İzmir Milli Kütüphanesi. Türkiye'nin ''milli'' ünvanını taşıyan ilk kütüphanesi.
Giritli Ali Refet Efendi'nin kurduğu özel bir kütüphane olan ''Osmanlı Kütüphanesi'' yaklaşık 10 yıl süre ile varlığını koruduktan sonra 2'nci meşrutiyet'in ilanı ile kapatılmak zorunda kalmıştı. Bu dönemde milli kütüphane kurulması yönünde çalışmalar başlatılmıştır ve Osmanlı Kütüphanesi'nin kitapları da buraya devredilecektir. Çalışmalar 1911 yılında başlamıştır. İzmir'de başlayan milli kütüphane kurma girişiminin başında ise İttihat ve Terakki Cemiyeti İzmir Şubesi ''heyet-i merkeziye'' üyesi ve Hizmet gazetesinin sahibi Kadızade İbrahim Refik Bey bulunmaktadır.
İbrahim Bey, İttihat ve Terakki'nin İzmir genel sekreteri olan Talat (Muşkara)'ya başvurarak yardım ve desteğini ister. Bilindiği üzere aslen Nevşehir'li olan Talat Muşkara aynı dönemlerde Karşıyaka Spor Kulübü'nün ilk kuruluş dönemlerinde de önemli katkıları olan birisidir. Sonunda Talat Bey'in de yardımıyla ''Milli Kütüphane ve Teşvik-i Maarif Encümeni'' adını taşıyan bir heyet oluşturulur. Oluşturulan heyetin yoğun çabalarına karşın ihtiyaç duyulan maddi gelir elde edilemez. Bunun üzerine İbrahim Refik Bey heyetten çekilir ve heyet dağılır.
Ardından Talat Bey, İzmir'de çeşitli okullarda matematik öğretmenliği yapan Mehmet Celal (Saygun)'u çağırarak yeni bir heyet oluşturmasını ister. Bu yeni heyette yer alanlar arasında yine Karşıyakamızla bağlantılı olarak Osmanzade Hamdi Bey (Aksoy) da yer almaktadır. Bugünkü Osman Bey parkına ve Aksoy semtine adını veren, yüzyıllar önce padişah tarafından İzmir'e gönderilen İzmir'in en köklü ailelerinden ''Osmanzadeler'' dendir kendisi. Popüler kültürü daha yakından takip edenler için şöyle de tarif edebilrim; ''vatanım sensin'' dizisindeki ''albay Cevdet'' karakterinin (gerçekte Gavur Mümin yani Osmanlı ordusu jandarma yüzbaşısı Osmanzade Mümin -Aksoy- Efendi) öz amcasıdır... Herneyse...
Oluşturulan bu yeni heyet de olanca çabalarına ve yardım toplama girişimlerine karşın yeterli finansal gücü elde edemez. Kütüphanenin kendi kendisini finanse etmesinin yollarını bulmak gerekmektedir. Bu maksatla sonunda Beyler sokağında daha önce jandarma alay mektebi olarak kullanılmış olan Salepçioğlu Hacı Ahmet Efendi'nin konağı 1912 Nisan'ında seneliği 100 liraya kiralanır. Konağın harem kısmı aynı kira bedeliyle İttihat ve Terakki Cemiyeti İzmir şube merkezine ve cemiyetin vilayet kulübüne verilir. Böylece konağın kendilerine kalan selamlık kısmı kütüphane olarak düzenlenebilecektir. Kitap ve maddi yardım kampanyalarının devam etmesiyle nihayet 6 Temmuz 1912'de okuyucunun hizmetine açılır.
Fakat kütüphaneyi yaşatmak ve geliştirmek gereklidir. Bunun için de konağın bahçesine sürekli gelir getirmesi için tiyatro oyunlarının da sahnelenebileceği bir sinema binası inşaasına karar verilerek o zaman için çok büyük bir rakam olan 1000 lira tutarında borcun altına girilir. 1913 Mart ya da Nisan gibi inşaat tamamlanır. Zamanla borç ödenir ve gelirin yarısı kütüphaneye yarısı ise fakir çocukların eğitim masraflarına harcanmaya başlanır. Ancak daha büyük bir kütüphane binası ve daha modern bir sinema binası planları devreye girmiştir.
O zamanların kendine has ve kudretli valisi Rahmi Bey tarafından 1915'de kütüphane heyetine yeni arsalar temin edilir. Bu arsalar şimdiki Milli Kütüphane, Devlet Opera ve Balesi ile Bahri Baba Parkı'nın bugünkü Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi'ne bakan cephesindeydi. Buralara patinaj salonu (sonradan yapımından vazgeçilmiş), kütüphane ve sinema salonu binalarının yapımına başlanır. Ancak araya Yunan işgali ve kurtuluş savaşı yılları girer.
