Kazdağları ile olan duygusal bağımdan ve Kazdağlarının özelliklerinden bir önceki yazımda daha yeni bahsetmişken şimdi de Karabağlar'da meydana gelen yangın ve 500 hektardan fazla ormanlık alanın yok oluşu ile yine hassasiyetlerim tavan yapmış vaziyette. Giden ormanlık alanda yaşayan hayvanların nasıl da telef olduğunu düşünürken duyduğum ekstra üzüntüye, bu kez yok olan bitki örtüsünün de hisleri olduğuna dair okuduğum bir yazı nedeniyle ayrıca bir üzüntü daha eklendi. Okuduğum yazıyı alıntılayarak sizlerle paylaşmadan önce kendi yaşadığım bir tecrübeyi aktarmamda fayda var...
Ören (Burhaniye), çocukluğumda babamın vazifesi vesilesiyle keşfedip sonrasında da ailemizde bağımlılık yapan, anne-baba yazlığının bulunduğu yer. Anlatacağım şey de yine burada geçiyor. Ören'deki yazlığın bahçesinde dört tane devasa sedir çam'ı bulunuyor. Bunlar uzun yıllar önce evin bizlerden önceki sahibi tarafından dikilmiş. Yıllar yıllar içersinde eriştikleri apartman boyu kadar yükseklikleri nedeniyle de doğal olarak Kaz dağlarından gelen esintilerle salınım hareketleri yapmaktalar. O esnada dallarından çıkan sesin insana verdiği huzuru kelimelerle anlatamam. Görünümlerinin güzelliği de cabası... Ancak tüm bu özellikler maalesef yazlığın bulunduğu sitedeki diğer site sakinlerince aynı şekilde itibar görmüyor. Kendileri, özellikle de kış aylarında şiddetli rüzgar olduğunda bu ağaçların yıkılmasından korktuklarını ifade ediyorlar. Yanısıra da çok pislik yaptığından dem vurmaktalar... Bu bağlamda, son senelerde bizlere bunların kesilmesi yönünde yoğun baskı uygulamaktaydılar. Bizler ise devrilmesi halinde öncelikle bizim evin en büyük hasarı görecek olmasına rağmen, ayrıca da pislik dedikleri çam iğnesi yapraklarla en fazla bizler muhatap oluyor olmamıza karşın bu isteklerine direnç gösteriyorduk. Özellikle de babam o ağaçları çok severdi. Geçen sene babamın rahmetli olmasının ardından, komşuların yoğun baskılarının da artması sonrası bu sene çoğunluğun kararına boyun eğdik ve orman bölge müdürlüğünden yasal izinleri alabilmeleri halinde bizim de çoğunluğun kararına itiraz etmeyeceğimizi bildirmek ''mecburiyetinde'' kaldık. İşte asıl bu noktadan sonra yaşananlar çok ilginç gerçekten..!
Bahçemizde yer alan o dört abide ağaç bugüne kadar toplu iğne başı kadar reçinelerini serpiştirip, iğne yapraklarını dökmek dışında bir şey yapmazlarken, alınan karar sonrası resmen ilk defa gelişen farklı bir durum oluşturmaya başladılar! Karar alınırken site toplantısı onların yanında yapılmıştı bu arada... Bunu niçin söylediğimi az sonra anlayacaksınız. Ve o ağaçlardan bu sene her biri yarım santim ila bir santim civarında olan bir takım damlalar damlamaya başladı. Reçine kadar kıvamlı ve yapışkan olmayan, hafif yapışkanımsı fakat su tutmakla kolayca temizlenen, büyüklüğü her zaman olan toplu iğne başı kadar serpişen reçineler gibi olmayıp onlara kıyasla çok daha kocaman olan bir takım şeffaf oluşumlardı bunlar. Anlayamamıştık doğrusu! Ta ki aşağıda paylaşacağım alıntıyı okuyana kadar;
''1966 yılında Amerika'nın tanınmış yalan makinesi uzmanı Clee Backster, güvenlik görevlilerine poligraf aygıtının kullanımı eğitimini verdiği okulunda uykusuz bir gece daha geçirdi. Sonra, sırf eğlence olsun diye yalan makinesinin elektrotlarını kocaman yapraklı tropikal bitkisinin üzerine yerleştirdi. Yalan makinesi çeşitli korku, sevinç, şaşkınlık gibi durumların elektriksel değişimlerini ölçtüğüne göre belki bitki de su dökünce seviniyordur diye alaylı alaylı güldü. Bitkiyi suladığında galvanometre zikzaklar çizerek aşağı doğru indi. Oysa yukarı doğru bir hareket bekliyordu Backster. 'Nasıl yani?' dedi kendi kendine. 'Bitki düşüncelerimi mi okudu!'
