ANA SAYFA > Yazarlar > Nihat Yüksel > Mektup deyince (2)

Mektup deyince (2)

NihatYüksel
Sosyal Medya :
02 Eylül 2024, Pazartesi 10:38
86 kez okundu

Gelelim günümüzde mektubun gücüne;

80’li yılların ortasıydı. Daha bırakın interneti, faks bile ancak büyük işyerlerinde vardı. Hele hele cep telefonunu, altyapısı dahi yoktu. Türkiye araç telefonuyla 1991 yılında tanışacaktı, üç yıl sonra da cep telefonuyla… ilk zamanlar tabiidir ki; bu imkanlardan iş adamları ve zengin kesim yararlandı. Haberleşme, ağırlıklı olarak mektuplarla yapılıyordu. 
Bu tarihler milenyum’un metaforik beklentilerine sahne oluyor, her ülke, her kurum, her birey geleceğe bir ümit dağıtmak uğruna kendince milenyuma ilişkin bir şeyler yapma çabasına girişiyordu.

1986'da PTT Genel Müdürlüğü, halka mektup yazma alışkanlığı kazandırmak amacıyla gerçekten yaratıcı bir kampanya düzenlemişti. Katılmak isteyenler sevdiklerine, ailelerine, 2000 yılında teslim edilmek üzere bir mektup yazıp PTT' ye teslim edecek, PTT de 2000 yılında mektupları alıcılarına teslim edecekti.
Kampanya çok ilgi gördü. PTT'ye binlerce mektup yağdı. 
Aslında 2000 yılı çok uzak gibiydi. Bazılarımızın çocukları ilkokula gidiyor, bazılarımız geleceğe dair fantastik başarı hikâyeleri yazıyorduk kendimize.  14 yıl sonrasının gerçeğine ilişkin fazla bir öngörümüz de yok gibiydi aslında. 
Kimileri oturup mektup yazdı en sevdiklerine, ya da gelecekteki kendilerine, kimileri de çoluk çocuk toplaştılar birbirlerine yazdılar… Hem o günleri anlatmak ve yıllar sonra hatırlamak için, hem de 2000 yılında neler olacağının tahminlerini yapmak için. 
Sonra hayat mücadelesine girildi ve belki yazılan mektuplar unutuldu, belki de tarihler hafızalardan silindi gitti. Hayat devam ediyordu. 
Bu arada beklenen milenyum yılı da adım adım yaklaşıyordu. Kimileri kıyameti beklemeye bile başlamıştı. Kimilerine göre; elektronik haberleşme yıkılacak, yeni yeni başlayan bilgisayar sistemleri çökecek, haberleşme sistemleri iflas edecek, dünya büyük bir karmaşanın içerisine düşecek, kıyamet dedikleri şey sonunda başımıza gelecekti. Hatta yeryüzünde kıyametten etkilenmeyecek yerler bile belirlenmişti, birisi de Türkiye’deydi.
Nihayet 2000 yılı geldi. Milenyum gelmişti, Hiçbir şey olmamıştı. Doğanın, tıpkı 1000 yılında olduğu gibi 2000 yılının başlangıcı da hiç umurunda değildi. 3000 yılında 4000 yılında ve 5000 yılında kim bilir daha ne metaforlar üretilecek ve doğa ananın yine hiç umurunda olmayacaktı. Hayat yürüyordu, insanoğlunun onun için koyduğu sayılardan haberi bile yoktu. Evrenin ısısı eşitlendiğinde, devinim bitince her şey duracak ve bitecekti. Ve belki yeni evrenlerde, yeni mekânlarda yeni hayatlar başlayacaktı.  

2000 yılının ilk sabahlarında kapıları çalındı birçok evin. Gelen postacılara yine merhabalar iade edildi, belki ikramlar yapıldı, belki dizler heyecandan titreyerek, belki de tekerlekli sandalyeyle çıkıldı karşılarına. Bazı evlerin zilleri ya çalmadı ya da çalınan zillerine cevap veren, kapıya çıkıp postacıyı karşılayan birisi olmadı.  Ama “Bak postacı geliyor selam veriyor...” diye şarkılar söylediğimiz postacılar 2000 yılına yazdığımız mektupları taşıdılar evlere… 
Kimi çocuklar üniversiteyi bitirmiş iş bulamamış, kimileri de yolun yarısını çoktan geçmiş, kimileri evlenmiş çoluk çocuğa karışmış, kimileri büyük acılar içinde çaresiz, kimileri ise bu hayattan sessiz sedasız göçüp gitmiş. 
    
Kimlere kimlere mektup yazılmamıştı ki…
2000 yılının Başbakanına, Cumhurbaşkanına gönderilen mektuplar sahiplerine teslim edildi. Zamanın Başbakanı, haberleşme gizliliğine vurgu yaparak kendisine gönderilen mektupları kameralar önünde açmadı. Açsaydı neler olurdu bilinmez, ama mektubun gücü, günlerce konuşulur, kamuoyunu nasıl meşgul ederdi bilinmez. 

