Savaştan, mezalimden kaçan insanlara kucak açmak tabi ki de insani bir görevdir. Ancak bu insanlar her ne olursa olsun kayıt altına alınarak, geldikleri yerden taşıma ihtimali olan hastalıklara karşın gerekli tedbirler anında uygulanarak, günümüzde pandemi koşulları nedeniyle derhal aşı takvimleri tamamlanarak ve devletimizce belirlenmiş olan belli bölgelerde ''geçici'' olarak kabul edilmelidirler.
Önceliğimiz kendi ülkemiz ve kendi vatandaşlarımız olmalıdır. Malum olduğu üzere toplum olarak ekonomik sıkıntıları olan bir ülkeyiz ve insani desteklerimizi yaparken de bu gerçeği gözetmemiz lazım. Yoksa, kendi vatandaşlarımız daha da fakirleşirken, bir de iş alanlarında istihdam sorunu daha da büyük hale gelecektir. Hele ki eğitim, sağlık gibi en temel konularda dışarıdan kaçarak gelen milyonlara öncelik tanınacak olursa bu, kendi vatandaşlarımız için çok daha vahim sonuçlar doğuracaktır.
Mazluma, mağdura destek vermeye evet, ama bunu yaparken kendi kendimize zarar vermeden yapmak lazım. Hatta bu durumu avantaja dahi çevirecek bir takım farklı düzenlemeler de düşünülebilir. Tıpkı Nazi mezaliminden 1930'lu-40'lı yıllarda kaçan insanlar olduğu zaman ülkemizin uyguladığı politikalarda olduğu gibi... O zamanlar yaşanan bu insani drama yardımcı olunurken, kendi lehimizde kullanacak şekilde davranılması başarılabilmişti. Nasıl mı? Alın size birkaç örnek;
Prof Dr Albert Malche; Pedagoji profesörü... O dönemde mevcut olan Türk üniversitelerinde yapılacak reformlar için görevlendirilmişti. Malche'nin verdiği bilgiler sayesinde, göç etmek zorunda kalan bilim insanlarının Türkiye'deki üniversitelerde yapılması planalan reform çalışmalarında yer alması sağlanmıştı. İstanbul Üniversitesi'nin kuruluşunda 38'i ordinaryüs 4'ü profesör toplam 42 Alman bilim insanına görev verilmişti. Daha sonra Ankara Üniversitesi'nde de Alman ve Avusturyalı bilim insanlarına yer verildi.
Prof Dr Ernst Reuter; Ankara Üniv. Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde yerel politika ve şehir planlaması profesörü olarak görev yaptı. Şehir Planlaması Enstitüsünün kurulmasında yer aldı.
Prof Dr Jur Ernst J. Hirsh; önce İstanbul Üniv. daha sonra da Ankara Üniv.'de ticaret hukuku, hukuk sosyolojisi ve hukuk felsefesi profesörü olarak görev yaptı.
Prof Dr rer.pol. Gerhard Kessler; İstanbul Üniv.'de ekonomi politikası dalında profesör olarak görev yaptı. İlk Türk sendikasının kuruluşunda yer aldı.
Prof Dr Paul Hindemith; Ankara'da bir devlet konservatuarının kurulması ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının yenilenmesi için öneriler hazırladı.
Carl Ebert; 1936'da tiyatro okullarının kurulmasına yönelik bilirkişi raporu sundu.
Eduard Zuckmayer; Ankara Devlet Konservatuarı'nı kurdu. Vefat ettiği 1972 yılına kadar vazife yaptı.
Bruno Taut; mimar ve şehir planlamacısı.''Neues Bauen'' adıyla tanınan ''çağdaş mimarlığın'' en tanınmış temsilcisiydi. 1937 yılında çizdiği projeye göre Ankara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi binası inşa edildi.
Hans Gustav Güterbock; 1936-1948 arasında arkeoloji bilim dalında Ankara Üniversitesi'nde öğretim görevlisi oldu.
1933-1938 yıllarında Nazilerin görevden attığı çok sayıda Alman kültür insanı, sanatçı, tiyatrocu, orkestra yöneticisi, müzik öğretmeni, opera sanatçısı, felsefeci, sosyolog, araştırmacı, mimar, mühendis, iktisatçı da Ankara ve İstanbul’da görevlendirildi. Bu insanlar modern Türkiye’nin kurulmasında çok büyük katkıda bulundular.
Bir de şimdilerde göçle gelenlere bakın! Ülkemizin gelişimine, toplumsal hayatın daha modern hale gelmesine, ekonomiye katkı sunacaklarını düşünen var mı?! Öyleyse, zaman vicdanları akılla birleştirme zamanıdır. Vicdani sorumlukları, insani vazifeleri yerine getirirken ileride onarılması çok güç yaralar açılacak şekilde modern Türkiye Cumhuriyeti'ne zarar verilmemelidir. Bunun için ise tek yapmamız gereken bizlere yaptıklarıyla her daim ışık tutan, büyük deha ve ebedi liderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün izinde gitmek...
Sağlıcakla kalın!..
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!