Öyle sanıyorum ki 90'lı yıllardı... Cem Özer'in ''laf lafı açıyor'' adlı talk show programında yer alan bir orkestra vardı. ''Beğenmeyen Dinlemesin'' adıyla programın müziklerini yapan bir gruptu. Her biri yetenekli müzisyenlerdi grup elemanlarının ve grubun adı da son derece yaratıcıydı. Hem içerdiği özgüven hem de uzlaşmacı çağrışımı itibariyle benim de bu güne değin aklımda kalıcı bir yer edindi zaten!
Öyle ya sen yaptığın şeyin doğruluğundan, pozitif anlamda benzerlerinden farklı olduğundan eminsen zaten söylenebilecek en sade ama aynı zamanda en açıklayıcı ifade bence de ''beğenmeyen dinlemesin''... Adeta diyor ki ''kardeşim ben kendimden eminim, benim kalitemi anlayabiliyorsan gel beni dinle, benimle bir ol, yok eğer beni beğenmiyorsan da kalkıp da beni kendini haklı zannettiğin konularda eleştirmek için gelip dinleme zahmetine hiç katlanma, benim de boş yere canımı sıkma, nerede olmak istiyorsan orada ol ama benle polemiğe girme...'' Çok net, çok açık! Belki de biraz tepeden bakan, belki de kendini diğerlerinden üstün ya da farklı gören bir tanımlama ''beğenmeyen dinlemesin'' ancak kavgadan, polemikten uzak durmaya çalıştığını da net olarak belli ediyor neticede. Özgüven+kavgadan, huzursuzluktan uzak durma ve yaşadığından sadece keyif alma isteği... Ne de güzel, tıpkı İzmir gibi..! Ne demek istediğimi ufak bir anekdotla biraz daha açayım;
Askerlik vazifemi Van'da yaptım. Van gölünün sunduğu eşsiz güzelliğin verdiği keyif yanısıra Van Asker Hastanesi'nde edindiğim arkadaşlarımın verdiği keyif de bambaşkaydı... Pek çoğuyla hala irtibatımız sürer, bazısıyla da bağlantımız kopmuş olsa da eminim bir gün bir yerde karşılaşacak olsak muhabbetimiz daha dün gibi kaldığı yerden aynı şekilde devam edecektir. Van'da başlayan arkadaşlığımızın sarsılmaz bir dostluğa dönüştüğü o zamanlar ortopedi uzmanı olan, şimdilerdeyse mesleğine profesör olarak devam eden bir dostum ise bulduğu her fırsatta güzel İzmir'e gelerek muhabbetimizin sıcak kalmasını sağlar.
Yine böyle bir İzmir ziyaretinde yanında eşiyle birlikte ve bir kaç başka sevdiğimiz arkadaşın da olduğu bir ortamda bir gün kordon'da oturuyoruz... Arkadaşımın eşinin de uzun yıllar öncesinden tanışıklığı olan bir arkadaşı o dönem iş durumu nedeniyle İzmir'de ikamet etmekte olduğu için, arkadaşımın eşi onu da görmek, hasret gidermek maksadıyla hazır İzmir'e gelmişken davet edeyim bari diye düşündüğünden ortamımızda bu kişi de yer almaktadır. Sohbet ilerledikçe, ortam ısındıkça, insanlar birbirine daha da kaynaştıkça benimle ve benim gibi Karşıyakalı olan ve İzmir'li olan arkadaşlarımla henüz yeni tanışıklığı olan bu şahsiyetin eteklerindeki taşlar biir bir dökülmeye başlamıştı...
Kendisi İstanbul'da dikiş tutturamadığından kerhen İzmir'e geldiğinden bahsedip İzmir'e dair bilumum negatif şeyler söyleyip, İzmirliye dair de ''devamlı otlamaktan, et tüketmeyen buranın insanında protein eksikliğinden kaynaklanan zeka sorunu var'' noktasına bağlamıştı konuyu en son..!! Bu noktada öncelikle şunu belirtmek isterim ki cehalet çok kötü bir şey, cahil cesaretiyle bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunup da iddialı sözler söylemek ise ondan da kötü bir şey... Kalkıp da tıbbi mevzulara girip, teknik olarak konuyu ayrıntılı izah etmeyecek olsam da şu kadarını söylemeyi en azından bir sağlıkçı olarak (bu yazıyı okuyanlara doğru bilgi vermek adına) belirtmek isterim ki gerek zeka, gerekse bedensel sağlık açısından tüm dünyada kabul gören beslenme biçimi ''akdeniz diyeti'' olarak da adlandırılan İzmir ve Ege insanının zaten alışkın olduğu beslenme biçimidir. Konunun bu kısmını burda kapatıyorum ve devam ediyorum aktarmakta olduğum anekdota...
