Özellikle takım oyunlarında belli dönemlerde yakalanan ''altın jenerasyon'' olarak nitelendirilebilecek kadrolarla elde edilmiş zafer hikayeleri vardır. Futbol milli takımının 2002 yılındaki Dünya Kupası üçüncülüğü ve 2008 yılındaki Avrupa Şampiyonası yarı finali gibi başarıları, birlikte oynamaya alışmış ve nadiren yakalanan, yetenekli oyuncuların birarada olduğu dönemlerde elde edilmiş başarılardır mesela. Basketbol için de bu aynı şekilde olmuştur. 2001 yılındaki Avrupa Şampiyonasında ve 2010'daki Dünya Basketbol Şampiyonasında elde edilen ikinciliklerde takımı oluşturan oyunculara bakacak olursanız her biri şahsına münhasır özellikleri ile ön plana çıkan ve yetenekleri tartışılmaz oyunculardı. Her iki şampiyonanın da ortak paydası ise ev sahibi oluşumuzdu...
Tabii ki bu başarılar sadece yakalanan şanslı dönemler vurgusuyla açıklanacak olursa haksızlık olur... Doğal olarak, takımın teknik kadrosunun oyuncuları yetiştirmesi ve akıllı oyun kurgularıyla birlikte elde edilen başarılardı aynı zamanda. Ancak sen ne verirsen ver belli bir noktadan sonra alınacak geri dönüş, karşındakinin senden alabileceği kapasitesiyle sınırlı olacaktır. Ekstra başarılar ise senin verdiğinden de fazlasını, yeri geldiğinde insiyatif kullanarak, üstün yetenekleri ve oyun zekasıyla yapabilen ekstra oyuncular tarafından elde edilir. Hal böyleyken bu günlerde Avrupa Şampiyonasında mücadele eden A milli erkek basketbol takımımız için böylesi ekstra başarılar elde edebilmeleri beklentisine girmek ne derece makul bir beklenti olur acaba!
Takımın başında Karşıyaka'da kendini ispatlamış, Beşiktaş'ta da oldukça başarılı bir performans göstermiş olan koç Ufuk Sarıca var. Yerli hoca olması, kanaatimce özellikle milli takım söz konusuysa önemli bir avantaj ve hatta gereklilik... Ancak söz konusu olan ''yeterlilik'' ise biraz daha zamana ihtiyacı var gibi görünüyor. Bunu da ilk maçta Rusya karşısında takımın en önemli dış şut silahı olan Melih Mahmutoğlu'na yeterince süre vermemesi nedeniyle bana düşündürdü. Rusya bizden çok daha uzun olan bir takım ve kazanma olasılığını arttırmanın yolu dışardan oynamak ve yüksek yüzdeli şutlarla sonuca gitmeyi denemekti ama bunun için en gerekli olan silah uzun dakikalar boyunca bench'de oturtuldu maalesef. Gerçi bunu milli takım seviyesinde baş antrenör olarak Avrupa Şampiyonasında çıkılan ilk maç heyecanı şeklinde de değerlendirebiliriz belki... Çünkü turnuvanın sonraki İngiltere, Sırbistan ve Belçika maçlarında başarılı kenar yönetimi ve son topa kadar mücadele veren bir milli takım görüntüsü vardı. Kaybedilen son Letonya maçını ise iki yönden görmek lazım; Letonya tarafından bakılınca oyunun tüm gereklerini yerine getiren, atletik ve yetenekli oyunculardan kurulu ve son dört olasılığını çok yüksek gördüğüm bir takım karşımıza çıkıyor ki favori zaten onlardı... Diğer yönden ise bizim milli takımımızın mental yönden ağırlığı yüksek maçlara karşı hazır olmadığı gerçeği ve ne yazık ki iki oyuncu dışında yetenekleri sınırlı oyunculardan kurulu olması... O iki oyuncu da herkesin hemfikir olacağını zannettiğim üzere Cedi Osman ve Furkan Korkmaz. Bu iki yönlü bakış açısının da bizi vardırdığı sonuç zaten ortada..! Yalnız Melih Mahmutoğlu'na da ayrı bir parantez açıp bu turnuvada kendisinin zaten bildiğimiz iyi şutör vasfının da üzerinde bir performansla mücadele ettiğini söylemek lazım! Hadi Melih'i de ekledik oldu size üç oyuncu!
