyor. Sadece bir yıl zarfında üstelik. Mükafatı da İzmir Büyükşehir Belediyesince verilen restorasyon kategorisinde birincilik ödülü oluyor. Takip eden yıllarda da en iyi bahçe düzenlemesi ve bunun gibi daha pek çok ödül alıyor...
Sevdalısı olduğu Karşıyaka ve Kaf Sin Kaf için burada oluşturduğu Karşıyaka Spor Tarihi Müzesi dışında, Çamlık sokakta (1743 sok) yer alan Karşıyaka Belediyesi Sağlık İşleri Müdürlüğü'nün bulunduğu ve yanlış bilgi değilse, bir zamanlar Emin Çölaşan'ın veteriner dedesine ait olduğu söylenen tarihi yapının bahçesine koydurduğu Atatürk büstü, 19.12.2009'da (dünya Karşıyakalılar gününde) açılışı yapılan Osman Bey parkındaki Gode Cengiz ve Erol Baş'ın elinde şampiyonluk kupasının yükseldiği ''Şampiyonluk Anıtı'' gibi bir ömre zor sığacak nice hizmetleri mevcut. Karşıyaka Spor Adamları Derneği başkanı olarak zaten Karşıyaka Spor Kulübü için çok fazla kafa yormasına karşın yakın bir geçmişte bir de kulüp başkanlığında adı geçmişti. Sanırım bir şeylere kırıldı ve aday dahi olmadı.
Futbol Takım Doktorluğu üzerine yazdığı kitabı, akrilik boya ile yaptığı tuval çalışmaları, Disidoro Köşkü'nün açık hava müzesini andıran heykellerle dolu bahçesi; spor hekimliğinde eriştiği duayen mertebesinin yanısıra gerçek bir Karşıyakalı'nın olması gerektiği şekilde entellektüel anlamda da donanımının birer göstergeleri. Bahsettiğim kişi zaten şu ana kadar yazdıklarımdan hemen her Karşıyakalı'nın anladığı üzere ''Op. Dr. Bülent Zeren''...
Birkaç ay önceydi sanırım. Mahallemizde karşı kaldırımda elinde her zaman olan siyah deri çantasıyla yürürken gördüm. Çok zayıflamıştı. Biraz bitkin görünmesine rağmen belli ki yine işinin başına koşmaktaydı. O an yanına gidip bir selam vereyim, bir rahatsızlığı mı var acaba diye sorayım istedim. Gidemedim... Gitse miydim, şu anda bile bilemiyorum! Çünkü büyük ihtimalle sağlığı ile ilgili bir takım sorularla muhatap olmaktan sıkılmıştır diye düşünüyorum. Ama en azından keşke bir ''merhaba, iyi günler'' demek için koşsaydım yanına... Ciddi bir rahatsızlığın, ağır dönemlerini geçirmekte olduğunu mesleki tecrübemle tahmin edebiliyor ancak çekiniyordum sormaya. Bu yazıyı yazarken durumunun ağır olduğunu ve yoğun bakımda olduğunu biliyordum. Çık ve şifa dağıtmaya, insanlara bir şeyler öğretmeye, Karşıyakamıza sahip çıkmaya devam et diye yürekten haykırmaktı, toparlanacağına dair inancımı korumaktı maksadım. Ancak maalesef yazım henüz yayınlanmadan kısa bir süre önce aldığım vefat haberiyle bu satırların bitiş cümleleri Allah’tan rahmet dilemekten ve her daim yüreklerimizde yaşayacağını söylemekten öteye geçemedi. Büyük Karşıyakalı, efsane spor hekimi, değerli büyüğüm Bülent Abiyi günümüzde hiç de ileri bir yaşta kabul edilemeyecek bir yaşta ve en rahatsız haliyle bile üretmeye, şifa dağıtmaya devam ederken kaybetmiş olmanın derin üzüntüsüyle diyorum ki; Disidoro Köşkü sensiz çok ıssız...
Sağlıcakla kalın..!
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!