Herneyse, otlayan ve zekası kıt İzmir insanında kalmıştık..! Bu lafı sarfettiği esnada dostum olan askerlik arkadaşım göz ucuyla bana baktı! Çünkü mizacımı ve doğup büyüdüğüm topraklara olan sevgimi çok iyi biliyordu ve benim nasıl bir tepki vereceğim konusunda belki de kaygılıydı! Ne mi yaptım?! Sustum. Evet sadece sustum... Dostum olan insanın eşinin arkadaşı olması, zaten misafireten çok kısa süreliğine birlikte vakit geçirme şansımızın olması yüzünden negatif bir ortam oluşturmanın yaratacağı güzel vakit kaybına gerek olmadığı yönündeki düşüncelerim ve bir başlarsam cevabını vermeye konunun varması muhtemel noktadan duyduğum endişe gibi nedenlerle sadece sustum... Ve gecemiz de her zaman olduğu gibi güzel sonlandı bu sayede. Ancak, bu tavır ve düşünce içersindeki insanların aramızda yer alıp da, yediği kaba pislemesini de hala daha içime sindiremem o ayrı! O gün sustum ama pek sevgili dostumun eşinin arkadaşına buradan en azından bir kaç kelam etmek isterim doğrusu;
''Sevmek zorunda değilsin ama sevmeye çabalayabilirsin ya da sevenlere saygılı davranabilirsin. Bu şehrin yaşam tarzı senin yaşam tarzınla örtüşmüyor olabilir ama asgari müşterekte buluşmaya çabalayıp uyum sağlamaya çalışabilirsin. Bu şehirde bazı şeyler sana yanlış geliyor olabilir, ama emin ol ki bu şehri sahiplenenler kendilerine göre en doğru yolu izlediğine inanıyor yaşadıkları hayatı sürerken ve bu yolla yolları kesişmeyenlerle de kavga etmeyi değil uzak durmayı tercih ediyorlar. O nedenle de sana yanlış gelen şeyler için içinde bulunduğun şehri ve insanlarını taciz ve tahrik etmekten sakınmalısın. Çünkü biz böyle yapıyoruz ve biz bu sayede mutlu insanlarız. Sen de mutlu olmayı deneyebilirsin...
Üstelik biz bu şekilde huzursuzluktan, polemikten uzak durmaya çabalamayı, kültürsüz ama parası bol, neredeyse tamamı İzmir dışından gelen kişilerce Çeşme, Alaçatı mahvedilirken sürdürüyoruz... Bu talana ve yozlaştırılmaya karşın kalkıp da İstanbul aşıklarının yanında onların damarlarına basmıyoruz. Neticede kendini bilen, özgüvenli, kültürlü her insanın takınması gereken tavrı senden bekliyoruz ama bu beklentinin nafile olduğunu da maalesef biliyoruz aslında. Buna rağmen umudu kaybetmemek lazım diyor seni önümüzdeki yıl Alaçatı ''OT'' festivaline ''onur konuğu'' olarak davet etmek istiyorum...''
Yazıma başlarken bahis konusu ettğim bir müzik grubu vardı ya hani, adı ''beğenmeyen dinlemesin'' olan... Hakkaten de az söz çok mana misali içinde aslında ne kadar da çok anlam barındıran bir isim öyle değil mi?! Özgüven+kavgadan, huzursuzluktan uzak durma ve yaşadığından sadece keyif alma isteği... Ne de güzel, tıpkı İzmir gibi..! Hakkaten de öyle; beğenmeyen dinlemesin, illa ki dinlemeye gelecekse de ne dinlemekten keyif alanların keyfini ne de orkestranın ahengini bozmasın lütfen..!Umarım anlatabilmişimdir ne demek istediğimi...
Sağlıcakla kalın...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!