Karşıyakamızın sahili her daim, her Karşıyakalı'nın gözbebeği olmuştur. Her ne kadar günümüzde sahilimizin parklarında yeşilin yerini beton masa ve banklar alıp, parklarımız devasa ve ne estetik olarak ne de fonksiyonel olarak anlam ifade etmeyen metal konstrüksiyonlarla kaplanmış olsa da kalbimizdeki öncelikli yerini ''denizin çocukları'' olarak korumaya devam edecektir. İşte bu sahilimize güzellik katan en başta gelen unsurlardan biri de denizimizde kuğu gibi süzülen yelkenlilerimiz...
İlk olarak 1920'li yıllarda Karşıyaka Spor Kulübümüzün çabalarıyla sahilimizi süslemeye başladılar. 1932 yılında şarpi, 1945'te kabayole, 1953'te dragon, 1954'te de pirat ve snipe sınıfında hizmet vermeye başlandı. 1934 yılında şarpi sınıfında Türkiye şampiyonluğu ile başlayan başarılar serisi nice Türkiye şampiyonlukları, Balkan ve Dünya şampiyonluklarıyla günümüze değin devam etti ve daha da devam edeceğine inancımız sonsuz. 10 Kasım 1964'te resmen faaliyete geçen Karşıyaka Yelken Şube her Karşıyakalı'nın gurur kaynaklarından birisidir.
Çocukluğumdan beri bana büyük keyif verir bembeyaz yelkenlerle süslenen denize bakmak. Hatta çocukken içten içe biraz kıskanırdım da yelken yapan çocukları... O günün koşullarında üç çocuk büyüten ailenin bir ferdi olarak spor için çok da olmasa bile bütçe ayırmak bir lükstü çünkü bizler için. Açık havada basketbol oynayabilmek, denize girmek, bisiklete binmek gibi ücrete tabi olmayan imkanlar varken biz çocuklar da ailemize bu yönde bir telkinde bulunmazdık haliyle... Sonrasında geçen uzun yıllar boyunca da bu sevgim ve ilgim zerre azalmadı. Yelken Şube'nin tesislerinin her önünden geçişimde ise içimden hep ''keşke yelken kurslarına dahil olan çocukların aileleri dışındaki insanlar da şu tesislere bir şekilde girebilse, orada vakit geçirebilme şansı olsa'' diye hayıflanırdım...
Sonrasında kızım oldu. Dedim ki kendi kendime; ''hah tamam işte, ilerde kızını yelkene kayıt ettirip sen de eşinle birlikte denizin dibinde, yelkenlerin içinde vakit geçirebileceksin''..! Zaten babamdan dolayı net olarak bildiğim, bir zamanlar babamın gençlik dönemlerinde Karşıyakalı gençlerin lisans çıkartıp yüzme takımına girebilmek için mücadele verdiği ''50 metre havuzu'' olarak tabir edilen yüzme havuzunun bulunduğu bu alan, konumu itibariyle her dönem muteber olmuştur. Ben heyecanla kızımın kayıt yaptırabileceğim yaşlarının gelmesini beklerken bir gün bir de baktım ki dışardan insanların kabul edildiği cafe hizmeti verilmeye başlanmış. Tarifsiz bir sevinç yaşadım...
Karşıyaka'nın göbeğinde fakat şehrin keşmekeşinden izole bir şekilde, denizin dibinde, mis gibi imbat esintisiyle, deniz kokusuyla ve caanım martılarla iç içe olarak körfezin muhteşem gün batımını ailecek izleyebilecektik artık..! Ve bunu havaların imkan tanıdığı her fırsatta da yaptık. Çok mutluydum, çünkü kızım Karşıyaka'yı Karşıyaka yapan en temel sembollerden birisinin içinde, yosun kokan, iyot kokan yani kısaca miss gibi deniz kokan bir yerde mütemadiyen vakit geçirebiliyor ve ben de kendi çocukluğumda içimde kalan ukteyi, kendi çocuğumla ve eşimle birlikte giderebiliyordum artık. Ayrıca orada Karşıyakamızın efsane büyüklerini de zaman zaman görebiliyor olmak ayrı bir keyifti. Mesela Ateş Baba gibi...
Hem yelken şubeye bir gelir kapısı, hem de bizlere inanılmaz bir keyif olmuştu yelken şube'nin sosyal tesisleri. Hatta keyfimiz o denli büyüktü ki, bazen bencilce bir duyguya kapılıp ''inşaallah burayı çok fazla insan keşfetmez de bu huzur veren güzellik insan kalabalığı içinde yitip gitmez'' diye düşünürdük. Rahmetli babamı da vefat etmeden yaklaşık 6-7 ay öncesinde kollarına girip, biraz da zorlayarak annemle ve eşimle birlikte oraya iyi ki götürmüşüm diye düşünüyorum. Zaten sonrasında pek de bir yere çıkamamıştı sağlık sorunları nedeniyle. Birlikte denize, vapurlara, Çatalkaya'ya, martılara bakarken yüzündeki mutluluk tarifsizdi ve bana dönüp ''oğlum buraya ben bundan sonra hep gelirim'' demişti. Bir ikincisi kısmet olmadı ama en azından babamı da bir kez de olsa getirebilmiş olmanın iç huzurunu yaşadım sonrasında...
Ve işte benim için bunca anlam ifade eden o güzelim yerin geçen haftaların birinde önünden geçerken bir de baktım ki dışarıda tek bir masa-sandalye kalmamış. Herhalde havalar soğumaya başladığındandır diye düşünmeye zorladım kendimi. Bir başka gün bu kez farkettim ki; tesislerin dışındaki tanıtım pankartları da indirilmiş! Kendimi adeta geç bulunan sevgiliyi erken kaybeden birisiymiş gibi hissetmeye başladım ama yine de hala içimde bir umut vardı... Bu sefer de Karşıyakalıların yer aldığı bir sosyal medya forumunda birisinin ''yelken şube'nin sosyal tesisleri de kapandı'' şeklinde bir cümle yazdığını gördüm! Akabinde hemen telefon açtım yelken cafe'ye ve telefon meşguldü. Üç gün üst üste defalarca denedim ve hep meşguldü... Sanki kapatılan bir hat gibi..!
Tüm bu gayriresmi veriler eşliğinde artık Karşıyaka Yelken Şube Sosyal Tesisleri'nin kapanmış olduğuna inanmaya başladım. Eğer kapandıysa neden? Son zamanlarda gayet güzel iş yapıyordu, bulunduğu konum itibariyle Karşıyaka'nın kalbindeydi adeta, aileler için çocuklarıyla gönül rahatlığıyla gidebileceği bir yerdi, yelken şube için ekstra bir kazanç kapısıydı, eski ve gerçek Karşıyakalıların bir nev-i buluşma noktasıydı... Peki öyleyse neden? Lütfen birileri bana kapanmadı desin... Lütfen bunun geçici bir süreç olduğu söylensin... Ya da gerçekten sessiz sedasız kapandıysa da bunun gerekçelerinin ''son derece ikna edici bir şekilde'' biz yelken cafe müdavimlerine anlatılması şart! Çünkü benim hiçbir şekilde oranın kapatılmasını aklım, mantığım kavrayamıyor. Çok yazık, çok üzücü, şayet kapatıldıysa..!
Sağlıcakla kalın...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!