Bayram Kaya uzaya Giden İlk Türk’e iletilmek üzere 1986 yılında adlı bir mektup yazmıştır ve bu mektup sahibine teslim edildi. Mektup, 91 yılında uzaya giden Kazak Uzay Adamı Tokdar Aubakirov’a zamanın Ulaştırma Bakanı tarafından törenle verildi. Törende Aubakirov duygulandı, kendisinin bir Türk evladı yerine konulmasından çok onur ve gurur duyduğunu ifade etti. 
Bayram Kaya mektubunda şöyle diyordu; “Uzaya çıkan ilk Türk uzay adamı, sana sevgi ve selam olsun. Şu anda, 21 Ekim 1987, saat 22.30. Televizyonda, "Ben Bilirim" programında, Mehmet Özbek yönetiminde "Vallahi O Yardır" türküsü söyleniyor. Yılların düşü şahsınızda gerçekleşmiş. Ne mutlu size. 'İstikbal göklerdedir' diyen Büyük Önder Atatürk'ün arzusu gerçekleşmiş, ne güzel. Acaba sağ kalıp da görebilir miyiz? Kader... Kim bilebilir ki Yüce Tanrı'dan başka. Haklı bir gurur, gerçek bir övünç kaynağı sizin olayınız. Ne mutlu size ve ailenize. Gözlerinden öper, sıhhat ve afiyetler dilerim”.  
Bayram Kaya, kader demişti, kim bilebilir demişti. Gerçekten de öyleydi, Kaderin cilvesi, 2000 yılını kimin göreceği, kimin göremeyeceğini kim bilebilirdi. Bunu diyen Bayram Kaya 2000 yılından kısa bir süre önce vefat etmişti. Törende Bayram Kaya’nın ailesi, bakanlık heyeti ve Aubakirov duygu dolu anlar yaşadı. Aubakirov konuyu değiştirip “İstanbul uzaydan çok güzel görünüyor, İki denizin birleştiği yerin görüntüsü çok güzel, her iki denizde bulunan gemilerin sayısı bile görünebiliyor” 
dese de, işte size; tarihe not düşen bir mektup. Herkesin duyguları darmadağın 

Nazlı, bir üniversite kütüphanesinde genç bir memur, Osman da aynı üniversitede fırtına gibi bir öğrenciydi. 
Bir anda aşk çemberinin tam ortasında bulurlar kendilerini.. 1986’da Ptt’nin bir afişinde görürler 2000 Yılına Mektup Kampanyasını. İlginç gelir Osman’a ve yazmaya karar verirler birbirlerine. Aynı zarfa koyup Nazlı’nın annesinin adresine gönderirler. Bugünkü duygularını, günlük tutar gibi, yaşamı, sevinçlerini, üzüntülerini, kaygılarını, beklentilerini. Belki birbirlerine 14 yıl sonra söyleyemeyecekleri şeyleri bile. Öyle ya bu mektuplar 14 yıl sonra sevdalarının dimdik şahitleri olacaktı. 2000 yılında mektupları birlikte okuduklarında; belki yüzleri kızaracak,  belki derin düşüncelere dalacaklar, belki küçük bir kız çocuğu okumalarına izin vermeyecek, minik şaklabanlıklar yapacak, ama en çok da kahkahalarla güleceklerdi. Bundan emindiler. 1988’de Osman da bir işe girer ve evlenirler. Osman’ın zamanla kalp problemi ortaya çıkar ve çalıştığı bankada 10. yılını doldurduğu anneler gününde vefat eder. Yıl 1998’dir. 

2000 yılına geldiğinde de mektubunu bekler Nazlı
Postacı, zarfın üzerinde yazan adrese 2000 yılının ilk günlerinde getirir mektubu. Nazlı'nın annesi, adresine gelen mektubu alır, kızına getirir. 
-Sanki Osman gelmiştir. Hem çok sevinir Nazlı, hem çok üzülür. Oysa Mektubu Osman’la birlikte okumayı hayal etmişlerdi. Mektubun sonuna “her zaman yanındayım” diye yazmıştı Osman. Ama yanında yoktu. Mektupları yazarken ölüm hiç akıllarına gelmemişti-
Şimdi Nazlı’nın tek desteği babasının ölümünü bir türlü kabullenmek istemeyen 8 yaşındaki kızı, bir de çantasında daha uzun yıllar taşıyacağı "2000 Yılına Mektup".

İşte mektup, böyle bir şey…


PAYLAŞ

Yazara Ait Diğer Makaleler


SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


yükleniyor

Köşe Yazarları

Anket

Yeni İnternet Sitemizi Beğendiniz mi?