Geçenlerde eşimle evlilik yıldönümüzdü. Her erkeğin hayatına anlam katan kadınlardır ve benim için de eşim öyle olduğundan ufak kızımızı güvenli eller, anneanneye emanet ettikten sonra baş başa güzelce vakit geçirebilmek için önceden de gitmeyi düşünüp gidemediğimiz Bostanlı'daki ''la puerta'' adlı kafe-restaurant'a gittik. Ortamın güzel dekorasyonu, çalışanların güler yüzü ve 80 çeşidin üstünde dünya biralarının bulunması tercihimizin doğruluğunun teyidi oldu. Çalışanlar, özel eğitim alan ve sizin yanınızda bulunup menüdeki bira çeşitleri hakkında hem bilgi verip hem de yönlendiren kişilerden oluşuyordu. Her ne kadar içki içmek için içen biri değil, hoş sohbetin yanında bir ayrıntı olarak zaman zaman takılan biri de olsam, meraklı mizacım nedeniyle dozunda bırakacak şekilde eşimle beraber farklı tadları deneme imkanımız olması adına keyifli bir geceydi. Peki bira nedir?
Adı eski İngilizce'deki ''beor'' sözcüğünden türeyen bira; alt seviyede entellektüel düzeye sahip olanların ve bütçesi dar olanların tükettiği niteliksiz bir içki mi! Yoksa, tarihi ekmekten bile eski olan, adına festivaller düzenlenen, her yıl dünyada 135 milyar litre tüketilen farklı bir kültür mü aslında! Bazı bilmeme ihtimaliniz olan bilgileri paylaşırsam kararı herkes kendince verebilir belki...
Bir kere her şeyden önce bira dişidir! Bu da ne demek şimdi demeyin; bilindiği üzere biranın içeriğinde şerbetçiotu vardır ve bu bitkinin çiçeklerini çiftçiler kurutup toz haline getirir, öyle kullanılır. Yalnız önemli bir ayrıntı var ki, bira yapımında şerbetçiotu bitkisi çiçeklerinin yalnızca dişi olanları kullanılır! Belki de bira severlerin çoğunluğunun erkek olmasının bir nedeni de budur! Tarihi geçmişi de son derece eskilere dayanan bira ilk olarak eski mısırlılar tarafından icat edilmiştir. Hatta piramitlerin yapımında çalışan işçilerin hem sıvı açıklarını gidermek hem de besleyici değeri olması gibi nedenlerle molaları esnasında tükettikleri söylenir. Zaten biranın Çince'deki karşılığı ''sıvı ekmek'' tir! Bu bilginin doğru olma ihtimalini güçlendiren bir veri olarak, en kötü birada bile altı çeşit vitamin olduğunu söyleyebiliriz. Tiyamin, riboflavin, pantotenik asit, piridoksin, biyotin ve siyanokobalamin... İcat edildiği dönemle ilgili olarak eski mısırlılardan da yüzyıllar önce Sümerler tarafından icat edildiği yönünde görüşler de mevcut, ancak fermentasyon yoluyla bir tahıldan içki ürettikleri her ne kadar söylense de onun adına köpüklü bira demenin ne derece doğru olacağı tartışılır tabi...
''Bira ne kadar özellikli bir içki olabilir ki, hepsinin tadı neredeyse aynı'' diyenler olduğu gibi, bira konusunda gurme olarak nitelendirilebilecek az bir kesim de tadıyla ilgili olarak gerçekten çok dikkatli ve en güzel biranın doğrudan musluklu fıçıdan gelen bira olduğunu, şişe biranın ise kutu biraya kıyasla daha iyi olduğunu, kutu biranın alüminyumun hava değişikliklerinden çok etkilenmesine bağlı olarak tadının bozulduğunu söyleyebilecek kadar da hassaslar.