1926'da ''Elhamra Sineması'' olarak anılan bina biter ve işletmeye açılır. Milli Kütüphane binası ise bundan ancak 7 sene sonra tamamlanabilecektir. Gereken finansman, kütüphanenin biriken parası yanısıra, İpek film şirketinden (İpekçi Kardeşler) alınan 6 yıllık kira bedeli olan 45000 lira ve belediye tarafından istimlak edilen arsalarının karşılığında aldıkları yangın sahasındaki arsaları muhtelif kişilere satmaları suretiyle temin edilebilmiştir (sinema binası 1978 yılından itibaren Devlet Opera ve Balesi binası olarak Kültür ve Turizm Bakanlığına kiralanmıştır). Cumhuriyetin 10'uncu yılında 31 Ekim 1933'de, yani açılışından sonra kendine ait yeni ve modern bir kütüphane binasına kavuşabilmesi için verilmiş olan 21 yıllık mücadelenin ardından büyük bir törenle yeni ve şimdiki yerinde hizmete girmiştir. İnşaat sürecinde Atatürk tarafından 3 kez ziyaret edilmiş olması ulu önderin bu konuya verdiği önemin değerli bir göstergesi olmuştur.
Emin olun İzmir Milli Kütüphane'nin ayakta kalma mücadelesi bugün için de sürmekte. Çünkü dernek vasfında olan ve gayrimenkullerinden gelen kira bedelleri ve bazı bağışçıları dışında hiçbir geliri olmayan bu önemli, hem de çok önemli ilim irfan yuvası günümüz koşullarında ancak çok büyük fedakarlıklarla varlığını sürdürebilyor. Asgari ücrete tabi çalışanlarının yaptığı işlere bakacak olursanız, aslında tamamen gönüllülük esasıyla çalışıyor olduklarını anlarsınız.
Çalışanlarının aralarında hangi kademe farkı olursa olsun tamamen bir hizmet aşkıyla ve görev ayrımı yapmaksızın verdiği mücadeleyi ben bizzat biliyorum. Hem üyesi olmam nedeniyle hem de idarecilerinden olan Sayın Berin Pamukoğulları'nın damadı olmam vesilesiyle bunları bilmekle kalmıyor aynı zamanda Milli Kütüphane ailesinin bir bireyi olmaktan da büyük gurur duyuyorum. Milli Kütüphane Vakfı Başkanı Sayın Av. Ulvi Puğ başta olmak üzere her kademede tüm çalışanlarının Atatürk ve Cumhuriyet sevdalısı olduklarını hem biliyor hem de yaptıkları uygulamalarla bunu yaşatmak için harcadıkları çabaları izlerken gerçekten duygulanıyorum. Düzenli olarak yapılan Perşembe konferanslarının konu içeriklerine şöyle bir göz atmak bile bunu anlamak için yeterli.
Hal böyleyken, sosyal medyada gördüğüm bir paylaşım beni ziyadesiyle üzdü. Her şeyden önce Milli Kütüphane çalışanlarının onca fedakarlığına karşı yapılmış büyük bir saygısızlık olarak görüyorum. Paylaşılan şey bir fotoğraf karesi... Fotoğrafta Milli Kütüphane'nin bahçesi yer almakta. İçersinde Atatürk büstünün yer aldığı... Bahçede toprak zemin üzerinde bir kedi ve zeminde de yer yer taş yığınları izleniyor. Paylaşımı yapan kişi bundan hareketle diyor ki; ''Burası İzmir Milli Kütüphane'nin bahçesi... Atatürk'ün büstünü koyuyorsan ona layık olacaksın...''
Bu paylaşımı yapan kişi keşke gördüğü manzara karşısında (gerçekten üzüldü ise) üşenmeyip de kütüphane yetkilileriyle önce bir görüşmeyi deneseydi. Ben o fotoğraf karesini görür görmez öyle yaptım. Ve gerçeği öğrendim. Şu sıralar genel bir bakım sürecinden geçildiğini, o fotoğraftaki bina kısmı da dahil boya-badana işleri yapılacağını ve şu aşamadaki o görüntünün nedeninin bu olduğunu, tadilat-bakım işleri bittiğinde görüntünün öyle olmayacağını söylediler.
Habere konu edilen kişilere ulaşılmadan haber yapmanın yanlışlığı konunun bir tarafı tabi. Asıl yanlış olansa bence Atatürkçülüğü böylesine şekilcilik seviyesine indirme hatasına düşmek. Atatürk'e saygı, yukarıda uzun uzun anlattığım gibi milli kütüphane çalışanlarının sadece ve sadece memleketin ilim irfan eksiğine katkı sağlamak için ve hiçbir çıkarları olmaksızın uzuuun uzun yıllardır verdikleri çabalar şeklinde verilen mücadeleyle olur. Sen istediğin kadar kafanda Atatürk büstü önünde peyzaj çalışması yap, bu kafayla Atatürkçü düşünce yapısına tek katkın bağ-bahçe düzenlemesi yapmak seviyesinde kalır. Amacı üzüm yemek olup da bağcı dövmek olmayanların sayısının artması umuduyla...
Sağlıcakla kalın!...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!