İnsanlık tarihinin önüne yeni bir dünya açılıyordu artık. Deneyler deneyleri kovaladı. Bitkilerin sadece düşünceleri okumakla kalmayıp, çevrelerindeki herşeyi hissettikleri de çıktı ortaya. Kaynar suya atılan karideslerin ölümlerini, eline iğne battığında duyulan acıyı da hissediyordu bitkiler. Hatta kilometrelerce ötede olunsa bile yaşanan sevinç ve üzüntüleri de hissediyordu. Hatta korkudan baygınlık bile geçiriyordu. Bir gün şehir dışından gelen bir botanikçi bayan içeri girdiğinde bütün bitkiler sessizleşti. Hiç birinden tepki gelmiyordu. Sanki hepsi birden sessizliğe bürünmüştü. Taa ki o bayan havaalanından uçağa binip gittikten 45 dakika sonra yeniden tepki vermeye başladılar. Bayan botanikçinin bitkileri kurutup ölçümler yaptığını öğrendiği zaman anladı Backster, bayanı görünce bitkilerin korkudan bayıldıklarını.
Bir deney tasarladı. 6 yardımcısına aynı gece aynı saatlerde yapmak üzere farklı görevler verdi. Görevlerden biri gece yarısı gelip laboratuardaki bitkilerden birini söküp, parçalamaktı. Ertesi gün, o gece bitkiyi parçalayan yardımcı içeri girdiğinde bütün bitkiler çılgınlar gibi haykırmaya başladı (galvanometrelerin ibrelerinin tavan yapmasını böyle adlandırıyor Backster). Bu deneyden anlaşıldı ki bitkiler sadece hissetmiyor, aynı zamanda hafızaları da var. Ve Amerika'da bazı adli vakalarda bitkilerin şahitliğine başvurulmaya başlandı. Bitkiler asla yanlış sonuç vermiyor, çünkü yalan nedir bilmiyorlardı. Bu çalışmalar makale olarak yayınlanmaya başlayınca dünyanın dört bir yanından bilim adamları konu üzerinde çalışmalara başladılar. Sonuçlar akıl almaz. Koparılmış bir yaprak, kendisine güzel sözler söylenmesi durumunda normal yapraktan aylarca daha uzun süre canlı kalabiliyor. 120 km mesafedeki bir acıyı, sevinci hissedebiliyor.
İnsanların düşüncelerini okuyabiliyor, kötülük yapanları hafızasına kaydedebiliyor. Aynı zamanda bu bilgileri diğer bitkilerle de paylaşıyor. Kendisine kötü davranılan bitki üzüntüsünden intihar bile edebiliyor. Yanındaki bitkinin susuz kalması durumunda kendi suyunu onunla paylaşıyor. Bitkiler, bütün canlılarla iletişim kurma konusunda bizim hayallerimizin ötesinde bir hassasiyete sahip. Her biri doğanın bir parçası. Belki bir gün onları daha iyi anlama imkanımız olursa bize tarihin bütün yaşanmışlıklarını bile anlatabilirler. Avatar filminin esin kaynağı da bu çalışmalar ve elde edilen sonuçları.''
Peter Tompkins/Christopher Bird-Sungur Yayınları Çeviri: Sulhi Dölek ''Bitkilerin Gizli Yaşamı'' isimli kitabından yaptığım bu alıntıyı okuduktan sonra anlıyorum ki; bizim sedir çam'ları, kendileri ile ilgili alınan kararın farkındalığı nedeniyle gözyaşları döküyorlarmış meğer!.. Umuyorum ki orman bölge müdürlüğü yazlıktaki o güzelim ağaçların kesimine izin vermez de hem benim hem de onların gözyaşları diner. Orman yangınları da, çeşitli nedenlerin ardına sığınılarak yapılan ağaç kesimleri de son bulsun artık! Yoksa o ağaçlardan dökülen gözyaşları sel olup biz insanoğlunu süpürecek çok yakında.
Sağlıcakla kalın...
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!