Yapım süreci de pek çok aşamadan geçiyor. Sıklıkla arpadan, bazıları buğdaydan, asyalılar pirinçten, afrikalılar ise darıdan yapıyorlar. Laboratuar testleri El Fayyum yakınlarında (Mısır) bulunan arpa tanelerinin 5000 yıllık olduğunu gösteriyor! Öncelikle arpa tohumları toplanır ve çuvallara doldurulmalarına kadar geçen sürede malt haline gelirler. Yaklaşık iki gün suya yatırılıp bekletilir ki filiz vermesi hızlansın. Ancak gerçekten filizlenmeden çimlenmeyi aniden durdurmak için fırına atılırlar. Çimlendirme döneminde doğal nişasta ayrışıp basit şekere dönüşür, çimlenmeyi aniden durdurmak için fırına atıldığında ise yeni oluşan şeker en yüksek seviyededir. Malt haline gelmiş arpa olmuştur artık. Bunlar ezilip incecik toz haline getirilerek özel su tanklarında 156 dereceye kadar ısıtılır. Ezilen taneler sıcak suda pişer ve içinde kalan nişastası ısı ve nemle malttan daha karmaşık şekere dönüşür. Bu ezme, yoğun şekerli sudan süzülüp atılmadan önce şerbetçiotu tankların içine atılır ve bu karışımın tatlılığını azaltıp farklı bir tat, aroma katar. Buna şıra denir. Bira yaparken kullanılan su da biranın niteliğini belirler. Koyu renkli biraları sert ve ağır yapan çok fazla mineral içeren sert suyuyken (meşhur İrlanda birası gibi), daha az mineral içeren yumuşak suyla yapılanlar ise hafif, soluk renkli, tüm dünyada pilsener ya da lager olarak bilinirler ki bu konuda da Çek'ler nam salmıştır... Herneyse... Bir sonraki aşamaya geldik; şıra soğuduktan sonra fermentasyon tanklarına alınır ve kendisini biraya çevirecek olan maya eklenerek on gün boyunca bekletilir. Maya mikroskobik düzeyde olan bir çeşit bitki ya da mantar olarak tanımlanabilir ve şırada en sevdiği şey olan şekeri yiyerek onu yavaş yavaş alkole dönüştürür (alkol maalesef insanların bira içmek istemesinin nedeni aynı zamanda da hiç kimsenin dostu olmayan bir şeydir ve bunu özellikle belirtiyorum ki okuyan gençler, çocuklar olursa diye)... Ardından fermentasyon işlemi bitince dinlendirme tanklarına alınan bira burada iki hafta bekletilir. Bu esnada genellikle fazla maya süzülerek atılır ancak bazen biracılar türüne göre bazı biralardaki mayayı süzmezler ki şişedeyken de mayalanmaya devam etsin diye. Vee saklama tanklarına aktarılarak satışa hazır hale gelmiştir. Almanya, Çek Cumhuriyeti, Belçika gibi ülkeler bira konusunda başı çekmektedir. Hatta Belçika'da yılın 365 günü her gün farklı bir çeşit içmek istesen yıl sonunda hala içmediğin bir marka kalmış olabilir!
Herkesin bildiği üzere dört temel element toprak, hava, ateş ve su... Aslına bakarsanız biranın temelini de bunlar oluşturur. Arpa ve buğday topraktan gelir. Maltlı karışım pişirilirken ateş devreye girer. Bira su ile zenginleşip içecek haline gelir. Hava ise biranın köpüğündedir. Karbonlu hava, yani karbondioksittir birayı köpürten... Yani bazılarının birayı ''gerçek dünya'' olarak tanımlamasının nedeni belki de yapımında rol oynayan bu dört temel elementten kaynaklanıyor da olabilir!
Ha bu arada birdenbire aklıma geliverdi işte! 13 Eylül 2017 tarihinde gazetelere haber olan bir olay... Zonguldak'ta halk plajı olan Kapuz plajında iki kadın doktorun bira içmesi nedeniyle yaşananları diyorum canım! Önce özel güvenliğin yanlarına gelip kibarca! ''bayan olmasanız kolunuzdan tuttuğum gibi tekme tokat dışarı atardım'' şeklinde yaptığı uyarı... Ardından çevredeki hiç kimseden şikayet olmamasına rağmen muhtemelen ''kibar'' özel güvenlik görevlisinin haberdar etmesiyle olay yerine intikal eden polisler... İki kadının tepesinde dikilen dört polis memurunun (fotoğrafa çıktığı kadarıyla) toplum huzurunu korumak için verdiği cansiperane çaba... Geceyarılarına kadar ıslak üst başıyla karakolda ifadeleri alınan ve ölçümlerinde kendi ifadelerine göre birinde sıfır birinde elli promil alkol çıkan kadınlar... Bu haberi sizler de hatırladınız mı? Ya da kaçıranlar olduysa da ben aktarmış olayım.