Bu turnuvada da 2001 ve 2010'da elde edilen ikinciliklerde olduğu gibi ev sahibiyiz hatırlatırım.. Ama o yıllarda sahada yer alanlar gerçekten 12 dev adamdı. Şimdiki gibi 3 dev adamla (ev sahibi de olsanız) geriye kalan oyuncuların ortalama ve hatta bir iki oyuncunun ortalama altı olduğu durumda ise ne yazık ki ancak grup dördüncüsü olunabiliyor! Bu durumu milli takım oyuncularının kendi takımlarında (yabancı oyuncu sınırlamasının yüksek tutulmasına bağlı olarak) az süre almasına bağlayanlar var. Evet bu konunun da yerli oyuncu gelişimine negatif yönde tesir ettiği gerçeğini kabul ediyorum ama konuyu sadece buna bağlamak ne derece doğru olur?! Geçenlerde Hıncal Uluç bu sürenin ortalamasının üç dakika olduğunu yazmış! Bakalım gerçekten öyle mi? Size milli takım oyuncularının geçen sezonki normal sezon dakika ortalamalarını söyleyeyim; Doğuş=12.25, Cedi=25.7, Furkan Korkmaz=19.52, Furkan Aldemir=14.66, Melih=15.82, Erkan=14.23, Sertaç Ş= 11.71, Kenan=10.85, Barış=7.35, Sinan=29.34, Göksenin=19.60, Semih=12.63... Yani sezon boyu aldıkları sürenin ortalaması üç dakika falan değil..!
Dolayısıyla gerçekleri görmek lazım. İyi olan oyuncuya koç tarafından süre verilmez zaten, iyi olan oyuncu o süreyi koçtan kendisi alır! Hangi takımın koçu sadece yabancı diye elinde daha iyi bir yerli oyuncu varken onu değil de yabancı oyuncuyu tercih eder ki! Deli olması lazım! Başarısızlıklarda önce yanlışların doğru tespiti yapılmalı ki çözüm de beraberinde bulunabilsin. Herkes aynı yetenekte olamaz zaten. Ancak yetenek veya atletik yapı anlamındaki eksiklikler de çok çalışmak, çok çalışmak, çok çalışmak ve oyun zekasıyla giderilebilir. Milli takımımız için umut verici olan, iyi oyuncularının hepsinin genç yaşlarda olması. Bu çocuklar çok çalışarak, mental yönden kendilerini turnuvalara daha iyi hazırlayarak, eksik yönlerini geliştirerek ilerde elde edilecek yeni başarıların habercisi olabilir... Ve tabi eksik olan mevkilere yeni, yetenekli, çalışkan gençlerin de monte edilmesiyle... ''Olabilir'' diyorum, yani ''belki'' diyorum; çünkü pek de geçerli olmayan mazeretlerin ardına sığınılmaya devam edilirse ilerisi için de umudumuz kalmaz! Tabi bu arada koç Ufuk Sarıca için de belli bir süreye daha ihtiyacı olduğunu tekrar hatırlatmadan geçemeyeceğim... Neticede çözümsüz olmayan sorunları çözebilmenin yolu gerçekleri görmek ve çok çalışmaktan geçiyor..! Demoralize olmadan, genç oyuncuların önüne hedef koyup bebek adımlarıyla başlayıp uzun soluklu bir maratona hazırlayarak, sabırla ve mazeretlerin ardına sığınmadan...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!