Bu senenin önceki birkaç yıl gibi olmayacağı en baştan belliydi. Daralan bütçe, neredeyse tamamı değişen oyuncu kurgusu, yeni ve adaptasyon dönemine ihtiyacı olan koç gibi faktörleri hesaba katınca bu durum zaten olağandı. Ancak değişmeyen tek şey Karşıyaka seyircisinin basketbola olan aşkı ve her daim kazanma arzusuydu. Bu hissiyatın takıma yansımaması da mümkün değildi. Her ne kadar takımın gücü, kapasitesi belli ölçülerde olsa da takıma yansıyan bu ruh, beraberinde mücadele vermeyi, savaşmayı eninde sonunda takım için kaçınılmaz bir davranış biçimine dönüştürecekti. En başından beri buna inanıyordum ben de...
Kazanmak, daima kazanmak tabii ki arzulanan bir şey. Ama gerçekçi olmak gerekirse mevcut sıkıntılarla birlikte bunun böyle olmasının da imkanı yoktu! Bu durumda geriye kalan şey ve de en önemli olan şey azimle çalışmaya devam etmek, son topa kadar ne olursa olsun mücadeleyi bırakmamak olmalıydı. İşte zamanla taraftarın da itici gücüyle bu karakter oturmaya başladıkça Karşıyaka da mütevazi bütçesine rağmen yine de sevenlerini utandırmayan bir profil çizebildi en azından...
Büyük başarılar her ne kadar inanç, azim, irade, çalışma ve sabırla elde ediliyor olsa da günümüz gerçeğinde bütçeyle paralel kurulan takım kadrosu da bir o kadar etkili bir faktör. Yalnız Karşıyaka'nın her takımdan farklı bir yapısı var. Şartlar ne olursa olsun ''basketbol Karşıyaka'dır'' düşüncesinin artık kanına işlediği basketbol kültürü. Karşıyaka farkını yaratan da, Karşıyaka'ya şampiyonluklar, kupalar kazandıran da bu zaten...
Bu sene sezon başında yapılan yanlış transfer tercihleri, sezon boyunca yaşanan oyuncular arası dönüşümlü sakatlık serüvenleri ve taraftarın bir türlü kurtulamadığı ''Ufukomania'' şeklinde isim takabileceğim rahatsızlık nedeniyle yeni koçunu bağrına basamayışı gibi faktörlere rağmen Karşıyaka kupada yarı finalde Efes'i elinden kaçırıyorsa, Avrupa'da son 16'ya kalabiliyorsa ve ligde de Banvit'i evinde yenebilen bir takım olarak play off'lara kalması halinde (ki kalacak) oradaki serilerde de her an her şeyi yapabilecek bir ihtimali düşündürebiliyorsa tüm bunların altında yatan neden işte bu ''basketbol Karşıyaka'dır'' ruhu bence!
Ateş baba'nın da (Ateş Özerk) bilgi, tecrübe ve manevi varlığıyla basketbol şubeye vereceği katkı sayesinde Karşıyaka'nın daha da iyi noktalara varacağına dair umutlarım iyice arttı. Fraport Skyliners karşısında 10 sayılık ilk maç dezavantajına rağmen elde edilen ve turu getiren zaferi de zaten Ateş Özerk daha kaybedilen ilk maçın hemen ardından çok net bir biçimde öngörüp ifade etmişti. Tecrübe..!!
Kazanılan Skyliners maçı herkese bir basketbol gerçeğini daha göstermiş oldu ayrıca! Savunma... Anadolu Efes'in Efes Pilsen olduğu günlerde, uzun yıllar öncesinde Aydın Örs yönetimindeyken kazandığı başarıları hatırlayın lütfen! O zamanlar herkesin Efes'le ilgili ortak görüşü Efes Pilsen'e karşı 60 sayı barajını geçen takım Efes'i yener şeklindeydi. Çünkü elde ettikleri başarıların tamamı son derece güçlü savunmaları sayesindeydi ve bu savunmaya karşı 60 sayının üstüne çıkabilen bir takım varsa eğer o takım zaten çok çok iyi bir oyun ortaya çıkarmıştır ve yenmesi kaçınılmazdır diye düşünülürdü. Dolayısıyla Karşıyaka basketbolü son yıllarda başarılarını her ne kadar hızlı hücüma çıkabilen atletik yapılı yabancılarıyla elde etmiş olsa da o sıralarda takımda yer alan çok önemli dış şut yüzdesine sahip oyuncularının da olduğunu unutmamak lazım. Yani çuvalla sayı atabiliyorsan ortalama bir savunmayla da kazanabilirsin belki ama şimdiki takım içersinde bir Bobby Dixon'un ya da John Diebler'ın yüzdelerini yakalayabilen oyuncu olmadığına göre savunmanı sert ve iyi yapman halinde ancak kazanabilirsin. Fraport Skyliners maçında da Karşıyaka özellikle ilk çeyrekte bunu çok iyi uygulamak suretiyle maçın gidişatını en baştan belirlemiş oldu. Özetle, ekstra işler yapan oyuncuların yoksa basketbolun A'sını B'sini C'sini doğru uygulayarak başarı elde edebilirsin ancak....
Yazımın başında bir cümle içinde geçen bu seneki koça sahiplenme konusu da özellikle önümüzdeki süreçte çok büyük önem arz ediyor. Nenad Markoviç'in maç sonu açıklamasında bir cümlenin çok önemli olduğunu düşünüyorum; ''sadece iyi takımlar gerekli karakteri gösterip, kafalarını kaldırıp maçları kazanabiliyor''... Hatırlarsanız içerde kazanılan Beşiktaş maçı sonrası ''yenilmemiş takım yoktur, Karşıyakaya gelmemiş takım vardır'' şeklinde bir cümle de sarfetmişti. Demek istediğim şu ki; Nenad Markoviç de Karşıyaka'nın büyüklüğünü, basketbolda ne denli söz sahibi bir kulüp olduğunu gayet net ve açık şekilde idrak etmiş durumda. Yaşanılan onca sakatlıklara, gönderilmek zorunda kalınan oyuncular nedeniyle oluşan takım kurgusu değişikliklerine, daralan bütçeye, alın teriyle elde edilen gelirlerinin devamlı futbola aktarılmasına ve sezon ortası dağılan yönetime rağmen takımın bulunduğu pozisyona da bakacak olursak, hala mı Markoviç sahiplenilmeyecek, hala mı kendisine taraftarca (tesirinden bir türlü çıkılamayan Ufukomania rahatsızlığına bağlı olarak) üvey evlat muamelesi yapılacak! Endişem o ki Karşıyakanın önündeki FIBA şampiyonlar liginde rakibi olan Beşiktaş karşılaşmalarında da taraftarın Nenad Markoviç'ten ziyade Ufuk Sarıca lehine tezahüratlar yapmaya devam etmesi..! Mazallah...
Bu arada son olarak bir konuya daha önceden de defalarca yaptığım gibi dikkat çekmek istiyorum; Petway (Fraport Skyliners maçı): dakika= 18.51, sayı= 0, rebaund= 3, asist= 1 ... Başka söze ne hacet!!!
Sağlıcakla kalın..!
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!