Bu habere objektif yaklaşacak olursak, evet o plajın girişinde de belirtildiği üzere alkol konusunda bir yasak belirlenmiş. Buna uymamak bir uyarıyı gerektirebilir belki. Tabi böylesi bir yasağın konulması yasal olarak olabilecek bir şey mi konusunu bilemiyorum o ayrı... Eğer yasal anlamda da yasak konulması konusunda bir uygunsuzluk yoksa diye konuya yaklaşarak belki bir uyarı yapılabilir kısmını söylüyorum. Buraya kadar tamam da olayın seyrindeki özel güvenliğin kurduğu cümle?! Polislerin etraftan hiçbir şikayet yokken iki kadını karakola götürmesi?! Hiçbir şikayet yokken çevreye rahatsızlık vermekten ceza kesilmesi?! Peki ya bunlara ne demeli?!?! Sarhoş olmadıkları yapılan ölçümlerden de belliyken üstelik...
Peki ya orada oturan iki erkek olsaydı, ellerinde de bira yerine ayran olsaydı fakat devamlı argo terimlerle, yüksek sesle konuşup, bağırıp, bir de üstüne üstlük orada bulunan kadınları gözleriyle ve hatta sözleriyle taciz eden tavırlar takınıyor olsalardı aynı uygulama devreye girer miydi acaba?! Yoksa yapılan bu uygulamanın altında yatan asıl neden; ataerkil ve aşırı radikal muhafazakar kafa yapısına sahip bir güvenlik görevlisinin orada hiç kimseye rahatsızlık vermeden de olsa bira yani alkollü içecek tüketenlerin kadın olmasından duyduğu rahatsızlıktan mı kaynaklanıyordu!! Duygu Asena'nın ''Kadının Adı Yok'' adlı kadın-erkek eşitsizliğine değinen kitabını okumayanlarınız okumalı bence...
Bakınız, alkol iyi bir şey değildir. Alkolü biraz gevşemek, biraz keyiflenmek için araç olarak görenler bilsin ki bu araç her an yönünü şaşırıp yoldan sapabilir... Alkol aslında güçsüz olan insanlara sahte bir cesaret yükler ki bunun da olumsuz pek çok duruma yol açabileceği aşikar bir şey! Ve genelde alkol bedenindeki işini bitirdiğinde kendini eskisinden daha da kötü hissedersin... Ancak alkolün neden olabileceği bu olumsuzluklara atfen her alkol alana alkolik denemeyeceği gibi, her alkol alanın da yoldan kesinlikle sapacağını söylemek de biraz abartılı bir yaklaşım olur. O iki kadın doktorun ardından ''özellikle de sen bir doktorken sarhoş sarhoş halkın arasında bulunman iyice yanlış'' anlamında bir takım laflar eden idareciler de olmuş. Üstelik ölçümler sarhoş olmadıklarını desteklerken... Ayrıca konuyla kurulan mesleki bağı da anlamak mümkün değil! Doktorun da bir insan olduğunu ve her insan gibi mesai saatleri dışında kendi özeli olabileceğini düşünebilmek bu kadar mı zor..!
Peki ya her alkol alan sarhoş mu? Ya da her alkol alan çevresine rahatsızlık mı verir illa ki! Alkolün dostumuz olmadığı gerçeği kadar hiç kimseye zararı dokunmadan, kendi yaşam alanında, kendince keyif alacağı bir takım eylemlerde bulunanların yaptığı eylem sadece senin kafa yapına uymuyor diye onlara haksız yere saldırmak da en az dostumuz olmayan alkol kadar kötü bir şey. Hatta belki daha da kötü..!
Bira diyip geçmeyeceksin yani! Tarihsel gelişiminde pek çok toplumda edindiği saygınlığı, yapım aşamalarına ve içeriğine yüklenen anlamlar yanısıra bir arkadaşınla sahilde masumca ve dozunda da olsa içmeye kalktığında arkasından insanın başına neler neler de gelebiliyor... Bu durumda uzuun uzun birayı yazmasam olmazdı..!
Sağlıcakla kalın...
**Bu yazıda Tom Robbins'in ''B,Bira'' adlı kitabında bulunan bilgilerden bazı alıntılar yer almaktadır.
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!