Yıllık iznimin bir kısmını kullandım geçenlerde. Uzun yıllar boyunca yıllık izinlerini genelde kullanmamış ya da çok az bir kısmını kullanmış birisiyim. Bu sene ise ailecek geçireceğim güzel bir zaman dilimi olarak artık tadını çıkarayım diye düşünüyordum. Ancak, ne yazık ki tadımız kaçtı..!
Doğma büyüme Karşıyakalıyım. Ve meslek hayatım süresince de gerek şansım gerekse yoğun çabalarımın katkısıyla İzmir'den ayrılmadan hayatımı idame ettirdim. Yani bu şehrin çocuğuyum ve bu şehirde, hatta bu şehri yaşıyorum..! Buna karşın (belki de inanmayacaksınız ama) ben hayatımda Çeşme'yi 35 yaşımdan sonra gördüm!!
Babam emekli banka müdürü ve emekli olmadan önceki son çalıştığı yer Burhaniye idi. Bu vesileyle kuzey ege ile tanışıklığımız, Burhaniye'nin Ören'ine karşı da yoğun bir sevgi oluştu bizlerde. Bilen bilir, kuzey ege ve özellikle de mitolojik hikayelerin de geçtiği yerler olan Edremit körfezi, Kaz dağları ve civarı insana huzur veren yerler. Belki de mutlu bir çocukluk geçirdiğimden ve çocukluğumun tüm yaz tatilleri oralarda geçtiğinden konuya biraz duygusal, biraz taraflı yaklaşıyor da olabilirim... Ancak, sonuç itibariyle oraların bana verdiği mutluluk, çok daha popüler olan ve çok daha fazla insanın tercih ettiği ege kıyısında bulunan diğer yerlere gidip de görme isteğini bende hiç uyandırmadı. Çeşme ile tanışıklığımsa biraz da eş durumundan kaynaklandı diyebilirim. Çok da iyi oldu!
İzmir merkezden 1 saatlik mesafede, ulaşımının otoban aracılığıyla olması gibi avantaja sahip ve yanısıra girince donma hissi yaratan buz gibi denizlere alışkın olan benim gibi birisi için denizin aslında öyle olması gerekmediğini anlamamı sağlayan ılık suyu ve daha nicesini sayabileceğim pek çok nedenden dolayı gerçekten de geç bulduğum bir cevher oldu adeta bana... Yalnız şu son çıktığım yıllık iznimde karşılaştığım bir tablo Çeşme'yi benim için ''geç bulduğum ama erken kaybettiğim bir sevgili'' pozisyonuna mı getirecek kaygısını yarattı bende..!
Gerek eşim, gerek ben, gerekse (henüz minicik olsa da) kızım denize aşık ve kökenlerimiz itibariyle atalarımızın ege denizinin karşı kıyısı, ortası ve Karşıyakamızdan olması sonucu bizim kan bağı bulunan tüm yakınlarımızın ortak paydası da ege denizi olmuş oluyor doğal olarak... Ancak o canım denizimize ne derece vefalı davranıldığı da işte yaşadığım son tatildeki travmayla kafamda iyice sorgulanır oldu! Haberlerini duymuştuk aslında taa kışın daha... Yakıştıramamıştık... Önemsiz bir haberdir demiştik... Ya da öyle ummuştuk belki de... Ne yazık ki hiç de önemsiz değilmiş!
2016 yılının son günlerine girildiğinde, 18 Aralık'ta, Ildırı'daki balık çiftliğinden orkinos alıp Mısır'a götürmek üzere yola çıkan Panama bandıralı Lady Tuna adlı geminin balıkçı teknelerine çarpmamak için yaptığı manevra sonrası Pırasa adası yakınlarında kayalara çarpması ve gövdesinin delinmesiyle 75 bin 484 metrik ton akaryakıtın denize dökülmesi hadisesinden ve ardında bıraktığı tesirden bahsediyorum...
Oluşturulan zarar tespit komisyonunun bu olaydan iki ay sonra yaptırdığı deniz yüzeyi ve deniz tabanı numunelerinin tetkik sonuçları ''temiz'' gelmişken, açılan zarar tespiti davası sonuçlandığı zaman yani bu olaydan dört ay sonraki bilirkişi raporunda ise telafi edilemeyecek zararlar meydana geldiği ve etkisinin onlarca yıl devam edeceği belirtiliyor... Bu durumda kime inanmalı, kim gerçeği söylüyor diye düşünmek lazım! İki bilgi çok farklı çünkü..! Gerçi numunelerin temiz çıktığı bilgisi verilirken de aslında dökülen 75 ton yakıtın 65 tonunun temizlendiği bilgisi de veriliyordu. Yani bir denize 10 ton yakıt dökersen ve tahlil yaptırırsan sonuç temiz çıkıyor demek ki!!! Bilemiyorum neyin doğru neyin yanlış olduğunu ve bu konunun da uzmanı değilim...
Ama yaşadığım somut bir gerçek var ki çocuğumun deniz simitini kenarından tutup dizlerimin üzerinde ilerleyip, çocuğumun gönlünü hoş eylerken, denizden çıktıktan sonra tüm dizden aşağımın yapış yapış, yıkamakla çıkmayan kara renkli bir maddeyle kaplandığını gördüm. Analizler temizmiş ya da bilirkişi raporu onlarca yıl sürecek bir felaketten bahsetmiş ve bunlar birbiriyle çelişiyormuş da hangisi doğruymuş vs vs vs farketmez kardeşim... Ben yaşadığımı, gördüğümü bilirim ki; bu başıma gelen şey paşalimanı tarafında olmuşken ıldırı'nın halini düşünmek bile istemiyorum. Kendi adıma, çocuğumun sağlığı için en azından ben mümkün olursa oralarda bir daha çocuğumu denize sokmak da istemem, oralardan yakalanan balıkları (eğer kaldıysa) çocuğumun yemesini de istemem. Bu olay unutturulmaya çalışılıyorsa ve olduğundan daha küçük bir olaya indirgenmeye çalışılıyorsa yazık doğrusu!
Oralardaki turizmcilerin geliri, Çeşme'nin marka değeri, restoranlar, balıkçılar hepsi ama hepsi bu olayın gerçek yüzüyle toplumun karşısına çıkıldığı takdirde ciddi zararlara uğrayacaklardır doğru, ama insan sağlığının, en önemlisi çocuklarımızın sağlığının sizce bir ederi var mı?! Maddi bir karşılığı var mı?! Sorarım, bu konuyu gelir kaygısıyla unutturmaya çabalayan varsa eğer, ona; senin çocuğunun can sağlığına bir bedel biçebilir misin..?!
Yapılması gereken; tarafsız bilimsel kurullarla bu olayın üzerine gitmek ve (olan olmuş artık) bundan sonrasını en az zararla nasıl atlatabilirizin arayışına (maddi açıdan değil insan sağlığı açısından) ''ciddiye alınır'' verilerle girişmek, yanısıra da benzer durumların tekrar yaşanmaması için alınması gereken azami tedbirleri almak...
Sonrasında Çeşme zaten kendi kendini yine var eder, yine gözde olur, yine hakettiği marka değerine kavuşur. Ama bazı durumlarda daha yükseğe çıkmanın yolu kaçınılmaz olarak en dibe vurmak da olabilir. Bu, insan sağlığı için ödenmesi gereken bir diyetse şayet, ödenmelidir..!
Sağlıcakla kalın...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!